Hüseyin Çakır

Hüseyin Çakır

Herkes kendi referandumunu yapıyor

Siyasi tarihimizde devleti arkasına alan, devleti babasının malı gibi kullanan iktidarların iki yakası bir araya gelmedi. Korku, korkutmaca, hile ve yalanın bir karşılığı var bu memlekette.

Bu referandum kampanyası anayasa maddesi değişikliklerinin doğruluğu yanlışlığı, yararlılığı ve yararsızlığı ötesine geçti. İktidarın ve Cumhurbaşkanının mutlak yönetme yererlilik ve yerensizliği halk oylamasına dönüştü. Bunu da Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP iktidarı adına MHP gazoz kapağı açacağı rolü oynayarak  "derin devletin bir aparatı adına" gündeme getirdi.

Cin camdan çıktı, aklı esir aldı ve referandum süreci başladı.

 Bu süreçte sık sık duyduğum söz " yalan bu kadar parlatılıp söylenmez ki". Tabi ki bunu söyleyenler Hayır diyenler ve çoğu da partisiz olanlar. Yalanı parlatıp, meydanlarda, TV programlarında, bilbordlarda, afişlerde gözümüzün içine içine sokan AKP ve altında imza olmayan Erdoğan posterli devasa afişlerinde yer alan sloganlar.

Bir şey ya çok küçük ya da devasa olunca görünmez olur. Bu kampanya 6 Kasım 1983 seçimlerinde Milli Güvenlik Konseyi ve Kenar Evren destekli Milliyetçi Demokrasi Partisinin (MDP) şaşalı kampanyasını hatırlatıyor. Kenan Evren’de meydanlara çıkıp MDP için oy istemişti. Evdeki hesap çarşıya uymadı.

Siyasi tarihimizde devleti arkasına alan, devleti babasının malı gibi kullanan iktidarların iki yakası bir araya gelmedi. Korku, korkutmaca, hile ve yalanın bir karşılığı var bu memlekette. Başka ülkelerde de bu yöntemin geçer akçe olduğunu ABD seçimlerinde gördük. Avrupa, yabancı- göçmen düşmanlığı korkusu üstünden ırkçılığın ayak seslerini nefesini tutmuş bekliyor!

Bir şey olduğundan fazla parlatıldığında ve hakikatler çarpıtılarak gerçekmiş gibi dev aynasında defalarca, defalarca gösterildiğinde görünmez olur.

Herkes kendine göre tarih yazıyor

Evet, propagandasını yapanlar sık sık geçmişten örnekler veriyorlar. Bizim dikkatimizi tarihsel bağlamlarından kopartılmış tarihi bir kıyaslamaya yönlendirmeye çabalıyorlar. Yakın zamanda ve bugün gerçekte neler oluyor, buna odaklanmaktan uzaklaşalım ve soru sormak kimsenin aklına gelmesin istiyorlar.

Geleceğe dair hep makro sözler ve projelerden söz ediliyor. Hayatında hiç Marmaray’dan, 3. Köprüden geçmeyecek 3. Havaalanından uçağa binmeyecek kişiye/insanlara  "işte bu büyük Türkiye fotoğrafı" diye gösteriliyor.  Ama şu söylenmiyor: Bunlar Yap-İşlet olarak yapılıyor, devlet şu kadar araç geçecek, şu kadar yolcu binecek diye garanti veriyor,  bu hedef tutmazsa- ki  Osmangazi Köprüsünde tutmadı- 2017 ‘ nin ilk 50 gününde  devlet kasasından bu firmalara  225 milyon ödendi. Bizde devlet kasası denilince devlet sanki kasasını uzaydan dolduruyormuş gibi umursanmaz. Bu 225 milyon Urfa Viranşehirli, Mardin Derikli, Trabzon Akçaabatlı, esnaf, memurun vergilerinden ödeniyor. Parlaklığa bakanlar bunları göremiyor,  böyle sorular aklı teğet geçiyor. Hayat hep böyle lay lom devam eder mi?

