İnci Hekimoğlu

İnci Hekimoğlu

Hukuk mücadelesi böyle olursa!

Baroların bütün farklılıklarına rağmen bir araya gelmelerinden fazla anlam çıkarıp umutlandığımı kabul etmeliyim.

Baroların yürüyüşü elbette çok anlamlı, çok değerliydi. Meclis önünde gösterdikleri direniş de. Bu süreç boyunca tanık olduklarımız; bütün hak arama cesareti gösteren kesimlere uygulanan ve yıllardır "terörist" etiketiyle meşrulaştırılmaya, kamuoyu nezdinde haklılık yaratmaya çalışılan şiddetin tüm kılıflardan arınmış haliyle sergilenmesiydi. 

Adaletin simgesi cüppeleriyle binlerce saygın hukukçu, yasal haklar çerçevesinde halkın savunma hakkını gasp edecek bir yasaya karşı mücadele ederken yalnız polis devletinin somut örneklerinden birinin teşhirine vesile olmadı. Aynı zamanda yargı mekanizması içinde savunma hakkının duruşma salonlarında göreceği muameleye ilişkin de fikir oluşturdu. Avukatların direnişinin, yasanın içeriğini ve sonuçlarını tam bilmeyen, takip edemeyen geniş kesimlerden destek almasının nedeni herhalde buydu.

Sakarya’daki havai fişek patlamasından sonra ailelerin açıklamalarındaki sessiz isyan, çaresizlik ve resmi açıklamalara inançsızlık https://artigercek.com/haberler/chp-akyazi-ilce-baskani-iyiyazici-bu-bir-kaza-degil-cinayettir topluma hakim olan duygunun ağır bir örneği. Artı Gerçek’te Rojda Altıntaş’ın ailelerle yaptığı röportaj ikinci "Soma" örneğini haber veriyor.

Daha ölenler toprağa verilmeden, yangının külü soğumadan MÜSİAD’ın, Sakarya Şube Başkanı olan fabrika sahibi Yaşar Coşkun'a 'moral vermek’ için yemek düzenleyip gövde gösterisi yapması, Coşkun’un iktidara yakın oluşu ve hiç vakit kaybetmeden "maddi manevi yardım" teklif edilerek olayın kapatılmaya çalışılması Hendek halkının öfkesini ve acısını katlamış. 

İktidar yargısıyla adaletin yerine gelmesinin, hak aramanın mümkün olmadığını öğrenmeyen hiçbir kesim kalmadı. Sakarya, Hendek’in Cumhur ittifakının en fazla oy çıkardığı bölgelerden biri olduğunu not etmek gerek. İktidar çeperindeki işverenler ve bir avuç çıkar grubu dışındaki istisnasız her toplumsal kesim için adalet arayışı birinci öncelik olmaya başladı. Dolayısıyla avukatlar önümüzdeki dönemde daha da fazla ihtiyaç duyulan meslek grubu olacak. Baroların parçalanarak etkisizleştirilmesi avukatlardan önce vatandaşın haklarını torpilleyecek. 

Ve fakat bu tüm toplumsal kesimlere yönelik hak gasplarına, tüm bu toplumsal kesimler birlikte karşı çıkabilecek mi?

Tek, biricik çare buyken biz dönüp dolaşıp bu sorunun yanıtını arıyoruz hep.

Mesela baroları sadece iktidar mı bölüyor?

Ankara’daki yürüyüşte ziyarete gelen İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i saygıyla karşılayanların, aynı saygıyı Meclis önüne gelip dayanışma duygularını ileten hukukçu, akademisyen Prof. Mithat Sancar’dan esirgemelerinin tek nedeni HDP Eş Genel Başkanı olması. 

Duvar dibindeki fotoğrafları için "yayınlamayın, utanıyorum" diyen İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu’nun utanması gerekenler çok başka. 

Milyonlarca seçmenin temsilcilerini eşit vatandaş olarak görmeyenlerin, "İslamcı ideolojinin hâkimleri laiklere düşman hukuku uyguluyor" diye şikâyet etme hakları kalmaz. Çünkü her ideolojik körlük, bir başka kesimi düşmanlaştırırken iktidardakilerin elini güçlendirmiş olur. Dahası eşitsizlik ve ayrımcılığı meşrulaştırarak, kendilerini ‘dokunulmaz’ sananlara kadar uzanmasına yol açar. Bugün baroları bölmek, yarın yargılamaya kalkmak, öbür gün "terör örgütü olmamakla birlikte" diye başlayan cümlelerle cezaevine göndermek gibi. 

Yalnız Mithat Sancar’a gösterilen ötekileştirici tutum değil mesele. Ankara’daki mitingin yasaklanması üzerine Durakoğlu’nun etkileyici hitabetinin arkasında görünmez olan kararları da avukatlar arasında tartışılanlardan.

Benim gibi hayal kırıklığına uğrayıp isyan eden avukatlardan biri şöyle diyor: 

"Mehmet Durakoğlu geri adım atmasaydı ya da biraz cesareti olsaydı da oraya İstanbul avukatlarını yığsaydı, polis bu kadar kolay müdahale edemezdi, hatta hiç edemezdi. Kaldı ki, Ankara'ya giden her avukat, başına ne geleceğini de göze almıştır zaten. Olmadı, Durakoğlu avukatları gaza getirip, sonra ‘ben oynamıyorum’ dedi. ‘Elimizdeki bu, ne yapalım?’ diyen avukatlar, bundan sonra oturup düşünürler belki. Her fırsatta yan çizen bir baronun peşine mi takılacaklar, yoksa kendi siyasetlerini mi yapacaklar? Bu arada, eleştiri dediğiniz şeyin kıymeti vaktinde yapılmasından gelir. Yoksa, gereksiz siteme dönüşür. Her seferinde peşinden koşulup da sonrasında uğranılan hayal kırıklığı, bu kadar sessizliği hak etmiyor."

Bir başkası da şunları ekliyor:

"İstanbul Barosu son dakikada mesaj atıp ‘miting yasaklandı, otobüsleri iptal ediyoruz, özel aracınızla gelmek isterseniz buyurun gelin’ diyen mesajlar göndermişti. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, örgütlenme özgürlüğü, ifade özgürlüğü, siyasal hak ve haklılık, meşru ve demokratik talep falan filan demeyeceğim. Bilmeyenler bilmemeye devam edecek nasılsa... İzmir Barosu ve niceleri, otobüs kaldırmaktan vazgeçmedi, ‘gelmeyin, gelirseniz de başınızın çaresine bakın’ diyen mesajlar atmadı, tek bunu diyeceğim. Ayrıca Ankara’daki oturma eylemini ziyarete gelen Mithat Sancar'a, Durakoğlu ve yanındakilerin selam dahi vermediğini öğrendim. Görünsün, bilinsin, unutulmasın…"

Baroların bütün farklılıklarına rağmen bir araya gelmelerinden fazla anlam çıkarıp umutlandığımı kabul etmeliyim. "Dayak yiye yiye kazanacağız" esprimi de geri alıyorum. Bu topraklarda dayak yiye yiye bile öğrenemeyen fosilleşmiş zihin dünyası çok dayanıklı.

Fotoğraf: Deniz Nazlım/Mezopotamya Ajansı 

Önceki ve Sonraki Yazılar
İnci Hekimoğlu Arşivi