Hamide Rencüzoğulları

Hamide Rencüzoğulları

İdlib’de ateşkesin ömrü sonsuz değildir. Peki ya sonra?

M4’ün kuzeyinde HTŞ’lilerin namlusu Türkiye'ye yönelmeye başladı ama esas kavga M4’ün güneyinde kopacak. Zira Hatay sınırına bir taş atımlık mesafedeler…

İdlib muharebesini çok konuşacağımız bir süreçteyiz. Çünkü İdlib için "Suriye’deki bütün savaşların anası" ya da "dokuz yılın final savaşı" tanımlaması yapılıyor. Soçi mutabakatından sonra tahliyelerle savaşın tek cepheye indirgendiği İdlib’de şu ana dek izleyip gördüğümüz şey şu: Final savaşı olarak kabul edilen İdlib cephesinde operasyonları durdurmaya yönelik yapılan ateşkesler hep kısa ömürlü olmuştur. Her anlaşma ya da "ateşkes" ilanları, gerilime kısa ve orta vadeli bir "mola verme" şeklinde seyretti. Yani kaldığı yerden devam edecek olan bir sonraki hamleye kadar "çatışmasızlık" ilanından ibaretti her biri. Önceki bütün ertelemeler, Türkiye'nin elini bir süreliğine de olsa rahatlattı. Ama her verilen molada AKP'nin Soçi yükümlülüğünden kurtulma ya da en azından Rusya karşısında elini güçlendirme arayışına girdiğini de gördük. Son süreçte örneğin ABD ile güvenli/tampon bölge anlaşması peşine düşüldü, Menbic konusu sürekli müzakere edildi… AKP bu tür arayışların peşindeyken Suriye ordusunun sınırlı operasyonları olduğunda da garantör olduğu cihatçıları korumak adına fiili bir çatışmaya girmekten hep kaçındı, sadece "Esed rejimi katliam yapıyor" kampanyalarını yönetmekle yetindi. 

Hatırlayalım, Ağustos 2019'da İdlib’in kale kapısı niteliğindeki Han Şeyhun'a yönelik Suriye ordusunun operasyonu başladığında, AKP'nin ilgisi aniden Menbic'e yöneldi. ABD ile "YPG'nin Fırat'ın doğusuna tahliye edilmesi ve Münbic'te ortak devriye gezme" pazarlıkları yürütüldü. Suriye ordusu ilerledikçe cihatçıların yardım çığlıkları yükseldi, ama bu süreçte AKP'nin ilgisi tümüyle Fırat'ın doğusuna kaydı. İdlib'deki TSK'ya bağlı cihatçı gruplardan Suriye'nin kuzeyine yoğun sevkiyatlar yapıldı. Türkiye'nin bu tercihi, ÖSO'ya bağlı gruplarda bile rahatsızlık yaratmıştı. O zamanlar cihatçıların Türkiye'ye dönük eleştirilerde kullandıkları tabir şuydu: "Düğün İdlib'de, ama Türkiye davulunu doğu Fırat'ta çalıyor"!.. 

Nitekim cihatçılar Han Şeyhun gibi stratejik bir kenti kaybettikleri sırada Türkiye’nin savaş davulları Fırat’ın doğusunda daha yüksek sesle çalmaya başladı. Bunda Trump’ın Suriye’den çekilme hamlesi ve ardından Türkiye’ye sunduğu "cazip" teklifinin etkili olduğunu söylemeliyiz. Neydi o teklif? Türkiye’nin 2011’den beri Ahmet Davutoğlu’nun "derin stratejisi" üzerine inşa edilen, ama dönemin ABD Başkanı Obama tarafından bir türlü onay alamayan ‘güvenli bölge’ ısrarı, bu kez bizzat Trump tarafından "teklif" olarak geldi. Gerçi Türkiye’nin "güvenli bölge" talebi ile Trump’ın "güvenli bölge" önerisi hem içerik hem de biçim bakımından farklı olsa da AKP'nin bu öneriye dört elle sarıldığını ve bu aralanan kapıdan doğu Fırat operasyonunu başlattığını hatırlayalım. O zamanlar AKP’nin güvenli bölgeden kastı ile söylemi farklıydı. Söylem; "Türkiye’deki savaş mağduru mültecilerin yerleştirilmesi için güvenli bir alan" açmaktı... AKP yanlısı muhalif kaynaklar da bu söylemi şu şekilde süslediler: "Türkiye'nin kuzeydoğu Suriye'de iki ana hedefi vardır: YPG'yi bir güvenlik tehdidi olarak gördüğü için sınırlarının dışında tutmak ve şu an Türkiye’de bulunan iki milyon Suriyeli mültecinin yerleştirilebileceği bir bölge kurmak." Söylem bu.. Niyet ise artık tümüyle AKP'nin paralı savaşçıları haline gelen cihatçı militanlarla ailelerine alan açmak ve bu "müttefik ihvancıları" Türkiye sınır hattındaki tampon bölgede kalıcı hale getirmekti. Ama Türkiye’nin niyet ettiklerinin gerçekleşmediğini gördük.

