Erdoğan’ın ekonomide iki temel başarısızlığı

İki temel sorun yani şirketlerin sektörel yapısının değişmemesi ve işgücüne katılım oranının bu ölçüde düşüklüğü (yüzde 53) sorunları çözülmedikçe ekonomide bir üst sınıfa atlamak pek mümkün görünmemektedir

Erdoğan’ın siyasi serencamı aslında baştan aşağı başarısızlıklarla dolu.

Türkiye’ye rant kollamayan gözlerle bakan herkes bu durumu görüyor.

Hukukun yaklaşık tamamen çökmesi, daha doğrusu Cumhurbaşkanı ve yargı tarafından çökertilmesi en büyük başarısızlık daha doğrusu en büyük sorun.

Kürt konusunda gelinen nokta da çok büyük bir başarısızlık.

AB tam üyelik sürecinin geldiği noktaya bakarsanız Erdoğan’ın bu konuyu nasıl yüzüne gözüne bulaştırdığını görürsünüz.

Bu konuları daha önce de tartıştık, muhtemelen önümüzdeki dönemde yine tartışacağız.

Bugün ise ekonomiyi ve Erdoğan’ın kanımca iki en önemli, kalıcı, geleceği olumsuz etkileyecek, hatta ipotek altına alacak ekonomik başarısızlığını tartışmaya açmak istiyorum.

Bu iki konudan birinin çok önemli sosyolojik bir yönü de var, bunu da konuşacağız.

Aslında ekonominin tutacak yeri pek kalmamış gibi duruyor ama bu konuların çok büyük bölümü doğru iktisat politikalarıyla en geç bir, iki senede çözümlenecek konulardır.

Enflasyonda dünya şampiyonluğuna oynuyoruz ama gerçekten bağımsız, bağımsızlığı kurumsal, anayasal olarak garanti edilmiş bir merkez bankasının düzgün politikalarıyla enflasyon sorunu en geç bir, iki senede çözümlenir.

Hukuk sistemi ayağa kaldırılırsa yatırım ortamı da hemen iyileşir, böylece sürdürülebilir bir büyüme patikasına girmek hiç de zor değildir.

Yüksek büyüme oranı ve düzgün sosyal devlet politikalarıyla, mesela vatandaşlık geliri, mesela nitelikli kamu hizmeti, mesela evrensel standartlarda bir çalışma hukuku, gelir bölüşümü de bir, iki senede düzelecektir.

AB sürecine dönmek ve gereklerini yerine getirmek de bu konulara büyük ivme kazandıracaktır.

Ama, iki temel konunun çözümü çok zordur, hem zaman hem de güçlü bir siyasi irade gerektirmektedir.

İKİ TEMEL SORUN VAR

Bu konuların birincisi Türkiye’nin büyük şirketleri içinde, en önlerde Apple, Microsoft, Amazon, Google gibi bilgi ekonomisi şirketlerinin olmamasıdır.

AKP yirmi seneyi aşan bir süredir iktidardadır ama Türkiye’nin en büyük şirketleri sıralamasında ilk elliye giren şirketlerin sektörel yapısında en küçük bir değişiklik olmamıştır.

Otomotiv, beyaz eşya, metalürji gibi eski ekonominin sektörel yapısı egemenliğini hala sürdürmektedir.

ABD’de son yirmi, otuz senede eski ekonominin şirketleri, mesela General Motors hızla sıralamada gerilemiş, bu eski ekonomi şirketlerinin yerlerini Apple gibi şirketler almıştır ve ABD’nin bugün dünya ekonomisinin yüzde 25’ini oluşturmasının, ABD’nin dünya gücünün altında bu dev sektörel değişim yatmaktadır.

Türkiye ise dünya liderliği gibi palavralar altında bu dönüşümü tamamen ıskalamıştır, bu ıskalamanın gelecek on yılları rehin alacağı kesindir.

İhracat çatladı, patladı falan diyoruz ama toplam ihracatımız içinde yüksek teknoloji ürünleri ancak yüzde ikidir ve bu yüzde ikinin tanımı bile kuşkuludur.

Türkiye ekonomisinin en temel sorununun şirketlerin sektörel yapısının hiç değişmemesidir, bu konu enflasyon gibi değildir, enflasyonu doğru politikalarla iki senede yenersiniz ama bu sorun on yıllar ve çok ciddi bir irade, birikim gerektirmektedir.

İkinci konu ise istihdam yapısına ilişkin, bir ucunda tuhaf bir sosyolojinin olduğu bir konudur.

Bu hafta başında TÜİK Ekim 2022’ye ait istihdam verilerini açıkladı, ben de çok özetle ve büyüklükleri yuvarlayarak sunuyorum.

Türkiye’de 15 yaş ve yukarısında 64 milyon kişi var, bu 64 milyonun içinde işgücü diye tanımlanan büyüklük yani çalışanlar artı iş arayan işsizler 34 milyondur, 30.5 milyonu bir biçimde çalışmaktadır, işsiz sayısı da 3.5 milyondur.

Peki, 64 milyon içinde işgücü (çalışanlar artı işsizler) 34 milyon ise diğer 30 milyon insan ne yapmaktadır, bu sorunun yanıtı çok net değildir ve meselenin sosyolojik ayağı dediğim de budur.

Türkiye’de işgücüne katılım ancak yüzde 53’dür (34 milyon işgücü bölü 64 milyon 15 + nüfus) ve bu oran OECD üyesi ülkeler içinde Meksika dışında en düşük orandır.

Erdoğan’ın en büyük iki başarısızlığından biri de bu oranın yirmi bir senedir pek değişmemesidir, 1990’larda, 2002’de yaklaşık yüzde 50 olan bu işgücüne katılım oranı yirmi bir senedir ancak çok az kıpırdamıştır.

Aktif nüfusun (15 + nüfus) ancak yarısının işgücü içinde olduğu bir ülkede, üstelik teknoloji fakiri yani her sektörde verimliliğin düşük olduğu bir ülkede kişi başına gelirin arzu edilen ölçüde yükselmesi mümkün değildir.

Bu iki temel sorun yani şirketlerin sektörel yapısının değişmemesi ve işgücüne katılım oranının bu ölçüde düşüklüğü (yüzde 53) sorunları çözülmedikçe ekonomide bir üst sınıfa atlamak pek mümkün görünmemektedir.


Eser Karakaş: Kadıköy Saint Joseph lisesi muzunu. 1978’de Boğaziçi Üniversitesi İİBF’den mezun oldu. Doktorasını 1985 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde yaptı. 1996’dan itibaren İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nde profesör olarak ders verdi. Bahçeşehir Üniversitesi İİBF’de Dekanlık yaptı. 2016 yılında 675 sayılı KHK ile ihraç edildi. 2008 yılından itibaren Strasbourg Üniversitesi Science Po’da misafir öğretim görevlisi olarak bulunuyor

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi