Güney Amerika/Abya Yala kendini yenileyebilecek mi?

Güney Amerika’da göze çarpan sorunlardan biri de yaygın sosyal şiddet. Venezuela geçen yıl gerçekleşen yaklaşık 12 bin ölümün nüfusa oranıyla bu konuda ilk sırada.

ABD ve Çin’in ön plana çıktığı postmodern karakterli yeniden paylaşım savaşından önemli ölçüde etkilenen Güney Amerika’da Korona salgını da ciddi bir tahribat yarattı. Dünyada bu süreçten "en kötü" etkilenen bölge. 

Güney-Orta Amerika ve Karayipler 646 milyon civarı nüfusuyla dünyadaki insan varlığının yaklaşık yüzde 8’ini teşkil ediyor. Bölgede yaklaşık 550 bin kişi Korona virüsü nedeniyle hayatını kaybetti. Bu dünyadaki toplam ölüm oranının dörtte birinden daha fazla. Etkinin bu kadar büyük olmasını sağlayan kuşkusuz iç içe geçmiş birçok faktör söz konusu. Bir kısmına göz atmaya çalışalım.

Örneğin salgınla birlikte ekonomik daralma ve onun paralelinde sosyal eşitsizlikler ciddi tırmanışa geçti. Salgın döneminde bölge ekonomisinin yüzde 8 oranında küçüldüğü tahmin ediliyor. Venezuela yüzde 30’la ilk sırada, yüzenin bu kadar yüksek olmasında ABD’nin ambargo politikası büyük oranda etkili. İkinci sırada yüzde 13’le Peru var. Bu dönemde bölge genelinde 30 milyon kişinin işsiz kaldığı görülüyor. Önümüzdeki yıl daha fazla insanın işini kaybedeceği tahmin ediliyor. Bunda bölge ekonomilerinin genelinin tek ürün ve ham madde ihracatına dayalı oluşu önemli bir neden. Diğeri de kuşkusuz neredeyse yüzyıllara dayalı kapitalizmin derinleştirdiği bağımlılık ilişkileri ve egemen kesimlerin şiddeti önceleyen yoz politik kültürü.

Bütün bunlarla birlikte eğitim ve sağlık alanlarındaki uygulanan neoliberal politikaların yarattığı tahribat da daha görünür hale geldi. Örneğin Peru’da sık sık sağlık çalışanlarının sokaklara çıkarak "sağlık alanına yeterince bütçeden kaynak ayrılmasını ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini" istemeleri tesadüf değil. Peru’da salgında 40 bin kişi hayatını kaybederken bunun 300 kadarı sağlık emekçisiydi. Buna karşın zenginlerin varlıklarına varlık katmayı önceleyen politikacılar sağlık alanına kaynak ayırmak yerine onları çalmayı yeğlediler. Şu an sayısını unuttum Peru’da kaç başkanın, kaç politikacının yolsuzluktan yargılandığı ve mahkum olduğunun. Doktorlar seslerini duyuramadıklarını düşünüyor. En son Başkent Lima’da Salı günü süresiz açlık grevine başladılar, belki bizi bir duyan olur diye.

Yaygın sosyal şiddet

Güney Amerika’da göze çarpan sorunlardan biri de yaygın sosyal şiddet. Venezuela, Brezilya, Meksika ve Kolombiya bu konuda önde gelen ülkeler arasında. Venezuela geçen yıl gerçekleşen yaklaşık 12 bin ölümün nüfusa oranıyla bu konuda ilk sırada. Bu her gün en az 32 kişinin öldürülmesi demek. Bu Meksika’da günlük 105 gibi rakamlara ulaşıyor. Tabii bu rakamların sadece tespit edilebilenlerle sınırlı olduğunu hatırlatmalıyım. Ülkeden ülkeye farklılaşmakla birlikte bu ölümlerin ağırlığında örneğin  Brezilya, Kolombiya ve Venezuela’da polisin rol oynadığı görünür bir gerçek.

Sosyal şiddetin bu denli yaygın olmasında kuşkusuz bir çok yapısal nedenin yanı sıra egemen politik aklın da bir rolü olmalı. Brezilya’da Bolsonaro, Kolombiya’da Duque gibi Trump’ın bölge versiyonu politikacıların şiddeti esasa alan  siyasetleri nedeniyle bu ülkelerin ilk sıralarda yer almasını elbette garipsemiyorum. Fakat Venezuela’da 1999’dan bu yana iktidarda olan "Bolivarcı sosyalizm" anlayışının bu meseleye öncelik verip örneğin "Niye bizim ülkemizde her yıl bu kadar çok insan öldürülüyor, bunun yarısını güvenlik görevlilerimiz öldürüyor, bu nasıl oluyor? Ya da her hafta ülkemizde neden 22 kişi intihar eder" diye sorması gerekmez mi? Tabii bunun yerine  Maduro’nun her öğün "emperyalizmi nasıl mahvettik" nutuklarını da dinleyebilirsiniz.

