Candan Yıldız
Görmesek de açlık grevleri var! (2)
Memleket Türkiye olunca, dejavu duygusundan kurtulmak mümkün görünmüyor. Geçen yıl eylül ayında, "darbe girişimi gecesi İmralı’ya baskın gerçekleştirilecekti" iddialarının ardından başlatılan açlık grevi, Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan’ın adaya gidişiyle son bulmuştu.
Çok değil, yaklaşık 6 ay sonra Diyarbakır’da yine siyasetçiler ve aileler kimi cezaevlerinde 50 günü aşkındır devam eden açlık grevindeki çocukları için "Susmak ölümleri onaylamaktır. Susmayacağız" mesajı ile süresiz/dönüşümlü eyleme başladı. Eylemin mesajı açık olsa da Öcalan tişörtlerinin giyilmesi başka anlam içeriyor.
Zira Diyarbakır Newroz’unda ağırlığını gençlerin oluşturduğu o büyük kalabalık, mübalağa etmeden söylemek gerekirse "Önder Öcalan" slogan dışındaki sloganlara pek rağbet etmemişti. 27 Temmuz 2011’den beri avukatlarıyla, 5 Haziran 2015’ten beri İmralı Heyeti ile görüştürülmeyen Öcalan’ın, ailelerin başlattıkları açlık grevlerinin de simgesi olması, sadece işkence olarak kabul edilen tecrite karşı bir duruş değil, aynı zamanda bütünlüklü talepler silsilesinin toplumsal karşılığını güçlendirmenin de bir ifadesi. Referandum öncesi başlatılan eylemin karşılık bulmasını beklemek, MHP tabanından umduğunu bulamayacağı aşikar olan iktidarın hadsiz-hudutsuz pragmatizmine bel bağlamak olur ki, onun da bolca ödenmiş bedeli tozlanmadan duruyor yanı başımızda. 500'e yakın PKK ve KCK'li tutuklunun başlattığı ve 68 gün süren, Öcalan'ın talimatıyla sona eren, çözüm sürecinin yolunu açan 2012’deki açlık grevlerinin iklimi de yok ufukta…
İstanbul’daki son HDP mitingine batıda yaşayan Kürtlerin daha ağırlıkta katılımının insan haklarının en zayıf halkası olan cezaevlerindeki hak ihlallerinin "Kürtlere dönük" olarak algılandığının bir göstergesi olduğunu söylemek abartı olmaz. Bu nedenle Diyarbakır’da Öcalan tişörtleriyle başlatılan açlık grevi bunun bir turnusolu aynı zamanda.
Hak ihlalleri gibi genel bir başlığın altında inceltilmesi mümkün olmayan, ya da görünmez kılınan gerçekleri Batı’ya anlatacak öyküleri açığa çıkarmanın vakti geldi de geçiyor. Zira söz konusu olan insan hayatı. Örneğin Diyarbakır’da açlık grevine giren ailelerden birinin dört çocuğu cezaevinde. İkisi açlık grevi eyleminde, biri de 20 Mart’ta tahliye edilmesi gerekirken, disiplin suçu gerekçesiyle tahliye edilmiyor.
Yine Diyarbakır 5 No’lu çağrıştıran türde tutuklulara yönelik tek sıra uygulaması, "Terör Örgütü Mensubu" yazılı kimlik kartlarının zorla taktırılmak istendiği iddiası, gece baskınları, açık görüşlerin 2 aya çıkarılması, görüşlerde hem tutuklulara hem de tutuklu yakınlarına çıplak aramanın dayatılması, görüşçülerin darp edilmesi, havalandırma gibi tutukluların özel alanı olarak kabul edilen mekanların kameralarla gözetlenmesi, zorla parmak izi alınması ihlallerin kaba listesi ve eksik.
20 farklı cezaevinde toplam 187 siyasi tutuklunun süresiz-dönüşümsüz açlık grevi sürerken, CHP’nin sessizliğini de not edersek, açlık grevlerinin öncüsü konumundaki Şakran Cezaevi, hatırlanacağı üzere çocuk tutuklulara yönelik işkencelerle gündeme gelmişti. Şakran’da 55 günü geride bırakan açlık grevi eylemcileriyle görüşmek için HDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü ve Sibel Yiğitalp Adalet Bakanlığı’ndan yanıt bekliyor. Bakan Bekir Bozdağ ile görüşmeden somut adımlar çıkmamıştı. Devlet kurumlarında devlet mesafesinin korunmadığı açık ortadayken, siyasiler cezaevlerinde provokasyon zemininden korkuyor. Ailelerin tanıklıklarından yola çıkarak "Gizli" bir genelgenin cezaevlerinde uygulandığı iddiasının yanı sıra 15 Temmuz sonrası intikam hukukunun, kamu görevlilerinde yarattığı "ben devletim" zehirlenmesi "yeni siyasetin" anomalisi olarak cezaevlerinde karşımıza çıkıyor. Daha da geç olmadan, referandumu beklemeden; toplumsal yarılmayı derinleştirecek sonuçlara dur demek için, en önemlisi yaşatmak için grevleri artık GÖRELİM.