ANKARA’DAKİ HESAP KUZEY SURİYE’YE UYMADI

"Barış Pınarı" operasyonu sırasında Türkiye, TSK’ya filen bağlanan Milli Suriye Ordusu/MSO bileşenlerini Fırat’ın doğusuna kaydırırken, o zamanlar Trump’ın Obama gibi çekingen durmayacağına güvendi. Bu sırada savaş davulları İdlib’de çalıyordu ve Rusya’nın Suriye ordusuyla birlikte başlattığı "sınırlı" İdlib operasyonu devam ederken AKP, tabiri caizse kendisine bağlı cihatçıları ayak altından çekmişti. Zira Soçi mutabakatı kapsamı dışındaki radikal unsurlara yönelik operasyonlarda AKP destekli cihatçılar arada "ezilmeyecek", ama bu arada onlar Türkiye için kuzeyde "Kürtlere karşı" savaşıyor olacaktı… Fakat "tampon bölge" teklifinin Türkiye’yi Soçi ekseninden uzaklaştırması beklenirken, AKP’nin de buna güvenerek kuzeydoğu Suriye’de başlattığı "Barış Pınarı" harekâtından umduğuyla değil, bulduğuyla yetindiğini gördük. 

Ne oldu? 

Suriye ordusu yıllar sonra Fırat’ın doğusuna girmiş oldu.

Yabancı güç olarak sadece ABD ve müttefiklerinin bulunduğu bu bölgede Rusya da pozisyon aldı.

Türkiye’nin ABD ile yaptığı "sınırdan Kürt Halk Savunma Birlikleri (YPG), yaklaşık 32 kilometre derinliğinde oluşturulacak olan güvenli bölgenin gerisine çekilecek" anlaşmasının garantörü ABD yerine Rusya oldu. 

ABD ile ortak devriyeler olacaktı, ama Rasul Ayn-Tel Abyad arasındaki sınır hattında şimdi Rusya ortak devriye gerçekleştiriyor.

Ve devamı gelmese de ilk kez Kürtler ile Şam yönetimi arasında programlı bir diyalog başladı bu süreçte…

Bunlar AKP’nin umdukları değil, bulduklarıydı ve fakat Fırat’ın doğusundaki "Barış Pınarı Harekâtı" sınırlılıklarına dayandığında, AKP yüzünü tekrar İdlib’e çevirdi, üstelik ilk kez ülkeyi fiili bir savaşın içine çekerek…

Zihinlere kazınan bir aylık savaş geriliminin özeti: Suriye ordusu, Türkiye’nin yerine getirmediği "M4-M5 yollarını terörden arındırma" taahhüdünü kendisi yerine getirmek üzere sınırlı operasyon başlattı. "Sınırlı operasyon" diyoruz, çünkü bu hâlâ geniş kapsamlı bir İdlib operasyonu değil, sadece iki ticaret yolunu açmayı ve cihatçıları bu iki yolun kuzeyine sürmeyi hedefledi. Ama Erdoğan, sanki kendisi taahhüt etmemiş gibi zinhar bu yolların açılmasına izin vermeyeceğini ilan etti, Şubat ayının başında, "rejimin geri çekilmesi için" ay sonuna kadar süre tanıdığını söyledi. Suriye ordusu ilerlemeye devam etti ve Erdoğan yine "Şubat sonuna kadar rejim eski sınırlarına çekilmezse, ‘omuz üstünde baş bırakmamak’la tehdit etti. Şubat sonu geldiğinde Türkiye’nin bir ay içinde 59 askeri yaşamını yitirdi ve Suriye ordusu çekilmedi. Ama Erdoğan Putin’in ateşkes protokolüne imzayı attı, üstüne ek yükümlülükler alarak!.. Suriye ordusu ise kurtardığı alanlarda kaldı ve üstüne M4 yolunu çatışmasız olarak kazandı. Ya da "kazanacak" demek daha doğru olur. Çünkü M4 yolunun cihatçılardan arındırılması görevini bizzat Türkiye üstlendi ve eğer başarabilirse, "omuz üstünde baş" bırakmayacağını söyleyen Türkiye’nin Suriye’ye bir M4 hediyesi olacak!...

