Ahmet Nesin
Hücredeki kadınlara karanfil attım...
Dedim ya, deneyimli az aramızda diye, Hale Kıyıcı da deneyimlilerden birisi ve inatçılığı ve pes etmemesiyle tanınır. Hale ekip arabasına alınan Ilgın Su'yu arabadan indirttiği için alındı ve alındığında bebeği daha 6 aylık bile yoktu. Mete Altan benimle uğraşısından başarısızlıkla çıkınca tam gitmek üzereyken hala ayağa kalktı ve "Ekmek içi az kaşarla yetinmeyiz, buna hakkınız yok, ayrıca benim emzireceğim bebeğim var" deyince Altan daha da kızıp "Emzirilecek çocuğun varsa eylemde ne işin var" diye yanıtladı. Onlar için büyük bir sanatçının cenazesine katılmak bir eylemdi ve bu konuşmalar sonunda sabah hücrelere konulacağımız söylendi.
Bu yürüyüşü düzenleyen örgüt bulunamadı ve yepyeni bir örgüt yaratıldı. Ben, Mihri Belli'nin oğlu Hayrettin, TKP'li Şemsi Akşit'in kızı Dürnaz Akşit, Hasan Kıyafet'in kızı Özge Kıyafet. İsimleri babalarımızla vermemin bir nedeni var, çünkü bu yürüyüşe isim koymak zorundalar ve örgüt bulamayınca Ruhi Su'nun aile dostlarının çocuklarına yüklemeye çalıştılar. İmzalamam için önüme öyle bir ifade koydular ki, 12 Mart döneminde olsa Deniz Gezmişler yırtar ben asılırım. İmzalamadım tabi.
Akşam olunca kimi isimler okunmaya başlandı, evlere götürülüp arama yapılıyor. Benim evde de 1 gece önce arkadaşlarla tartışmışız, masada bütün Dev-Yol dergileri, Mahir Çayan'ın kitabı ve Aktan İnce'nin yazdığı bildiri hem de orijinal kopya, pelur kağıdına daktiloyla yazılmış. Dürnaz götürülürken söyledim, o da eve götürülünce haber vermiş, dayısı Aktan abi de kapı komşum ressam Saynur teyzeye gidip söylemiş ve ev temizlenmiş. Zaten 4-5 eve gidince oradan da bişey çıkmadı ve bu uygulamadan da vazgeçtiler.
Bu arada eve gidenler ceplerine cıgara koymuşlar, Dürnaz yarısını içtikten sonra çaktırmadan bana verdi. Liseli gibi, en doğal gereksinimimiz olan çişimiz geldi diye tuvalete gidiyoruz ve orada içiyoruz cıgarayı. 160 kişi, sıra gelmesi bir bela ve insan altına kaçırabilir. Neyse ben de gittim ve yaklaşık 48 saat sonra cıgaramı yaktım, nasıl bir mutluluk anlatamam. Mutluluk ama bunun bir de çıkışı var. Hızlı içince bir kafa yaptı, bir kafa yaptı, sanırsınız ki kallavi esrar içtim, sinema salonuna zurna gibi, sallana sallana girdim, başta Dürnaz olmak üzere bilenler kırılıyor gülmekten. Mete Altan görse salonda alkol aramasına girer, yani o durumdayım.
Hücreye geldik, ben, 68'li Atilla İpek, kitap dağıtım şirketinden bir arkadaşım ve sağlıkçı bir genç. Sağlıkçı genç çok ilginç, ben Dürnaz'la konuşurken yanımıza gelip, Dürnaz'ın yüzünün iyi olmadığını söylemişti. Rahatsız olduğunu söyleyince ilaç yazdırabileceğini söyledi ama Dürnaz genel durum diye geçiştirdi olayı. O kadar kişi içinde bu çocuğun bizi bulmasında başka bir ilginçlik var, ben, Dürnaz ve sağlıkçı, aynı gün ve yıl doğmuşuz. Bu bize güzel bir cezaevi anısı olarak kaldı, daha doğrusu şubenin anısı.
