HDP’siz yeni sistem kurmak!

HDP’siz yeni bir sistem kurulabilir. Ancak % 13 ve 6 milyon oy alan bir siyasal, sosyal hareketi baskıyla, itibarsızlaştırıcı propagandalarla yok etmek mümkün değil.

1990’da SHP’den istifa eden Kürt, Türk kökenli 10 milletvekilinin kurduğu Halkın Emek Partisi (HEP)'le başlayan gelenek daha sonra kurulan 5 partinin kapatılmasıyla devam etti. Bu gelenek her koşulda parlamento içinde siyaset yapmayı bırakmadı. Öncelikle bunu not etmek gerekiyor.

Çünkü:
Türkiye sosyalist sol geleneğinde özellikle 60’lı yıllarda "parlamento içi" mücadeleyi savunduğu için Türkiye İşçi Partisi (TİP) devrimci olmamamakla, reformcu olmakla ve burjuvaziye teslim olmakla suçlandı.  Neyse bugün bu görüş ana akım sol görüş olmaktan çıktı. HDP öncüllerinin bu değişime önemli katkısı olmuştur.

HEP’le başlayan gelenekle soldan gelenlerin birikimini birleştirmek, demokrasinin korunması ve geliştirilmesinde rol oynayacak Türkiye partisi olmak amacıyla 2012’de HDP kurulmuştu. Sol bileşenleri,  partinin Kürt kimliği ilişkisinin nasıl olacağı ve Türkiye partisi hedefi… çok tartışıldı.

Ancak HDP’nin başına gelenler, çok partili hayatta hiçbir partinin başına gelmiş değil. İktidar HDP’yi "terör uzantısı" olarak suçluyor, itibarsızlaştırma ve kriminalize gösterme çabalarına karşın mecliste varolmaya ve meşruiyet alanında mücadele etmeye devam ediyor.

Neden HDP iktidarın ve devletin topunun ağzında? Bu sorunun tek bir yanıtı var: HDP’nin demokrasiyi ilkeli savunanların siyasal bileşeni olma potansiyeli taşımasıdır. Bu potansiyel aynı zamanda sistemin otoriterleşmesine karşı duruş sergiliyor. Sistemin ideolojik, siyasi ve devletin otoriter yeniden yapılanmasına karşı demokratik alternatif geliştirebilecek özelliğe sahip olması.

HDP, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve değişik dinamiklerine umut aşılıyordu.

Temmuz seçimlerinde %13 oy alması nasıl bir geleceğe doğru gidildiğini gösteriyordu. Türkiye’nin her yerinden oy almış olmanın yanında değişik boyutlarda demokrasiyi savunan çok farklı sosyal kesimlerden oy alan kitle partisi, HDP’lilerin tanımıyla Türkiye partisi olma iddiasını da kanıtlamış oluyordu.

HDP, 12 Eylül’den sonraki siyasal süreçte, SODEP-SHP’den sonra demokratik, özgürlükçü çekim merkezi oluyordu. Devletin ezber kodları bozulmaya başlamıştı, Barış Sürecine evet diyen devlet ve iktidar, bu sürecin kafalarındaki sitem açısından tehlikeli olduğunun farkına sonradan vardılar. Çatışmasızlık sürecinin politikaları ile çatışmalı sürecin politikaları, siyasi, askeri, bürokratik ve iş âleminin aktörleri aynı olmuyor.

HDP çatışmasızlık sürecinin ve devletin demokratik yeniden yapılanmasının çok önemli siyasi ve sosyal taşıyıcısı parti olmaya doğru gidiyordu. Bu politik yol, zihniyet ve herkesi kucaklayıcı Türkiyelilik dili MHP dışında, CHP’yi, AKP’yi de etkiliyordu.

CHP’nin sürekli HDP’lileşmekle suçlanması, CHP’yi Yeni Sistem kuruluşu sürecinde etkisiz hale getirmek... CHP yönetimi bu tür provokasyon tuzaklarına sürekli düşüyor. HDP’ye yönelik baskılar karşısında sessiz kalıyor, "milli" olduğunu ispatlama adına MHP milliyetçiliğini savunur duruma düşüyor.

CHP, HDP yakınlaşması, MHP-AKP ittifakına karşı hem siyasal, hem sosyal güçlü alternatif olabilir, sistem değişikliği tehlikeye bile girebilir. Bundan dolayı toplumu "yerli ve milli" olarak ikiye bölünüyor ve "yerli-milli" olmayanların "teröre destek" verdikleri algısı sürekli işleniyor. Böylece CHP, HDP yakınlaşmasını engelleyecek belden aşağı her şey yapılıyor. Bunda başarılı da oluyorlar.

HDP’nin "terör uzantısı, gayri milli" ilan edilerek HDP’siz Cumhurbaşkanlığı Sistemini inşa etmenin önünde engel kalmayacağı hesaplanmış olmalı. "Seni başkan yaptırmayacağız" sloganına karşı öfke birikiminin ve Demirtaş’ın hedefe konulmasının kişisel öç almanın ötesinde otoriter sistem ideolojisine karşı çıkışı susturmak amaçlı olduğu daha iyi görülüyor.

3. Kongresini yapan HDP’nin işi çok zor. Birincisi, bütün baskılara karşın partisel varlığını korumaya ve sürdürmeye çalışıyor olması. İkincisi, parti içindeki çeşitliği ve çoğulculuğu demokratik ve özgür tartışma ortamında tutmaya çalışması, monolitik siyasal gelenek ve kültürü değiştirerek gelecekte bütün toplumu kucaklayacak zihniyeti geliştirme çabası.

Üçüncüsü ve belki de en zor olanı, 2019’da fiilen yürürlüğe girecek olan Cumhurbaşkanlığı Sistemine karşı alternatif sunması. Sorun elbette bir metin veya metinler manzumesi yazılması değil. Milli ve yerli ideolojik hegemonyasına karşı hegemonya oluşturacak bir dil geliştirmek ve toplumda dalga yaracak fikirler ortalığa saçmak. İktidarın devasa iletişim araçları ve devletin bütün ideolojik aygıtlarıyla yaratılan algıyı ters yüz ederek karşı hegemonya oluşturmak çok zor. HDP, varlığının da bu zorluğu aşmak olduğunun bilinciyle hareket ettiğinde hikâyesini ortaya koyacaktır. O hikâye ortaya konulduğunda dilden dile dolaşır, umut gerçekliğe dönüşür.

Selahattin Demirtaş bu hikâyenin çok iyi anlatıcısı, güven veren, herkesin kendinden bir şey bulduğu birisiydi. Bu toplum, siyaseti, siyasetçiyi çoğunlukla böyle düşünüyor. Bazen siyaset sosyolojisi ve siyaset felsefesinin yazdığı yasalara bakarak, reel siyaseti okuyup anlamak ve doğruyu çıkartmak olanaklı olmayabiliyor.

HDP’siz yeni bir sistem kurulabilir. Ancak tarihe geçmiş % 13 ve 6 milyon oy alan bir siyasal, sosyal hareketi baskıyla, itibarsızlaştırıcı propagandalarla yok etmek mümkün değil.

Son olarak şunu söylemek lazım. HDP’nin içinde yer alan aydın, entelektüel, siyasi birikim ve deneyime sahip olanlardan çok çok daha fazlası HDP dışında. HDP bu potansiyelle etkileşim kurabildiği ölçüde hikâyesine güç katar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi