Candan Yıldız
'İçeri'den 'dışarı'sı
Halkın Emek Partisi (HEP)’ten bu yana Kürtlerin legal siyaset alanındaki varoluşu konusunda devletin aklı hep karışık oldu. Kontrollü ve kotalı legal siyaset çemberinin içinde seçilmişler için davalar, cezaevleri, soruşturmalar ve ölüm hep ola geldi. Ancak Kürtler parlamentodaki temsilden vazgeçmedi. Devletin "kotalı Kürt legal siyaseti" 7 Haziran’da faş etti kendini. Barajları aşarak gelenlere 1 Kasım’da dur dedi. "Kurucu Meclis" fotoğrafını sevmedi. Haziran öncesi başlayan saldırılar, kurucu parti CHP’nin "bize dokunmazlar" özgüveni desteği ile de dokunulmazlıkların kaldırılmasına kadar vardı.
HEP’den HDP’ye gelen süreçte hep kimlerin dokunulmazlıklarının kaldırılacağı, kimlerin siyasi yasak alacağı, kimlerin tutuklu yargılanacağı ya da kimlerin vekilliklerinin düşürüleceği, devlet aklının bir tezahürü olarak programlı yürütüldü. Son gelen bilgiye göre, KHK ile milletvekilleri hakkında soruşturma ve kovuşturma yetkisi verilen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 19 HDP’li hakkında daha fezleke hazırladı. Dokunulmazlıkların kaldırılması talebi ile hazırlanan fezlekeler Adalet Bakanlığı aracılığı ile Meclis’e ulaştırılacak. "Kürtlerin Ankara ile imtihanı"nın yeni bir aşaması olan bu son fezlekelerle kaç vekilin dokunulmazlığı kaldırılacak bilinmese de cezaevinden milletvekili olarak çıkan, milletvekili olarak tekrar cezaevine giren Selma Irmak’ın sorularımıza verdiği yanıtlar, devletin yargı eliyle aldığı kararların nasıl bir plana ait olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
4 Kasım’da bir gece vakti Kızıltepe’de gözaltına alındınız. O günden beri tutuklusunuz. O günü anlatır mısınız?
4 Kasım operasyonu darbesi diye bir tarihimiz var artık. 4 Kasım 2016 gecesi saatler 01:30’u gösterirken beş ilin başsavcıları nasıl bir "kuantumik" tesadüfse (!) aynı anda verdikleri karar neticesinde, eş genel başkanlarımız başta olmak üzere; kapılarımız kırılarak, tartaklanarak, ters kelepçelenerek, evlerimizden apar topar alındık. Evlerimiz yüzlerce özel harekât polisi, zırhlı araçlarla çevrilmiş olarak gözaltına alındık. Askeri helikopterlerle, savcılıkların dava dosyasını açtığı illere götürüldük. Işık hızında mahkeme karşısına çıkarılıp tutuklandık ve yerlerimizin önceden rezerve edildiği cezaevlerine özel uçaklarla getirildik. Allah için bu süreçte hiç masraftan kaçınılmadı. Ve şüphesiz Türkiye demokrasi tarihinde utanç dolu bir sayfaya daha imza atılmış oldu.
Neden cezaevindesiniz sizce?
4 Kasım operasyonu esasında 8 Haziran 2015 tahinde yani genel seçimlerin ertesi günü başladı. 5 Nisan 2015’te Sayın Öcalan’la İmralı Heyeti’nin çözüm ve müzakere sürecinin son görüşmesi bittikten sonra, anketler hiç iyi işaretler vermediği için süreç "buzdolabına" kaldırıldı. 7 Haziran seçimleri ise AKP Hükümeti için "köprüden önceki son çıkış" olarak görüldü. 7 Haziran 2015 hezimeti iktidar partisi için o güne kadar "yapıyormuş gibi" yapılan her şeyin tuzla buz olduğunun, işe yaramadığının alametlerini gösterdi. 7 Haziran seçimlerinin geçerli görülmeyip milyonlarca insanın oyunun "yok" sayılması ve erken seçim kararı ile AKP tarafından B planı devreye kondu. AKP demokrasi adına pamuktan iplikle ördüğü tüm köprüleri havaya uçurdu.
