Armağan Kargılı
Faşizmin insan korkusu
"Faşizm ve insan bir arada yaşayamaz. Faşizm galip geldiği zaman insanın varlığı sona erecek, sadece içi değişime uğramış, insana benzeyen yaratıklar kalacaktır. Ama özgürlük giysisini sırtına geçirmiş insan galip geldiğinde faşizm ölecek ve boyun eğenler yeniden insan olacaklardır."
Faşizmin bu yalın tahlili, Vasili Grossman'in üç kitaplık romanı Yaşam ve Yazgı'dan. İkinci Dünya Savaşı günlerinde gazetecilik yapan Grossman, savaş sırasında Sovyetler Birliği'nde yaşananları gözlemleri ve kendi yaşadıkları üzerinden anlatıyor ilk kitapta. Zaman zaman da romanın kahramanları üzerinden son derece yalın ama çarpıcı tahliller yapıyor.
İktidarda kalabilmek için faşizme sarılanların kol gezdiği dünyada başımızı hangi yöne çevirsek Grossman'in sözünü ettiği bu döngüyle karşılaşmıyor muyuz?
İnsanlık, bugüne dek yaşadığı en büyük göç krizi karşısında tam anlamıyla sınav veriyor. Akdeniz'de ölümden kurtarılan 200'e yakın sığınmacı 10 günden uzun bir süre İtalya'da bir gemide mahsur kaldı. İtalya'nın iki partili faşist koalisyonunun İçişleri Bakanı, sığınmacıların İtalya'ya girmesine izin vermedi. Neyse ki adalet sistemi devreye girdi. Sığınmacılar karaya çıkabildi ve İtalya İçişleri Bakanı Matteo Salvini hakkında görevini kötüye kullanma, insanları yasadışı şekilde alıkoyma ve adam kaçırma suçlamalarıyla soruşturma açıldı. Ama bu koalisyonu işbaşına getiren seçmen, Twitter üzerinden "Salvini'ye dokunmayın" kampanyası başlattı. Faşizm ve insanlık birarada yaşamaz sözünün canlı örneği bugünlerde İtalya'da sahnede.
Nicolas Maduro'yu Türkiye'de geniş kesimler, Tayyip Erdoğan'ın başkanlık yemin törenine katılan az sayıda devlet başkanından birisi olarak tanıdılar. 2013 yılında yaşamını yitiren Hugo Chavez'in ülkesi Venezuela, kendisini solcu diye tanımlayan Nicholas Maduro yönetiminde, ülke tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşıyor. Dünyanın en zengin petrol yataklarından birine sahip olan Venezuela'da açlık yüzünden ülkesini terkedenlerin sayısı BM verilerine göre son üç yılda 2.3 milyon kişiyi geçmiş durumda. Ülkeden büyük bir kaçış yaşanıyor. Ama adı yolsuzluklarla anılan Maduro, koltuğunu kaybetmemeye kararlı. Türkiye'den dönüşünde Tanrı'nın lütfu bir suikast girişimi oldu Maduro'ya. Bu sayede desteğini arttırmaya çalışıyor. İçerde ve dışarda kendisine darbe girişimi yapıldığı (doğru ya da yanlış) iddialarının arkasına sığınan Maduro, bu büyük kaçışı görmezden geliyor. Bunun adı insanlıktan çıkmak değil de nedir?
Bir başka büyük dram Myanmar'da yaşanıyor. 2015 yılı seçimlerinde işbaşına gelen insan hakları aktivisti ve Nobel Barış Ödülü sahibi Aug San Suu Kyi'nin ülkesi Myanmar'da 1 yılı aşkın süredir Müslüman azınlık Rohingya halkına yönelik ağır baskılar ve şiddet uygulanıyor. Saldırılarda ve ülkeden kaçarken öldürülenlerin sayısı binlerle ifade ediliyor. Ülkesini terkedenlerin sayısı 700 bini aştı. Şimdi Birleşmiş Milletler'de Myanmar hükümetinin bu eyleminin etnik temizlik hatta soykırım diye adlandırılması ve şiddetin durdurulması için eyleme geçilmesi çağrıları yapılıyor. Bu şiddete karşı Myanmar'da Aung San Suu Kyi'yi işbaşına getiren çoğunluk suskun. Din ve milliyet adına insanlık unutulmuş durumda.
Bu örnekler sayılmayacak kadar çok dünya üzerinde. Adeta insanlığın adım adım yokedilmeye çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz.
Öncesi de var tabii ama Türkiye de 12 Eylül'den bu yana açık ve sistematik bir şekilde insanlığın yok edildiği ve faşizmin yerleşik hale geldiği bir süreci yaşıyor. İdama, işkenceye duyarsızlık, gönüllü muhbirlik, suskun, korkak, sinmiş toplum yaratma projesinin bir sonucu aslında bugün yaşananlar. 1995 yılında 30 yaşındayken gözaltında "kaybedilen" Hasan Ocak'ın "Cumartesi annesi" Emine Ocak, insanlık yaşasa gözaltına alınır mıydı?
Hayri Tunç'un, Emine Ocak gözaltına alınırken çektiği fotoğrafa bakarken aynı kitaptan bir başka paragrafa takılıyorum:
"Savaşta oğlunu kaybeden anneye karşı bütün insanlar suçludur ve insanlık tarihi boyunca bu annenin önünde boş yere kendilerini aklamaya çalışırlar."
Tabii bu suçluluk duygusunun faşizme rağmen insan olarak kalabilenlere ait olduğunun da altını çizmek gerek.
Birinci kitabın sonlarına doğru Grossman, totalitarizm ve zorbalık ilişkisini de ele alıyor. Totalitarizmin zorbalıktan vazgeçemeyeceğini, vazgeçerse totalitarizmin yok olacağını söylüyor. "Çünkü" diyor, "insan gönüllü olarak özgürlüğünden vazgeçmez. İnsanın özgürlük talebi bastırılabilir ama yok edilemez". Ve kitabın bana göre en çarpıcı cümlesini de şöyle kuruyor: "Faşizmin en büyük düşmanı insandır."
Galatasaray'da her cumartesi günü bütün baskı, korkutma ve şiddete rağmen faşizme karşı en etkili mücadele olan insan kalma mücadelesi o nedenle korkutuyor iktidar sahiplerini. Yazarın dediği gibi, faşizm ve insan birarada yaşayamaz.