Aytül Hasaltun Bozkurt
'İkizdere’deki teyze de bu bağın farkında'
Ne sivri dişlerimiz, ne pençelerimiz ne kürkümüz ne de dikenlerimiz var. Bırakın yeni doğmuş bir insan yavrusunu, bir yetişkini bile çırılçıplak dışarıya bıraksanız birkaç saat içinde ölmese bile sıkıntı yaşamaya başlar. O derece eksik doğmuşuz kısacası. Kaldı ki bu anki biz, uzun yıllar içinde erişebildiğimiz en iyi halimiz.
Ama tam da bu eksikliğimizden sebep kültür yaratmışız. En eksik olan insan en çok hükmeden olmuş böylelikle. Bir aşamadan sonra özellikle şehirlerde birikip, ormanı; gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzde bırakıp, araya yollar, köprüler, tüneller koymuşuz. Tarlasını satmak istediğinde dönmüş insan köyüne. Ellerimiz her zaman en değerli aletlerimiz olmuş ya ne yazık ki geldiğimiz noktada, akşam yiyeceği hayvanı avladığında, başucunda öldürmek zorunda kaldığı için üzüntüsünü paylaşan ve ona besin sağlayacağı için teşekkür eden, ancak kurumuş ağaçları ısınmak için kesen anlayış gitmiş, kibrinden ve kazanma hırsından mütevellit, değil tek bir kuru ağacı koca koca ormanları kesen, değil tek bir avı hatta bir değil pek çok hayvan sürüsünü ölüme terk edenler olmuş aramızdan bağzıları… (Uzatmak çok mümkün, buradan pandemiye de bağlardım ama Siz bu masalı biliyorsunuz zaten Sevgili Okuyucu)
Keşke bu mişli, muşlu paragraf; çocukları korkutup, uslanmaları umulan; cinler, devler ve canavarlarla dolu bir masal olsaydı. Gece çok korksak da sabah olunca bir hal çaresine bakardık bir şekilde. Ama gerçek. Bugünlerde gerçekten de İkizdere Köylüleri cansiparane ağaçlara tırmanıp, bir kuru dala yaslanarak, bir yığın askerin önünde durup ormanlarını, derelerini koruyorlar. Üstelik kayırmacılık dolu bir düzenlemeyle ‘tam kapanma’ da başladı, bundan sonra nasıl bir direniş olur hiç emin değilim. Bildiğim tek şey tüm aklımız fikrimizle eşitliği, özgürlüğü ve adaleti bir yolunu bulup yükseltmemiz gerektiği. Bir tür, bir ırk, bir cins, bir kesim için değil hepimiz için. Tüm bir canlı-cansız varlık alemi için.
Doğa İçin Alan’ın kurucularından Çağdaş Dans ve Performans Sanatçısı arkadaşım Derya Demircioğlu ile Doğa İçin Alan’ı ve doğamızı konuştuk.
Space for Nature’dan Doğa için Alan’dan biraz bahsedebilir misin? Ne için kuruldu, amaç neydi, hangi ihtiyacı gördünüz, nasıl bir ekip çalışıyor, hangi dönemde kurdunuz?
