ayşe düzkan
gerçeği, yalnızca gerçeği
teşbihte hata olmaz, bugünün türkiye’sini mutfakta yangın, sokakta salgın, yatakta tecavüz, şeklinde tarif etmek yetersiz bile kalır. bu koşullarda, hayatın olağan akışında, türkiye’de ayasofya’nın camiye dönderilmesi konusu ancak "köy göçüyor, deli kız kulak deldiriyor" terimi kapsamında ele alınabilir. ama işte hayat, olağan akmıyor hatta aktığı bile şüpheli.
bu hamlenin amacının, oylarını geri çekmeye başlayan tabanını tekrar kendine bağlamak, toplumsal yarılmayı o en sevdiği laik/müslüman ayrışmasına yaklaştırmaktan ibaret olmadığını düşünüyorum. mesela önümüzdeki en az bir yıl boyunca, içinde başka bir devletin olduğu herhangi bir mesele - örneğin türk lirasının değerinin düşmesi, örneğin herhangi bir konuda uluslararası kamuoyunun kınaması - için ayasofya dışında bir izahata ihtiyaç olmayacak. bütün islam aleminin kalbini ümitle dolduran, osmanlı ihtişamının geri dönüşünü müjdeleyen, haçlı seferlerinin intikamını alan bir ülkenin vatandaşlarının pahalılıktan, işsizlikten falan şikayet etmesi…
nitekim, örtülü genç kadınları darlamasıyla ve zaman zaman da ağzının payını almasıyla tanıdığımız mikrofon erbabı kıvırcık, diline bu kez de fatih sultan mehmet’in bedduasını dolamış. ayasofya müze kalsın da ecdadın bedduasını mı alalım…
aslen kilise olarak inşa edilmiş, fetih sırasında cami olan, cumhuriyet’le birlikte müze haline getirilen ayasofya’ya cami statüsü verince, mesela israil’n mescid-i aksa’ya yönelik süren ve muhtemel müdahalelerine karşı nasıl tutarlı hukuki argümanlar geliştirilebilir? gücü gücüne yetene ise, israil çok daha fazlasını yapabilir! ya cumhurbaşkanı tayyip erdoğan’ın bir yıl kadar önce aynı teklif karşısında dillendirdiği riskler?
diğer yandan şunu da hatırlamak gerek; bölgede simge siyasetini benimseyen tek lider erdoğan değil. örneğin putin; dini araçsallaştırma konusunda kimseden aşağı kalmaz. (seçimlerde rus ortodoks kilisesi’nin desteğini almıştı! hatta tanınmış feminist punk grubu pussy riot elemanları, bunu protesto etmek için kurtarıcı isa kilisesi’nde yaptıkları bir gösteriden sonra tutuklanmışlardı.) nitekim kremlin’den yapılan açıklamaya göre erdoğan’ı telefonla aramış ve bu kararın ülkesinde büyük infial yarattığını söylemiş, erdoğan da ona, herkesin ayasofya’ya girebileceği ve hristiyanlar için kutsal olan alanların korunacağı garantisini vermiş. ayasofya’yı gezenler bunları koruyarak oraya namaz kılınacak islami bir kimlik vermenin ne kadar zor olduğunu görmüştür.
putin’i malum, boş yere ayı üstüne fotoşoplamıyorlar, kırık dökük de olsa türkçe bilse o da kasımpaşa’da, bilemedin eyüp’te katiyen emanet durmaz. ve rusya ile yanlışlıkla dahi olsa çatışmanın sonuçlarını da tecrübe etmişken neden böyle bir gerilim göze alınıyor ya da tercih ediliyor? siyasetin, bu konuyu geçiştirmek, müslümanları rahatsız etmeyecek cümleler kurmak ya da konuyu hristiyanlar açısından ele almak yerine "neden şimdi" sorusunu sorması ve ihtimalleri halka açıklaması gerektiğini düşünüyorum.
şunu unutmayalım. bugünkü iktidarın uluslararası alandaki politikaları, türkiye cumhuriyeti’nin geleneksel dış siyasetinden çok farklı. çok fazla risk alındığı da ortada ama bunun sonuçlarını başarısızlık olarak okumanın doğru olduğundan emin değilim.
bunları, "yönetemiyorlar!" iddiasının çok sık temellendirildiği alanlardan biri dış siyaset olduğu için yazıyorum. aynı şekilde, baskıya başvurma ihtiyacı da yönetememek olarak tanımlanıyor. bu doğru değil! çeşitli düzeylerde baskı bir yönetme aracıdır. baskıcı iktidarların ömrünün kısa olduğu fikri de doğru değil. tarih, bize baskıya dayanan yönetimlerin sonunun geldiğini gösterdi ama bu yazdan sonra sonbaharın başlaması gibi, doğal, kendiliğinden bir süreç değil, yoksa zaten her iktidarın bir gün sonu geliyor.
pahalılık almış başını gidiyor, işsizlik cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesinde, komşu ülkenin toprağına idari memur atanıyor, türk lirası dolaşıma sokuluyor, komşu bile olmayan ülkenin toprağına, başka ülke vatandaşlarından kurulmuş ordu gönderiliyor, en ciddi tehlike olarak görülen partinin üzerinden baskı eksik olmuyor, salgında ikinci dalga gelmeden birincisinin rakamları yükselişte ve yine cumhuriyet tarihinin en önemli kalkışmasının üzerinden yedi yıl geçti, bu yedi yılda kim bilir kaç kere "yönetemiyorlar, fazla zamanları kalmadı" yazıldı. daha nasıl yönetsinler! sıkışıklık var tabii ama zaman da var.
insan uykuya dalmadan önce hayal kurmak ister, insanın ümide ihtiyacı var. sanırım toplulukların da ümide ihtiyacı var. ama bir topluluk, hele de siyasi dertleri olan bir topluluk ümidini korumak için gerçeklikten uzaklaşmamalı. ayasofya’nın son koz olduğu söyleniyor, açıkçası koz olduğundan dahi emin değilim; yukarıda anlatmaya çalıştım. daha çok koz var ve çoğunluk hâlâ onları tercih ediyor. biz de ümitlenmeyi bir kenara bırakıp elimizde ve önümüzde neler var, onu konuşsak daha iyi olmaz mı?