Birde şanlı yüce, ulu tarih hikâyesi var. Bizimkilerin tarih hikâyesi de,  "Aslanların tarihini, avcıların yazmasına"  benziyor. Tarih yazımı öznel olduğu gibi tarih anlatımı da, hele bu devletler ise hiç kusuru, yanlışı olmayan, en mükemmel tarih anlatımı oluyor.

Toplumlar tarihleriyle yaşarlar. Tarihi bugüne taşıyarak yaşamak, sonuçta IŞİD vari zihniyete,  ideolojiye götürür ki, bu da insanları, toplumları ve devletleri maceracılığa sürükler.  Marks’ı, sosyal ve politik tarihçi olarak  tarihe yazdıran başyapıtı, 1851-1852 yılları arasında kaleme aldığı "Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i" nde , Hegel’in "bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir" sözüne karşılık  Marks  "Hegel eklemeyi unutmuş: İlkinde trajedi, ikincisinde komedi olur" der. Türkiye’nin içinden geçtiği anayasa değişikliği ve sistem/rejim amacı da Bonopartizm’den izler taşıyor.

Tarih ve tarihsel olgu ve olaylar elbette çok önemli, kim tarihi olgu ve olayları yorumlarsa kendini doğru ve haklı çıkartacak okuma ve yorumlama yapıyor.  Bu tarih okuması ve yorumlaması da hep geçerli oldu hala geçerli. Mesele bu öznel okumadan ne amaçlandığıdır.

Bonapartizm ve  Abdülhamit  Modeline Demokrasi Diyorlar

Türkiye’de birden çok demokrasi tarihi okuması, yorumu var. Bütün bu okuma ve yorumlar, ekonomik terimle "kar" amaçlı. Çok partiliğe geçiş "övünç"  kaynağıdır. Ama bu çok partilik içinde komünistlerin, Kürtlerin kimlikleri yasaktır. İslamcı partide yasaklıdır ama onlar bugüne kadar bu ad altında parti için mücadele vermediler. Çok partililik demokrasi tarihini komünistler, Kürtler farklı anlatacak,  AKP’liler MHP’liler CHP’liler farklı anlatacaklar, herkes için anlamı ve değeri de anlatıma göre olacak.

Bu gün demokrasi var, gelişiyor diyenler de demokrasiyi, tarihsel gelişimi ve bağlamlarından kopartıyorlar. Bonapartizm ve  Abdülhamit rejimi benzeri sistemlere demokrasi diyorlar, bunu örnek alıyorlar.

AKP’li militan/partizan hukukçular,  Hegelyen demokrasi kavramı ve pratiğini bugün çok geçerli bir demokrasi argümanını yeni bir şey keşfetmişler gibi sunduklarında çok komik oluyorlar. Hegel ve Karl  Schmitt mezardan   çıkıp gelseler, "bizi de Türk tipi yapmışsınız" derler ve sopayla kovalarlar.

Bize demokrasi diye sunulan  "Türk tipi" model komedya dünyasında kendileri oyalanıyorlar, eğleniyorlar, tıpkı, kral ve soytarıları, padişah ve dalkavukları gibi.

Bunlara evet deme niyetinde olan Müslümanlara sormak isterim: İslam tarihinde Emeviler öncesi İslam siyasi ve devlet tarihine bir bakın, ya da bilen birilerine sorun.  AKP’nin iktidar zihniyeti ve anayasa değişikliği sonrası –ki kabul edilirse- ortaya çıkacak olan modeli, İslami olarak Muhammedi mi yoksa Emevi mi, hangisine yakın görüyorsunuz?

Parlaklığa uzun süre bakarsınız sonra gözünüzü normal olana dönerseniz ortalık birden kapkaranlık olur. Birkaç dakika bekledikten sonra normal olanı görmeye başlarsınız. Akılda böyledir. Bilgi kaynağınıza bağlı/bağımlı iseniz akılsal karar da buna göre verilir.