İÇ SİYASETTE İLK DEFA AKP’NİN İDLİB SAVAŞINA KARŞI SESLER YÜKSELDİ

İdlib’de savaş davulları çalarken, Türkiye yanlısı cihatçı gruplardan, HTŞ, Türkistan İslam Partisi, Hürrasül Din gibi bil umum el Kaideci/IŞİD’çi gruplara kadar bütün muhalifler bu savaşa destek verdiler ve fazla heyecan duydular. Ama iç siyasette bu kez ana muhalefet AKP’nin arkasında saf tutmadı. Çünkü bu defa savaşın, daha önce çokça kullanılan "güçlü milli" argümanları yok. AKP'nin Suriye'ye yönelik savaş ajandasındaki "Kürt tehdidinin ortadan kaldırılması" argümanları, kuzey Suriye hattı için hep kullanıldı. Açıkçası iç siyasette de karşılık bulmadı değil. Destekçisi bol olan bu söylemle yandaşların moralleri bir süreliğine okşandı. Bu sebeple esas olarak ulusal güvenliği tehdit eden unsurların gerçekten kimler olduğu ne tartışıldı ne de sınırlarımıza yığılan ve adeta TSK’nın bir bileşeni haline getirilen cihatçı unsurların nasıl bir tehdit oluşturabilecekleri konuşuldu. Şimdi AKP İdlib’de salt cihatçı yığınakla baş başaydı ve aslında ilk defa AKP’nin Suriye’de yürüttüğü savaşçı politikalara karşı geniş bir muhalefetten itiraz sesleri yükseldi. Fırat Kalkanından itibaren, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtına kadar bütün savaş politikalarına destek veren ana muhalefetin bile "İdlib’de Türkiye’nin ne işi var" dediği bir savaşta, AKP’nin kulağını sadece ABD’ye açık tuttuğunu gördük. Fakat güvence verenlerin yarı yolda bıraktığı Türkiye, Rusya’nın ateşkesine tutunup imzayı attıktan sonra bu hezimete dair tek desteği, TSK yanlısı muhaliflere yakın isimlerden aldı. Örneğin Ahmed Hassan isimli gazeteci, Türkiye’nin geri adım atmasını "muhaliflerin düşük performansına" bağladı. Hassan’a göre "Türkler için en büyük sorun ne Ruslar ne de Suriye rejimi, sadece muhalefet gruplarının düşük performansıdır. Bu da hiziplerin Türk hamlelerinden verimli bir şekilde yararlanma konusunda bir planı olmadığı anlamına geliyor."

Anlaşılan o ki, sahadaki cihatçıları sadece eğitim donatmak ve hatta kalkan olmak yetmeyecek, onlar adına fiilen savaşmak gerekecek!.. AKP de aslında böyle bir savaşa hazırdı, ne ki ABD ve NATO geride durmasalardı…

