Candan Yıldız
Havası ayrı hava…
"Hayatın olağan akışına uygun" değil cümlesinin en "uygun" olduğu mekan Meclis… En azından epey bir süredir. Ceren Lordoğlu’nun "İstanbul’da Bekar Kadın Olmak" kitabında "mekan", "tahakküm ve itaatin, dayanışma ve işbirliğinin karmaşık ilişkiler ağı" olarak tanımlanır. Meclis’e uyarladığımızda ise itaat ve dayanışmayı da içeren ancak "hayatın olağan akışına" uygun olmayan bir irrasyonelliği görüyoruz.
Yemin günü oradaydım… İstanbul’dan bir gazeteci olarak Meclis’in çölde vaha bahçesini arşınlarken, ortalık panayır alanı gibiydi. "Çocuklarının okula kaydına eşlik eden aileler" havası hakimdi. Şık kadınlar, güzel elbiseler giymiş çocuklar, takım elbiseli erkekler... Vekiller kalabalık bir grup halinde dolaşıyordu. Ama hep en öndeler. Eşlik grubunun koruması ya da himayesi altındaydılar sanki. "Bıraksak bu koca mekanda kaybolacaklar" havası diyebiliriz. Hatıra fotoğrafı çekimi her yerdeydi. Hatta bazıları özel fotoğrafçı bile getirmiş. Vekil olmanın sağladığı olanaklara küçükten büyüğe herkes vakıf gibiydi.
Hayatın olağan akışı denebilirdi buna. Ama yer Meclis olunca, memleketin halinin epey uzağındaydılar. Her ne kadar "danışma meclisi" statüsüne gerilese de yasa yapıcı Meclis, temsiliyet ağırlığını hala taşıyordu.
Her vekilin geliş amaç ve öyküsünden bağımsız olarak Meclis’e nasıl ve kim tarafından gönderildiklerinin, vekil sorumluluğunun birinci maddesi olup olmadığı koklanabiliyordu panayır havasında. Zira memleketin hakiki gerilimleri yeşili bol, içecek ve yiyeceği piyasa fiyatlarının çok çok altında olan Meclis’te pek az hissediliyordu. "Vekilim" hitabet enflasyonuna sık sık rastlayınca, bir vakit sonra, genelleşen bu sıfat prototip yaratmaz mı diye de düşünmedim değil. Meclis sath-ı mailine girildiğinde, "metamorfoz" ileri bir yorum olsa da, vekil profilinin tarifini şöyle yapmak mümkün: Kendinden emin görünümlü, sürekli meşgul havasında, şürekası ile dolaşmayı seviyor, hayatın olağan akışındaki mütevazılığı seyreltilmiş halde… Siyaset üretmelerine gerek kalmayacaklarının da farkındalar. Hazır gıda gibi hazır sözlerin tedavülünden sorumlular.
Genellemeler risk içerir bilirim. Çizdiğim tablo, yeni rejimde Meclis’in işlevi, özgül ağırlığı ve kapladığı alan ile hem ilişkili hem değil. Meclis’in gücüne inanç, vekil profilinde etkili bir parametre olabilirdi, ancak bu biraz Türkiye siyasi kültür ve geleneği ile de ilişkiliydi.
Genellemelerin dışında, "hayatın olağan akışı"na uygun halk temsilcileri de vardı. Panayır havasından rahatsızdılar. Resmi ve gayri resmi OHAL hiç yokmuşçasına Meclis’teki "her şey yolunda" havasını anlayamıyorlardı. Yoksulların ve ezilenlerin sorunlarının sesi olmanın sorumluluğu vardı cümlelerinde. Bakmayın sayıları az olduğuna, varlıklarının "çokluğu" hissediliyordu. Ne olacak bu Meclis'in hali kaygısı yüzlerinden okunuyordu. Kendilerine biçtikleri misyondan emindiler ama Meclis'in özgül ağırlığının hafiflediğinin de farkındalardı. Buna rağmen ekimde açılacak yeni yasama döneminde (KHK dönemine paralel olarak) neleri öne çıkaracaklarının kulisini yapıyorlardı. Sözlü soru sorma yetkisi ellerinden alındığı için, toplumsal herhangi bir sorun, olay, gelişmeye dair sorularını Meclis kürsüsünden sorabileceklerini biliyorlardı.
Kendilerini Meclis’in asıl sahibi gibi hisseden vekiller ise hemen ayırt edilebiliyordu. Özellikle Genel Kurul salonunda. İzleyici locasından yapılan tezahüratlardaki "sınırsızlık", güç tezahürüydü. Gücün devşirildiği kaynak ise halkın vekili olmaktan çok, matematiksel çoğunluğa, uzun yıllardır iktidar olmaya dayanıyordu.
Yeni dönemde Meclis, "danışma meclisi"ne dönüştürülse de siyaseti milletin sinesine taşımanın olanakları yok değil. Sürekli olarak dava ve olay takip eden vekil profilinin, seçmenle daha organik ilişki kuran vekil modeline dönüşmesi mümkün. Kürsünün gücü hala var zira.