Ahmet Nesin
Erdoğan ve Soylu yalvarma turlarında...
Karaköy'de vapurdan indim, hava da güzel bir bahar havası, Eminönü, Sirkeci'den Cağaloğlu'na gazeteye yürümek istedim. 80'li yıllar daha bu kadar kirlenmemiş İstanbul, her taraf cıvıl cıvıl, Galata Köprüsü'nden balık tutanları seyrede seyrede gidiyorum. Galata Köprüsü'nden Eminönü'ye doğru gidişte her zaman 2-3 satıcı olur, patates soyacağından, limon sıkıcısına kadar ne ararsan bulursun. Zaten vapurda Burhan Pazarlama'nın satışına yakalanmadıysan, yaşlı amcanın her derde deva bitki, daha doğrusu bitki sanılan odun satışına denk gelirsin. O vapura binip de Burhan'dan bişey almayan yoktur, amcadan da kantaron mutlaka alınmıştır.
İşte Burhan'dan kurtulduktan sonra Galata Köprüsü seansı başlar, bir baktım bağırıyor, tanesi "O ne dolar O ne dolar". Kendi kendime "Nedir lan bu O ne dolar" diye durakladım ama çözemiyorum bitürlü. Çünkü sattığı keskin bir alet ve O ne dolarla bağlantısı yok, yani dolan bişey yok, tam tersine dolacak olanı kesen bişey satıyor. Sonradan uyandım, hippi kılıklı bir çift seyretmeye başlamış bizim köprü pazarlamacısını, o da fiyatı Amerikan doları üzerinden söylüyor ama okunuşu direkt türkçeden yazıldığı gibi okuyarak "O ne dolar, o ne dolar" diye yapıyor.
Güle güle ayrıldım oradan, bir de baktım ki aradan yıllar geçmiş, Günaydın Gazetesi yerine Almanya'da ARTI GERÇEK İnternet Gazetesi'ne gideceğim, hava yine güzel ve Köln'de Dom Katedrali'nden köprüye doğru ilerledim ki, "Çorba da var, çorba da var, taze taze kelle var, baş var" sesleri geliyor.
Kendi kendime "Dedim leyn ben bu sesi biyerden tanıyorum". Öyle bir ses ki, insanın çorba içeceği varsa vazcayar, uzun adım kaçar gider oradan. Aynen tahmin ettiğiniz gibi, Recep Tamam Erdoğan, bir elinde çay poşeti, diğer elinde de boş bir tas ve kepçe. Bir avazı yerde, bir avazı Dom Katedrali'nin tepesinde bağırıyor, "Biliyorum, bu çay yetmedi size ama ben sizi boş bırakır mıyım, bir de yanında çorba içseniz ne olur, bugünden itibaren çorba da vereceğim. CHP'de çöp, bende çorba. Oldu muuiii. CHP'de çukur, bende çaeeeyyyyy. CHP'de çamur, bende çiklettt. Ama çayı da ben demlemeyeceğim, çorbayı da yapmayacağım, tımam mıııı? Ben de millet önünde verdiğim sözden dönersem kahpeyim."
İşte burada yıkıldım, kendisinden nefret etmeme karşın üzüldüm, devamının nasıl geleceğini düşünüp, kendime de, çevreme de, doğduğum topraklara da yazıklar olsun diyerek söylenmeye başladım.
Beni görür diye karşı kaldırıma geçtim, korkumdan değil, bi de ona laf mı yetiştireceğim şimdi. Bıyıkaltı güle güle gidiyorum, tam yüz metre gittim ki, yine ufak bir kalabalık var, adamın birisinin etrafını çevirmişler, o da yalvarır bir ses tonuyla konuşmaya çalışıyor, "Boynumuzu eğri bırakmayın ne olursunuz, ayağınızın altını öpimmm abilelim ablalalım, hem Recep Tayyip Erdoğan'a teşekkür ediyorum, bakmayın daha önce ona sövdüklerime, kardiş arasında olur abilelim, ablalalım. Gelin bunu hep beraber sağlayacak adımı, Türkiye'nin önünü kesmeye çalışanlara, başımızda kaynar kazan kaynatmaya çalışanlara hep beraber ders verelim."
Başımı sallaya sallaya yoluma devam ettim ama artık o bahar keyfinden geriye hiçbişey kalmamıştı. Kafamı gökyüzüne doğru çevirdim, bir de baktım bulutlar garip bir hızla yer değiştiriyorlar, bir şekillenmeye çalışır gibi bir durumları var ve ne göreyim, bulutlardan birisi Emine Erdoğan görüntüsünde ve gaipten bir ses "Keşke bütün engelliler down sendromlu olsa, kimseye zararları yok." diye mırıldanıyordu...
Gazeteye geldim, Celal Başlangıç gözünden yeni katarakt ameliyatı olmuş, dinlenceden sonra ilk kez gelmişti ve beni görür görmez telaşla "Neyin var iyi misin" diye sordu. Utandım yaşadıklarımı anlatmaya ve "İyiyim merak etme, sen beni yeni gözle görüyorsun ya, ondandır" dedim. 1 Nisan'dan itibaren belki hepimiz yeni bir gözle her şeyi değerlendiririz artık.