Başlıktaki soruya dönecek olursak, kestirmeden bir yanıt vermek eğer kastımız gerçekten "başka bir dünya" yaratmak adına olacaksa bir hayli zor gözüküyor. Fakat yaşanan sorunlar ister istemez insanları harekete geçiriyor. İnsanlığın genelinin ve özellikle Güney Amerika’nın halklarının, olan duruma rıza göstermeye zorlayacak bir ideolojik kuşatılmışlık içinde olduğu da söylenemez. Yakın zamana kadar ister beğenelim ister beğenmeyelim bölge solunun özellikle Chavez’in hayatta olduğu yıllarda kıtanın genelinde, Latin milliyetçiliği temelinde de olsa olumlu hava estirdiği bir diğer gerçek. Bölge ülkeleri ALBA(Bizim Amerika Halkları için Bolivarcı İttifak) gibi oluşumların da katkısıyla ciddi bir enerjiyi harekete geçirmişlerdi. Bugün Venezuela umudu ne kadar temsil ediyor tartışılır fakat bu deneyimler unutulmuş olamaz.

Kıtanın geneli halk hareketleri açısında zengin bir geçmişe sahip. Bugün yaşananlar da az değil. Örneğin Arjantin’de kadın hareketi nihayet yasal kürtaj hakkını kazandı. Bu bir ilk. Şili’deki süren direniş Pinochet anayasasını çöpe attıracak güce ulaştı. Bolivya’da sol kendini yenileyerek ABD destekli darbecilere karşı tekrar iktidar oldu. Peru uzun zamandır hiç olmadığı kadar halk hareketlerinin gelişme kaydettiği bir yer. Kolombiya, Ekvador, Guatemala ve Haiti gibi ülkelerdeki halk hareketleri dikkate değer nitelikte. Fakat bütün bunlar "ortaklaşma" doğrultusunda düşünceler ve genel idealle beslenmediği takdirde mevcut yeniden paylaşım savaşı içerisinde tek tek etkileri zayıflatılabilir güçte. Ve maalesef sorun sadece Güney Amerika ile de sınırlı değil.

Kaçan fırsatlar

Meselenin bu boyuta gelmesinde bölge solunun kaçırdığı bazı fırsatların da rol oynadığını düşünüyorum. Özellikle Chavez’in yaşadığı yıllarda elde olanaklar ve ciddi bir halk desteği olmasına rağmen Venezuela neden imrenilecek bir ülkeye dönüştürülemedi sorusuna yanıt vererek belki başlanabilir. Elbette derdiniz, sosyalizm adına yapmadıklarınıza bahane üretmek değilse. Bahane sözcüğü aklıma yakın zamanda Venezuela ile ilgili okuduğum bir haberi getirdi. Olay kısaca şöyle, 13 yaşında bir kız çocuğu 50 küsur yaşlarındaki bir komşunun tecavüzüne uğruyor ve hamile kalıyor. Sonra çocuğun düşürülmesine tecavüz kurbanı kızın öğretmeni yardım ediyor. Olayın açığa çıkmasıyla öğretmen hapse giriyor. tecavüz kurbanı çocuğa karşı ise soruşturma başlatılıyor. Biraz hikâyeyi kısa tutuyorum. Soru şu: sizce yıllardır orada hüküm süren "ilerici" iktidar, yasal kürtaj meselesini bir problem olarak tanımlayıp bu sorunu çözemez miydi? Güney Amerika’nın kadınları en azından kıtada bir ülkede bu hakka kadınların sahip olduğunu daha önce göremez, gösteremez miydi? Yılda kıta genelinde 6-7 milyon kadın kötü koşullarda kürtaj yaptırmak zorunda kalırken Venezuela bunlara yardım elini uzatıp "başka" olamaz mıydı?

ABD’nin bunca zorlamasına rağmen Maduro açısından iktidarı korumak elbette göreli olarak bir başarı sayılabilir. Ama yeterli bir ölçüt olmamalı. Türkiye’deki mevcut diktatörlüğün taraftarları da pekala aynı kafayla övünebilir. Yapıyorlar da zaten. Peki korunan iktidar kimin hükümranlığı? İki ülkeden de İsviçre bankalarına milyarlarca dolar aktarılması tesadüf olabilir mi? Kimin varlıklarını, kim, nereye kaçırıyor?

Tesadüf olmayan bir şey daha var. ABD’nin bunca zulmüne rağmen kuzeye doğru gitme, göçme isteği. Sanıyorum "hiç bir şey yaşadıklarımızdan daha kötü olamaz…"deyip geçenlerde Honduras’tan binlerce insan bütün zorlukları göze alıp yine yollara çıktı. Buna Biden’ın göçmen politikasında Trump gibi olmayacağını söylemesi bile yetti.

Yetmeyen insanlar da var tabii. Haiti’de her gün çeşitli "felaketler"le uğraşmaları azmış gibi ABD’nin desteklediği diktatöre dönüşmüş Moise’den bıkan "nefes alamıyoruz" diye seslenen insanlar gibi.

Yeniden umut yaratmak/olmak elbette mümkün. Bunun en önemli ögesi de öz eleştirel düşünmek ve yaşamsal meşruiyetler üretmekten geçiyor….

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aykan Sever Arşivi