Demokrasi Sizin Ne İfade Ediyor?

Normal bir demokraside hükümetin önerdiği kanunların hazırlanması şeffaftır; çünkü kanunlar yurttaşların daha iyi yaşaması, refahı için yapılır, bu toplumsal iyi’dir. Herkes bunları okur, tartışır,  kanunlar toplumsal iyi için kabul edilmeden önce herkes görüşünü bildirir ve toplumsal iyi olarak kanun yapılır.. Böyle mi oluyor diye size sorayım. Güldürmeyin beni? Diyeceksiniz.  Nasıl oluyor? Kapalı kapıların arkasında sözüm ona müzakere yapılıyor. Paldır küldür onay için geliyor. Bu karara muhatap olan toplum ya da ilgili bir sosyal kesim karara varıldıktan sonra duyuyorlar.  Neden böyle oldu diye sorulduğunda, tartışarak karar almak çok zor, komisyonlarda sürekli sorun çıkıyor vs. diyorlar. Bu anayasa değişikliği ile "hızlı karar alma" süreci bile tek kişiye bırakılıyor.

Bu metodik demokrasi anlayışı ancak Çin’de, Kuzey Kore’de ve  Rusya’da uygulanıyor. Buna da demokrasi diyorlar. Putin buna  "kontrollü demokrasi" adını koydu.

Güldürmeyin İnsanı.

Normal işleyen demokrasinin en önemli özelliği, çoğulcu, katılımcı ve müzakereci olmasıdır. Dünya dünkü dünya olsaydı bu aklın belki büyük karşılığı olabilirdi. Duyguları şaha kaldırarak, olup bitenlerin üstünü örtmek mümkün olabilirdi. Tarihin karanlık, kötü yanlarını rakiplerinizin hanesine, iyi yanlarını kendi hanenize yazarak gelecek kurma hayali, adı üstünde hayal, bu hayale ebediyen inanlar bulunabilir. Bu hayallerin büyük kitlelerde karşılığı, maceracılıktır.

Toplumlar, devletler tarihi bu hayalciliğe, maceracılığa çok şahit oldu. Kuşkusuz bu hayali ideolojinin karşılığı hep oldu, hepsinin sonu da hüsranla, acılarla son buldu. Böyle hayalleri kitleselleştirmek hep faşizm ideolojisi, yönetmeleriyle oldu.

AKP kurmaylarının ve Erdoğan’ın millet vurgusu bana, maceralarına ve hayallerine destek verenleri kapsadığını düşündürtüyor. Osmanlıcılık, modernizm öncesi gelenekçililik tarihçiliği,  dizilerle yeni  bir tarih  bilici!ni toplum hafızasına kazıma gayretinin bir yanı siyasal rant, öte yanı maceracılığa yelken açmaktır. Referandum da Evet kampanyası, milliyetçilik, Emevi siyasal İslamcılığı yöntemleriyle, "amaç için her şey mubah" mottosundan hareketle,   tarih, çarpıtılarak üstünde tepinerek lime lime ediliyor. Parlatılıp, parlatılıp her yol ve yöntemle servis ediliyor.  Abdülhamit’le, Enver paşa ile yeni bir modernlik kurgusu yapılıyor. Parça parça Cumhuriyet modernleşmesine, modernizm ideolojisine alternatif  bir tarih, toplum kurgusu, "millilik, güçlü devlet, millet ve devlet bekası …" için Evet denilmesi isteniyor.

Tocqueville diyor ki, "Her kuşak yeni bir halktır."  Yeni Türkiye, yeni kuşak Gezi’de sürgün verdi.  Hayır, kampanyasında bu yeni kuşak kendi dili ve yöntemleriyle umudu yeşertmeye devam ediyor. Devasa parlaklıkların gölgesinde! HDP’nin minicik çadırları, "her şeye rağmen var olduklarını" normal demokrasinin katledilemeyeceğinin güvencesi gibi dimdik duruyorlar.

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hüseyin Çakır Arşivi