Hücreye geldik ve denemelere başladık ama bir gerçek ortaya çıktı ki hepimiz aynı anda yatamıyoruz. Hemen bir çözüm bulduk, 3 kişi yatınca birimiz nöbet tutacağız. Neyin nöbeti mi, sanırım saçmalığın.
Çarşamba yada Perşembe günü, Fenerbahçe'nin Bordeaux ile Avrupa maçı var. Gardiyan polislere seslendim.
- Ne var, kaç numara?
- 45
- Yine mi siz, size telefon bağlatacağım.
- Yakında çıkıyoruz, telefon pahalı olur, çaycı telsizi ver.
Herkes maçı seyretmeye gitmiş, bu hem seyredemediğinden hem de gençliğinin verdiği deneyimsizlikle jopla demirlere vura vura geldi, sert ve alaycı şekilde yine,
- Ne var?
- Fener maçı kaç kaç?
- Şuna bak ya, 1. şubede hücrede ve neyi merak ediyor?
- Ne biçim konuşuyorsun sen, bu milli bir meseledir...
İşte milliği Erdoğan'dan önce siyasete soktuğumun anıdır, çünkü bunu duyan polis hazrola geçti ve hemen koşarak gidip sonucu öğrendi. Gülmekten kırılıyoruz ama fener tur atlamış, ona da bağırıyoruz.
Artık eve ifadeye almıyorlar, bize cıgara lazım, buna bir çözüm bulmalıyız. Çözüm yine deneyimlilerde. Atilla İpek bir avazı yerde bir avazı heryerde bağırmaya başladı. Bağırma uzayınca gardiyan polisler koştu, Atilla yerde kıvranıyor. Biz gülmemek için konuşmuyoruz, sadece hepimiz biyerini işaret ediyoruz Atilla'nın. Acilen aldılar ve haber geldi, Atilla'yı Çapa'ya götürmüşler.
Bütün doktorlar ve öğrenciler neredeyse devrimci, Atilla göz kırpınca hemen anlamışlar ve Atilla'yı oksijen çadırına almışlar. Atilla 3-4 saat sonra döndü, nasıl sağlıklı anlatamam, gülücükler dağıtıyor etrafa. Kilo bile almış 3-4 saat içinde, herkes merakla bakıyor Atilla hücrelerinin önünden geçerken. Bu arada biz en dip hücrede olduğumuzdan, her çıkışta en azından oradakilerin yarısını görüyoruz. Atilla hücreye gelince anlaşıldı kilo farkı, 1 kartın cıgara ve karanfiller sarmış bedenine. 15 gün sonra bırakılacağımız anlaşıldığından bizi sıkmıyorlar artık.
Öğlen yemeği zamanı geldi, kendimi dağıtıcı olarak yazdırdım ve erken çıktım. İşte o an yaşamımım en güzel anlarından biridir, bütün karanfilleri kadınların hücrelerinin demir parmaklıklar arasından fırlatıyorum, gözlerim nemli, o güzel an'ı ağlayarak bozmak istemiyorum, gülmem gerekiyor ama yapamıyorum, gözümde Ruhi amca, Ilgın, Sıdıka teyze ve hücre parmaklıklarının arasından kadınlara fırlattığım karanfiller ve babamın benim için söyledikleri.
Aydınlar dilekçesi toplantısı başlamış ve benim de alındığım haberi gelmiş. Demirtaş Ceyhun hemen babama "Aziz abi, valiyi arasana Ahmet'i bıraksınlar" deyince babam da "Neden arayacağım, oğlum dolandırıcılık, pezevenklik mi yaptı, yatsın, aramam" diye yanıtlamış. İşte Ruhi Su cenazesinden bana kalan madalya budur ve hep taşıdım onu...