HDP sizi bilerek Meclis Başkanlığı’na aday gösterdi. Meclis anlamlı mı hala sizin için?
Halen yasama meclisinin bir üyesi olarak, 80 milyonun iradesini temsil eden bu meclisin başkanlığına aday olabiliyorum ama tutuklu olduğum için hem ben hem de tutuklu diğer milletvekili arkadaşlarım hak ve görevimiz olan oy kullanma işlemine katılamıyoruz. Şimdi kim bu meclisin gerçek anlamda işlediğini ve demokratik olduğunu söyleyebilir. Tek bir yasama üyesi milletvekili tutukluysa o meclis tutuklu bir meclistir. Alınan kararlar eksik oyla alınmıştır. Seçildiğimiz bölgenin iradesi bu kararlara yansımamıştır. Oy kullanma işlemi sırasında hapiste olan vekillerin isimleri de oy kullanmak üzere okunmaktadır. Oysa biz irademiz dışı engellendiğimiz için oy kullanamıyor ve meclis çalışmalarına katılamıyoruz. Şunu da eklemek isterim ki bu meclis OHAL’den ve değiştirilen iç tüzükten sonra yalnızca hükümetin istediği kararların alındığı bir meclis haline getirilmiştir. Millet meclisi olma işlevinden uzaklaştırılmıştır.
Gültan Kışanak "Temsili demokrasiyi arar durumdayız" demişti son röportajında. Nasıl görüyorsunuz gidişatı?
Kürtlerin demokratik mücadele ile ettiği tüm kazanımlar sıfır noktasına çekilmiştir. 12 yaşında bedenine 13 kurşun sıkılan Uğur Kaymaz ve babasının katillerinin hala yargı önüne çıkarılmadığını öğreniyoruz. Roboski toplumun gözü önünde gerçekleşti. Hala adaletin tecellisi bekleniyor. Milletvekilleri davaları ise bir ayda sonuçlandı. Birçoğumuz ceza aldık. Kimi arkadaşlarımızın cezaları istinafta onandı. Vekillikleri düştü. AYM bu hukuk skandallarına yenisini ekledi. Kendini tekzip ederek Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım’ın dosyasında ret kararı verdi. Tüm bunlar siyasi bir operasyonun birbirini tamamlayan parçalarıdır.
Toplumsal hareketler sel gibidir, akıntının karşısında kimse duramaz. Bu ülkede demokrasi talebi sadece Kürtlerin talebi değildir. Tüm toplumun artık ötelenemez talebidir. Baskı kolay inşa eder, ama aynı kolaylık ve hızla çökertir de… Dertlerin ana kaynağı olan aşırı merkeziyetçilik, baskı ve zor bir aşama daha yukarı çekilerek daha az demokrasi daha çok devlet biçiminde bir kurumlaşma yaratılmak isteniyor. AKP bununla iktidarını konsolide edebileceğini zannediyor. Ne var ki demokrasiden yüz çevirdikçe kuyruğu ağzında bir canavar gibi kendini yemeye devam edecektir.
Cezaevleri şartları nasıl peki?