ERDOĞAN’IN İDLİB SAVAŞINI DESTEKLEYEN ABD, ŞİMDİ ATEŞKESE BAĞLI KALMASINI İSTİYOR

İdlib’de savaş gerilim başladığında ABD Başkanı Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, Türkiye ziyaretinde "NATO müttefiki olan Türkiye’nin İdlip’deki gözlem noktalarına zarar gelmemesi için durumu yakından takip ediyoruz" dedi ve Türkiye’nin çabalarını desteklediklerini söyledi. Mesaj alınmıştı ve hemen yüksek perdeden savaş telleri gerilmeye başladı. TSK konvoyu hedef alınıp Türkiye’nin asker kaybı vermesi de en çok ABD’yi heyecanlandırdı. ABD Dışişleri, "Türkiye’nin, kendini savunmak üzere Suriye rejimine yanıt verdiği tüm faaliyetleri destekliyoruz" açıklaması yaptı. Jeffry de koşup Türkiye’ye geldi ve Türkçeyle "beş şehidimiz var" diyerek "desteğini" sundu. Sonra bir anda "36 şehit" verildi ve yine Jeffry Türkiye geldi. Bu kez yalnız da değildi. Yanında ABD’nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Kelly Craft vardı. Bu ikili Hatay’ın Reyhanlı ilçesi Cilvegözü Gümrük Kapısı'ndan Suriye’ye giriş yaparak, cihatçılara moral ziyareti de gerçekleştirdiler. Ama sonra ne oldu? Bütün bu "sırt sıvazlamaları" boşa çıktı ve yine tek başına kalan AKP’nin bu bataklıktan da bir çıkış stratejisinin olmadığı görüldü, dönüp ateşkesi kabul etti. Fakat ilginçtir, Jeffry bu kez ateşkesin en büyük destekçisi oldu. Ateşkesten hemen sonra katıldığı bir radyo programında Jeffry aynen şunları söyledi:

"Şu anda her şeyden önce üç buçuk milyon mülteciye veya ülke içinde yerinden olmuş ve çoğunun bulunduğu Türkiye sınırına çok yakın olan İdlib ilindeki insani felakete odaklandık. Bunlar ateşkesin gerçekleşmemesi halinde Türkiye'ye gelme, Türkiye'yi istikrarsızlaştırma ve belki de Avrupa'ya geçme riski olan kişilerdir. Bu nedenle, Avrupa Birliği ve NATO ile birlikte çalışmak için elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz, her şeyden önce bu ateşkesin kalıcı bir ateşkes olarak kalmasını sağlamak için atılabilecek güvenlik, insani, ekonomik ve diplomatik adımları atacağız."

İşte hepsi bu kadar!.. ABD ve AB için İdlib’deki "insani felaket" demek, İdlib’in özgürleşmesi durumunda buradaki cihatçı potansiyelin Avrupa’ya akma riski demektir. O yüzden Batı için savaşsa savaş, ateşkesse ateşkes, ama illaki İdlib’in statüsü bu haliyle korunsun ve Türkiye sonsuza kadar orayı kontrolünde tutsun!... Peki, bu temenninin sahadaki karşılığı nedir? Türkiye’nin İdlib’de ne kadar tutunacağıyla sınırlı bir ömrü olabilir bu temenninin, ama Türkiye’nin de ısrarla İdlib’de tutunmaya çalıştığı biliniyor. 

TÜRKİYE İDLİB’E NEDEN TUTUNUYOR?

Çünkü İdlib cephesi, AKP’nin 9 yıllık Suriye savaşı açısından sonun başlangıcıdır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika uzmanı Elijah J. Magnier’e göre de Türkiye İdlib’e sımsıkı tutunuyor, çünkü "Türkiye Cumhurbaşkanı Suriye'yi bölmek ve özellikle kuzey Suriye'yi kontrol altında tutmak istiyor. Ve İdlib, Afrin'in önündeki ilk savunma hattını temsil ediyor. Eğer İdlib kurtarılırsa, başta Afrin olmak üzere kuzeyin kapıları Suriye ordusunun önünde açılmış olacak." Uzmana göre, Erdoğan’a kuzey Suriye’de kalıcılaşma sözü verilse, İdlib’i temizlemeye dünden razı olur. Hatta bir ara Putin’e, Ayn el-Arab'ın (Kobane) kontrolü karşılığında M5 ve M4'ü temizlemeye hazır olduğunu söylemiş ve aslında M4 ile M5’in çatışmasız bir şekilde temizlenmesini Putin de kabul etmiş ama Erdoğan, cihatçıları ikna edemediği için anlaşma sağlanamamış.

