Hiç güleceğim yoktu, çok makbule geçti, sonra da Pakize...

Dün Artı Gerçek’te Celal Başlangıç AKP içinde başlayan kavgayı detaylarıyla çok güzel anlatmış, bizler uğraşmasak da bunlar birbirini yiye yiye bitirecekler.

Her okulun kendine göre başlattığı espirili şeyler vardır, şeyler diyorum, çünkü bunlar kimi zaman olaydır ve kendi bölgesine hemen yayılır, kimi zaman da bütün gençliğin diline pelesenk olmuş ve hatta deyimleşmiş tümcelerdir. Mesela Kadıköy’de St. Joseph Lisesi’yle Haydarpaşa Lisesi’nin arasında oynanan voleybol maçlarındaki tezahürat: 1-2-3 olsun, çıkartması güç olsun. Hangi liseli amigo buldu bilemem ama bütün bölgeye yayıldı sonradan.

Bizim Özel Kalamış Lisesi’nin de bulduğu 2 tezahürat vardı, bunlardan birisi o dönemlerde belki de reklam sektörü çok gelişmediğinden olacak, İş Bankası reklamıyla dalga geçendi: Her mudiye bir şişe, işe beyim işe, Çişşş bank, diye.

Ama benim üzerinde durmak istediğim ikincisi: Çok makbule geçti, sonra da Pakize… Bu kadar absürd bişey insanı deli gibi güldürür mü, beni güldürüyordu. O kadar benimsemiş ve sevmiştim ki, anneme bile söyledim yaptığı yemek için ama o bana garip garip bakmıştı. Ben de içimden "Annem sadece babama gülüyor galiba" demiştim.

Bunu ya Çıtçıt Engin ya da Ayı Erol bulmuştu, hâlâ görüştüğümüzden sonra soracağım, çünkü Sarı Müfit de olabilir. Biz bir sınıf olarak görüşmeye devam edelim dedik ama ben dâhil sınıfta kalanlarla beraber iş büyüdü ve 4-5 sınıf görüşmeye başladık. Ayrı ayrı siyasi görüşteki insanların bir gün bile siyasi kavga yapmadan, 50 yıldır görüşmesi, belki de özlenen yaşam tarzlarından biri değil midir acaba? Geçen kendimle ilgili bunalmıştım ve "Kimi arkadaşlar beni yok saymakla, yok göstermekle ben yok olmayacağım, yazılarım ve söyleşilerimle hep vardım, var olmaya da devam edeceğim" diye yazmıştım, çok destek geldi ama birisi beni çok mutlu etti, "Arkadaşım ve dostum olarak hep kalbimde olacaksın kardeşim fikirlerimiz her ne kadar uyuşmasa da" diye yazmış Orta 1’den arkadaşım Haldun. Dile kolay, ben Haldun’la aynı görüşte olup olmadığımı 51 yıl sonra öğreniyorum, gerek duymamışım, o da duymadığı için zaten bu güzel yazıyı yazabilmiş.

Bunları neden yazdım biliyor musunuz, hep Adalet bakanı Abdülhamit Gül yüzünden, onun parti içindeki tartışmalar kızışınca ve kendi ismi de Gülenci gibi yazılınca "Daha düne kadar FETÖ’cülerle aynı maklubeye kaşık sallayanlar çıkıp bize FETÖ ile mücadele dersi veremezler" demesi anında aklıma bunu getirdi. Bir de parti içindeki kavga bu kadar büyüyünce bu sözün çok makbule geçtiğini düşündüm ve hemen aklıma 68-70 yılları geldi ve okul arkadaşlarımı anımsayarak gülmeye başladım.

İş okul anısıyla kalsa iyi, geçtiğimiz pazartesi arkadaşıma Alanya – Fenerbahçe maçını seyretmeye gittim, eşi bir yemek yapmış, görünüş harika ama ben ilk kez yiyeceğim, adını sordum, Maklube demezler mi. Hiç bu kadar güle güle yemek yediğimi anımsamıyorum.

Esasında ben çok önemli bir olayı ti’ye alıyorum, çünkü artık bunların saçmalıklarını, cinayetlerini, yalancılıklarını yazmaktan bunaldım da ondan, dün Artı Gerçek’te Celal Başlangıç AKP içinde başlayan kavgayı detaylarıyla çok güzel anlatmış, bizler uğraşmasak da bunlar birbirini yiye yiye bitirecekler. Bu kavgayı sadece siyasi zannedenler yanılırlar, öyle bir paylaşım savaşı başlıyor ki, silahların konuşması olasılığı ürkütüyor beni.

Madem bugün olayı ti’ye alıyorum, o zaman öyle de bitireyim. SHP önemli bir toplantı yapmak için Ankara’nın biraz uzağında bir yer ayırtır ve MYK ve PM eksiksiz giderler. Otel deneyimli tabi, gider gitmez şef garson Erdal İnönü’ye gider ve "Efendim, aşçılar gitmeden siparişleri alalım da onlar hazırlasın, toplantı uzarsa zorluk çekeriz" der. Erdal Bey, o harika gülümseyişiyle şef garsona döner ve "Biz önce birbirimizi yiyelim, doymazsak sipariş veririz" der.

Ne diyeyim ya, geçen hafta çok Makbule geçti, sonra da Pakize…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ahmet Nesin Arşivi