Yeri gelmişken cezaevlerinin durumuna ilişkin birkaç söz söylemek gerekir. Bir yılı aşkın bir süredir cezaevlerinde duyduklarımız takip ettiklerimiz kadar bire bir yaşadığımız, tanık olduğumuz hukuk dışı uygulamalar mevcut. OHAL ile birlikte gün geçtikçe yoğunlaşan baskılar, hak ihlalleri bütün cezaevlerine yayılmış durumda. Yetersiz ve sağlıksız mekânlarda balık istifi gibi yaşamaya zorlanıyor insanlar. Bütün cezaevleri kapasitelerinin çok üstünde tutuklu barındırıyor. Bu durum bile tek başına kötü muamele ve hak ihlalidir. Hasta tutukluların durumu kronik politik bir sorun olarak hala devam etmektedir. Sudan bahanelerle disiplin soruşturması açılması, mektup, telefon, ortak sohbet ve etkinlik haklarından men gibi disiplin cezalarının verilmesi, hücre cezası, darp ve çıplak arama dayatması, sürgün ve tecrit her gün bir cezaevinde duyduğumuz sıradan olaylar haline geldi. Sistematik olarak devreye konulan bu uygulamalar ve baskılar her zaman olduğu gibi en çok kadınlar üzerinde yoğunlaşıyor. Bugün de Şakran, Elazığ, Alanya, Tarsus ve Van cezaevlerindeki baskılar ve hak ihlalleri had safhadadır. Buna karşın "cezaevi izleme kurulları" ise "izlemekle" yetinmektedir.
Silivri Cezaevi’nde nasıl geçti günleriniz?
'Çöp kovası muharebesi'
Silivri 9 No’ luda tecrit sürecindeyken yaşadığım çöp kovası muharebesi tam evlere şenlik bir vatandaş Abuzer hikâyesidir. Tek başıma olduğum için büyük boy çöp kovası yerine, banyoda kullandığımız küçük boy kova alabilmek için haftalarca dilekçe yazdım. Bu arada cezaevinde neredeyse nefes almak için bile dilekçe yazmanız gerekir. Benim kova bir türlü gelmedi, gelemedi. En son kova yerine kantin görevlisi geldi, cezaevi kurulunun küçük boy kova talebim üzerine toplandığını ve kovanın "amacı dışında" kullanılacağının tespit edildiğini, talebimin karşılanmayacağını bana tebliğ etti! Şaka gibi ama değil. Koskoca cezaevi kurulu işini gücünü bırakıp (belki işi gücü budur, bilemiyorum tabii) ciddi ciddi toplanmış ve kova talebim için karar almış. Bunun üzerine ülke gündemini kovayla daha fazla meşgul etmemek, kaosa ve infiale neden olmamak için oturup yeni bir dilekçe kaleme aldım. Ve en büyük boy çöp kovası talebimi ilettim
Cezaevinde daha çok ne üzerine düşünüyorsunuz, ne okuyorsunuz? Şiir yazıyor musunuz, resim yapıyor musunuz mesela?
Zamanımızın çoğunu okumakla geçiriyoruz. Dışarıdayken yaşadığımız yoğunluktan okumaya pek fırsat kalmıyordu. Yazım çalışmaları da okumaya ekleniyor bazen. Bol bol spor yapıyoruz. Uzun ama mesafesi kısa yürüyüşler ve tabii ki sanatsal faaliyetler... Sanatsız bir yaşam olur mu? Müzik, resim edebiyat. Arkadaşlarımızın gizli yetenekleri açığa çıktı bu süreçte. Ben de biraz edebiyatla ilgileniyorum. Kürtçe küçük çeviriler ve öyküler üzerine çalışmaya başladım. 8 Mart için tüm kadınlara sürprizimiz, armağanımız olacak. Şimdiden duyurmuş olayım.
Silivri 9 No’lu dan Kandıra’ya geldikten sonra yaşadığım bir olay beni etkilediği için sizinle de paylaşmak isterim. Diyarbakır Milletvekilimiz Çağlar Demirel ile kaldığımız odanın havalandırma zemininde betonun çatlakları arasından boy veren ve çiçek açan otlar vardı. Bir gün genel arama sırasında bu otlar bir kadın gardiyan tarafından büyük bir hınçla kökünden söküldü. Kökü sökülemeyenler yolundu. Kendiliğinden çıkan otları neden yolduğunu sorduğumuzda "yasak" dedi sadece. Arama bittikten sonra öğrendik ki tüm odalardaki otlar yolunmuş. Betonu yararak inatla yeşeren otlara karşı dahi bu öfkeyi, tahammülsüzlüğü anlamak için bu kötücül sistemin "kötülük etiğini" analiz etmek, çözmek gerekiyor sanırım.