Ama Türkiye’nin bir yıldan fazla bir süre önce ortadan kaldırması beklenen ve Erdoğan’nın ikna edemediği bu cihatçılar için savaşa girildi. Ve şimdi AKP için ateşkesin ömrünü uzatmak birincil hedef haline gelmiştir. Fakat daha önce ikna edemediği cihatçıları bu ateşkes sürecinde nasıl ikna edecek? Hatta sadece ikna etmek yetmez, İdlib'de BM'nin terörist olarak kabul ettiği gruplarla mücadele Türkiye'den beklenecek ve dolayısıyla ateşkesin ömrü bu mücadelenin ciddiyeti kadar olacaktır. Yani AKP, kalkan olunan ve uğruna canlar verilen bu cihatçıların bir kısmına karşı diğer cihatçıları savaştırabilecek mi? Öyle ya, BM’nin, ABD’nin ve hatta Türkiye’nin de terör örgütü olarak kabul ettiği HTŞ/Nusra Cephesi gibi el Kaideci/IŞİD’çi gruplarla şu ana kadar müttefik gibi hareket edildikten ve Suriye ordusuna karşı omuz omuza savaşıldıktan sonra "hadi siz artık tasfiye olun" demenin bir kolay yolu olmayacak elbette!.. 

Hatırlayalım, ateşkesin yürürlüğe girdiği 6 Mart’tan tam 13 gün sonra, 19 Mart’ta TSK mensubu iki asker yaşamını yitirdi. Saldırı ne Suriye ordusundan ne de müttefiklerinden geldi. Doğrudan Nusra Cephesinden gelen bir saldırıydı. Milli Savunma Bakanlığının açıklaması "İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nde görevli unsurlarımıza bölgedeki bazı radikal gruplar tarafından yapılan roketli saldırı sonucu 2 kahraman silah arkadaşımız şehit olmuştur" şeklindeydi. Bu "bazı radikal gruplar" bölgeye zembille iniş yapmadıklarına göre, "müttefik radikal gruplar" idi ve şimdi karşı karşıya gelindi. TSK ilk defa 13 Nisan’da, M4 yolunun açılmasını önleyen bu cihatçılara müdahale etti. Yolun ortasına kurulan 20’ye yakın eylem çadırı buldozerlerle kaldırıldı, TSK tanklarını taşlayanlara biber gazıyla müdahale edildi. HTŞ yolun zorla açılmasına misilleme olarak TSK noktalarına saldırı düzenledi. Bunun üzerine TSK da seyir halindeki iki HTŞ aracını vurdu, 3 HTŞ militanı öldü. Bu bir ilktir ve Türkiye için daha gerilimin başlangıcıdır. Çünkü Moskova protokolü gereğince başlayan ortak devriyelerin mesafesi, Trumba köyü ile Neyrab kasabası arasındaki birkaç kilometre ile sınırlıdır henüz. Daha M4 yolunun güney uzantısında Ariha, Furayka, Cisril Şuğur gibi kritik cihatçı merkezleri var ve buraları Uygur cihatçılarının Türkistan İslam Partisi gibi çoğu yabancı el Kaideciler kontrol ediyor. Bu yabancı cihatçılar buralara aileleriyle yerleşmiş durumdalar ve herhangi bir çekilmeyi reddediyor. 15 Kasım’a kadar bu cihatçıları zorla veya diyalogla ikna etmek Türkiye'nin görevi olacaktır. Uzmanlara göre "bu cihatçı gruplar şu ana kadar yiyecek ve mühimmatlarını sadece Türkiye üzerinden sağlamaktadırlar. O yüzden onlar için zor bir seçim olacak: Türkiye'ye savaş açmak ve her şeyi kaybetmek ya da Ankara'nın daha fazla manevra yapmasını ve varlıklarını bir yıl daha uzatmasını ummak."

Görüldüğü gibi M4’ün kuzeyinde HTŞ’lilerin namlusu Türkiye'ye yönelmeye başladı ama esas kavga M4’ün güneyinde kopacak. Çünkü düzinelerce ülkeden gelen yabancı savaşçıların bir karışımından oluşan buradaki cihatçı yığınak ile AKP’nin başı iyice dertte. Zira Hatay sınırına bir taş atımlık mesafedeler… İşte böyle bir felaket kapıda beklerken, tokmağı elinde tutan AKP savaş davullarını bir Fırat’ın doğusunda çalıyor, bir Libya’da... Lakin İdlib belası, ateşkesin ömrü kadar uzakta ama ne yazık ki hep yanı başımızda…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hamide Rencüzoğulları Arşivi