Erdoğan’ın rüyası: AB’ye yerli ve milli katılım

Aday ülkeler Kopenhag kriterlerini AB standartlarında yerine getirmek mecburiyetindeler, yerli ve milli standartlarda bu kriterler karşılanmak istenirse bu “bon pour l’Orient” (Doğu için iyi) bir tavır olur ve AB nezdinde beş para etmez.

Türkiye’nin çöküş süreci Erdoğan’ın “Kopenhag kriterleri yerine Ankara kriterlerini benimseriz” demesi ile başladı galiba.

Önceleri tam kafamıza oturtamamış idik Ankara kriterlerinin ne anlama gelebileceğini ama daha sonra ortaya atılan “yerli ve milli” değerlerle bu Ankara kriterleri konusu biraz daha netleşti sanki.

Bu arada geçerken, daha önce de değinmiştim ama bir kez daha yazmada kanımca mahzur yok, yerli ne demek daha sarih ama “milli”nin ulusal ya da nasyonal anlamına gelmediğini unutmayalım, milli demek kelimenin etimolojik anlamıyla “İslami” demek yani Erdoğan yerli ve İslami değerleri temel hukuki, siyasi, ekonomik değerlerin özü haline getirme projesinin peşinde, laik bir devlette bu ne kadar mümkün ama Merkez Bankasının faiz politikasını nasa göre düzenlemek istediğine göre durum ortada sanki.

Bu arada rahmetli Erbakan’ın “Milli görüş” sloganının da “Ulusal görüş” anlamına geldiğini aramızda düşünen pek yoktur umarım.

NATO zirvesinde hem ilginç hem de komik bir gelişme yaşandı, İsveç’in NATO üyeliği tartışmaları yapılırken Erdoğan bir anda İsveç’in NATO üyeliği ile Türkiye’nin AB üyeliği arasında bir bağ(!) kurdu ve mealen söylüyorum, “Türkiye AB’ye, İsveç NATO’ya” gibi bir cümle kurdu ve herkes bu paralelliğe çok şaşırdı çünkü NATO platformunun AB üyelik tartışmaları ile hiçbir ilişkisi yoktu.

***

1993 senesinde AB Konseyi Kopenhag’da toplandı ve AB’nin Doğu Avrupa ülkelerine açılımı doğrultusunda bazı katılım kriterleri belirledi.

Aşağıda özetle bu kriterlerin neler olduğunu seneler sonra tekrar hatırlatıyorum.

“Kopenhag kriterleri:

Aday ülkeler:

Demokrasiyi,

Hukukun üstünlüğünü,

İnsan Haklarını,

Azınlıklara saygı gösterilmesi ve korunmasını,

İşleyen bir piyasa ekonomisinin varlığını ve Birlik içinde piyasa güçleri ve rekabetçi baskı ile başedebilecek kapasiteyi garanti eden kurumların istikrarını sağlamış olmalıdır.

Üyelik, aday ülkenin siyasal, ekonomik ve parasal birliğin hedeflerine katılma da dahil olmak üzere üyelik yükümlülüğünü üstlenme yeteneğine sahip olmasını da öngörür.

Birliğin, Avrupa’nın entegrasyonu momentumunu muhafaza ederken, yeni üyeleri özümseme kapasitesi de Birlik ve aday ülkeler için önemlidir.”

1999 senesinde Helsinki’de toplanan AB Konseyi yukarıdaki kriterleri yerine getirmesi durumunda Türkiye’nin AB üyeliğinin de gündemde olduğu kararını aldı.

Bu karar Türkiye’ye büyük bir heyecan ve siyasi hareketlilik getirdi, bugünden baktığımızda o ülke bu ülke mi idi diye düşündüğümüz reformlar süreci başladı, daha AKP iktidara gelmeden rahmetli Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde idam cezası kaldırıldı, AKP’nin iktidara gelişi ve beş ay sonra Erdoğan’ın başbakan oluşu ile bu reform süreci ivme kazandı (inanamıyorsunuz değil mi?), 2004 senesinde tam üyelik müzakerelerinin açılmasına “ ifadesi ile karar verildi ve 2005’de müzakereler fiilen başladı, çok önemli kazanımlar elde etti ülkemiz, bu çok olumlu süreç dört sene sonra ivme kaybetmeye başladı, 2012 sonrası ise paramparça oldu.

Unutmayalım AB sürecinde Kopenhag siyasi kriterlerinin yerine getirilmesi AB sürecinin açılması ve devamı için gerekli koşuldu.

2023 senesine gelindi ve Erdoğan Vilnius NATO Zirvesinde bir anda AB konusunda NATO liderlerine “Açın önümüzü” diye seslendi.

Şimdi lütfen yazının ortalarında belirttiğim Kopenhag kriterlerine bir kez daha göz atalım.

Aday ülkeler bu kriterleri AB standartlarında yerine getirmek mecburiyetindeler, yerli ve milli standartlarda bu kriterler karşılanmak istenirse bu “bon pour l’Orient” (Doğu için iyi) bir tavır olur ve AB nezdinde beş para etmez.

Türkiye’de demokrasi var mı, var ama çok fazla yerli ve milli bir demokrasi.

Türkiye’de hukuk devleti var mı?

Kanımca hukuk devleti ve temel insan hakları yerli ve milli standartlarda bile kalmamış durumda.

Azınlıklara saygı meselesinde zaten radikal bir anlayış farkı var, biz azınlık dendiği zaman Lozan antlaşmasında çerçevesi belirlenmiş azınlık kavramını anlıyoruz, AB ise bambaşka bir şey anlıyor; devletin, en tepe siyasi ve idari sorumluların mesela LGBT konusunda aldıkları pozisyonlar gerçekten çok korkunç.

Türkiye’de işleyen bir piyasa ekonomisi ve kurumları var mı?

Güldürmeyin beni.

Soğan patates depoları basan bir narh anlayışından bahsediyoruz maalesef, dövizi baskılamak için KKM denen bir rezillik ile vergi gelirleri kullanılıyor.

Bu örneklere devam etmek istesem yüzlerce sayfalık bir köşe yazısı çıkar, olmaz.

***

Şu gerçeği iyi görelim, 2023 Türkiye’sinin 2004 senesinde tam üyelik müzakerelerini açması bile imkansızdı.

Erdoğan rüzgarlar öyle eser ve kendi çıkarları için AB istikametine doğru yelken kırmak isterse hukuk ve ekonomi alanlarında “yerli ve milli” saçma söyleminden tamamen vazgeçmesi şarttır.

Bu mecburiyet herkes için geçerlidir.

Zaten Erdoğan’ın bu saatten sonra kendisine inanacak birilerini bulma şansı da yoktur herhalde.


Eser Karakaş: Kadıköy Saint Joseph lisesi muzunu. 1978’de Boğaziçi Üniversitesi İİBF’den mezun oldu. Doktorasını 1985 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde yaptı. 1996’dan itibaren İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nde profesör olarak ders verdi. Bahçeşehir Üniversitesi İİBF’de Dekanlık yaptı. 2016 yılında 675 sayılı KHK ile ihraç edildi. 2008 yılından itibaren Strasbourg Üniversitesi Science Po’da misafir öğretim görevlisi olarak bulunuyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi