Yetvart Danzikyan
Gıpta edilesi bir ülkeyiz
20 Ekim Cumartesi günü Cumhurbaşkanı Erdoğan Diyarbakır Stadı’nın açılışına katılmış. Açılış sırasında da bir konuşma yapmış. Demiş ki, "Ey Diyarbekir, sana acıdan, kandan ve gözyaşından başka bir şey vermeyenlerin dönemine son vermeye hazır mısın? Sana zulümden baskıdan ve korkudan başka bir vaadi olmayanların devrini kapatmaya hazır mısın?"
İlk duyduğumda ‘kayyımları mı kastediyor acaba?’ diye düşünmedim değil. Ancak işin doğrusu elbette ki AKP, kendi siyasi meşrebince hiçbir konuda sorumluluk almıyor, yine yaptığı işlerin tam tersiyle övünüyordu. Daha geçen hafta ele yüze bulaştırılan bir diplomasi oyunu ve buna eşlik eden yargısal bir fars sonucu Rahip Brunson’ın tahliye edilmesinden sonra iktidar hep bir ağızdan "Yargımızın bağımsız olduğu gerçeği bir kez daha ortaya çıkmıştır" demiyor muydu? Diyarbakır yerle bir edildikten, insanlar yaşadıkları evlerden sürüldükten, çatışmalı dönemde cesetler günlerce sokaklarda kaldıktan sonra da elbette "Sana zulümden başka bir şey vermeyenlerin dönemine son vermeye hazır mısın?" denecekti. Başka ne denecekti? "Büyük kabahatler işledik, bizi affedin" mi denecekti? AKP buna hazır mıydı? AKP seçmeni buna hazır mıydı? Devlet buna hazır mıydı? Bu ülkeye egemen olan siyasi ahlak buna hazır mıydı?
Tesadüfün iğne deliği olsa gerek, tam da bu hafta Diyarbakırlı yazar Mıgırdiç Margosyan ile bir röportaj yapmıştık Agos’ta. Diyarbakır’dan yeni dönmüştü. "Gavur Mahallesi" olarak bilinen, Ermenilerin oturduğu mahalleyi ve abidevi Surp Giragos Kilisesi’nin son halini anlattı Margosyan usta uzun. Daha doğrusu nasıl yok edildiklerini. Artık "Gavur Mahallesi" olarak bilinen mahalle kalmamıştı. Dümdüz edilmişti. Yoktu yani. Bir vakitler törenlerle tabelanın takıldığı Mıgırdiç Margosyan Sokağı da yoktu. Yok olmuştu. Hala halkın girip çıkmasının yasak olduğu bir bölgede yer alan Surp Giragos Kilisesi’nde ise her ne hikmetse her gün ya bir hırsızlık gerçekleşiyor ya da kilisenin kutsal bir bölümü tahrip ediliyordu. Ve her ne hikmetse bütün bunları hiçbir güvenlik görevlisi görmüyordu. İşte bütün bunları anlattı Margosyan usta bu haftaki Agos’ta kendi üslubunca. Ve elbette Suriçi’nin nasıl ruhunu, dokusunu kaybettiğini.
Şimdi bunları daha yeni dinlemiş ve yayınlamışken Erdoğan’ın sözlerini duyunca ne hissetmeli insan? Ne düşünmeli? Hiç şüphesiz, gıpta edilesi bir ülke olduğumuzu. Baksanıza Suudi muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın korkunç bir muamele ile Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda öldürülmesinden sonra devletimizin takındığı tutuma. İnsan haklarına çok büyük önem veren bir ülke olarak elbette bu konunun sonuna kadar araştırılmasından yanaydık.
Evet bir vakitler karakollarda öldürülen, kaybedilen muhaliflerin ailelerinin yıllardır sürdürdükleri hak arama mücadelesine artık izin vermiyor olabilirdik. Sokağa çıkmalarına bile izin vermiyor, kimi kayıp yakınlarını her fırsatta gözaltına alıyor, onlara hakaretler de ediyor olabilirdik. Ama olsundu. Türkiye’nin uluslararası hukuka en fazla saygı gösteren bir ülke olduğundan kim şüphe edebilirdi?
Evet muhalif bir STK yöneticisini bir yıldır iddianamesiz, mahkemesiz hapiste tutuyor da olabilirdik. Ülkedeki Kürt siyasi hareketinin seçilmiş liderini de hapse atmış ve aylardır orada tutuyor olabilirdik. Ancak Türkiye’nin bilhassa insan hakları ve özgürlükler bakımından tüm dünyanın kıskandığı bir ülke olduğu gerçeğini kim değiştirebilirdi? Elbette ki Türkiye’yi çekemeyen bazı çevreler. Bunlar zaten Türkiye’ye ekonomik bir savaş acımışlardı. Yoksa Türkiye’de her şey son derece yolundaydı. Gıpta edilen daha doğrusu gıpta edilesi bir ülke değil miydik?
İroniyi bir yerde kesmek gerekiyor artık. Şu dönemin bir özelliği de her ne halt ediliyorsa tam tersiyle övünmek. Kürtler eziliyor, yaşadıkları yerlerden koparılıyorsa, "Kürtler tarihlerindeki en özgür dönemi yaşıyor" denebilir, yargı iktidarın gelgitlerine göre karar veriyor, insanlar sadece muhalif oldukları için iddianamesiz ya da tuhaf iddianamelerle aylarca yıllarca hapiste tutuluyorsa "Yargı en özgür dönemini yaşıyor" denebilir. Ülkedeki en kadim Ermeni mahallesi yerle yeksan edilmiş, tek bir iz kalmamışsa, Ermeni toplumuna devlet tarafından bir patrik genel vekili dayatılmış, Ermeniler 1960 sonrasında en uzun patrik seçemedikleri dönemi yaşamış ve yaşıyorlar ise "Türkiye’de inanç özgürlüğü en üst seviyelerdedir" denebilir. Burada dikkat edilecek nokta, tüm saydığım konularda "Eh, idare ederiz" dememektir. En iyisiyiz, en kralıyız demektir.
Gıpta edilecek bir konu varsa herhalde o da hakikati eğip büküp ters yüz edip yepyeni ve pazarlanabilir bir "gerçek" yaratma maharetindedir. Boş yere demiyoruz, ‘hakikat ayrı, gerçek ayrı’ diye.