Doğa ve sanat nasıl bir araya gelebilir sorusu benim çok uzun zaman üzerine düşündüğüm, beni çok heyecanlandıran bir soru. Ve bu aslında bir soru bile değil, bir cevap, çünkü doğa ve sanat birbirinden hiç de ayrık değil. Özellikle sanat yaratımlarını beden üzerinden gerçekleştiren bir sanatçı için bu bağlantının çok net hissedildiğini düşünüyorum. Tabii ki bütün sanat disiplinleri için bu geçerli… Herhangi bir şekilde sanatla bağlantısı olan her birey, o bağlantıya yaklaşabilir aslında. Sözün kısası, bu tema benim için çok değerli olduğundan, bir noktada daha somut ve sürdürülebilir bir şekilde süreci başlatmak istiyordum. Ve geçen sene Mart ayında, ‘artık gecikemez, şimdi zamanı’ dedim. Üretimlerinde doğa ile ilgili bağlantıları hissedebildiğim ve bu alanda değerli işler yapabileceğini düşündüğüm sanatçı arkadaşlarımı ‘böyle bir fikirle biz ne yapabiliriz’i görmek üzere Küçük Çamlıca Korusuna -şehrin içinde küçük bir ormanı kasıtlı olarak seçerek- davet ettim. İlk toplanmamızı, o mart gününde yüz yüze ve verimli bir şekilde gerçekleştirdik. Hepimiz çok disiplinli, kapsayıcı, yenilikçi, katılımcı ‘sanat için sanat’la kısıtlanmadan, ‘yaşam için sanat’ anlayışıyla bir şeyler üretmek istiyorduk. Bunlar ilk toplanmamızda ortaya çıkmıştı. Birlikte performans sanatı ağırlıklı, çok disiplinli bir dans tiyatrosu prodüksiyonuna doğru yol alacağımız bir plan yaptık. Pratik ve teknik durumumuzu değerlendirmek, hangi stüdyoda, hangi günler, hangi saatler çalışabiliriz, hangi sanat disiplinlerini kapsayabiliriz gibi konularda araştırmalarımızı yapmak üzere ayrıldık. Ancak gelecek hafta yüz yüze bir araya gelmek mümkün olmadı. İlk toplantımızdan sonra Türkiye’de pandemi süreci ve yasaklar başladı. Evlere kapandık ve ekipteki yabancı arkadaşlarımız ülkelerine geri döndü. Bu durum, bizi niyetimiz ve planlarımızdan vazgeçirmese de, bütün sürecin evrilmesini sağladı.
Toplanmalara çevrimiçi bir şekilde devam ettik. Bir yandan evlere kapandığımız karantina sürecinde, bu haftalık çevrimiçi toplanmalar ve sanat üretim süreçleri ile bizlere nefes olurken, bir yandan da tüm süreci yeniden yapılandırmamızı sağladı. Her toplantıda, çeşitli temalar belirleyip evlerimizde bireysel olarak sanat üretimleri yapmaya başladık. Her yaratım sürecinden sonra, hep birlikte bir değerlendirme ve geri bildirim süreci işlettik ve işlerimizle ilgili birbirimizle iyi bulduğumuz ve geliştirilebilir yönleri tek tek paylaştık. Bu şekilde sanat üretim sürecini canlı tutarak, interaktif bir süreci uzun süre devam ettirdik. Zamanla sanat işlerimiz de kolektifin fikirleriyle daha da olgunlaşmaya başladı, performans, edebiyat, video sanatı, fotoğraf sanatı, resim… Herkes nasıl üretebiliyorsa o şekilde sürece dahil oldu. Böylece zamanı oldukça cömert kullanarak, kolektif olarak Doğa için Alan’ı büyütmenin, birlikte büyümenin ve üretmenin tadını çıkararak, karantina dönemini değerlendirmiş olduk. Ve tabii ki işlerimizi artık dünya ile paylaşmak istiyorduk. Bir yandan da kapsayıcılık ve katılımcılık ilkelerimizi de somutlaştırmak adına ‘Doğa İçin Alan’ın (Space for Nature) web sitesi üzerinde çalışmaya başladık. Her birimiz sahnenin önünde yer alan bireyler olsak da, pandemi süreci bizi Doğa için Alan’ın arka planında, işin mutfağına girmemizi gerektirdi. Bütün bunlarla birlikte bir sanatçı kolektifi olarak ne yaptığımızı ve sürecimizi de tanımlamalı ve ifade etmeliydik. Hiçbir fikri dışlamadan, kavramsal çalışmalar, uzun tartışmalar, değerlendirmeler, oylamalar, yazılar, çeviriler ve daha başka birçok süreci içeren demokratik, anti hiyerarşik bir yapıyı bütüncül ve organik bir şekilde işletmeye gayret ettik. Oldukça emek verdiğimiz süreçlerin sonunda Doğa için Alan – Space for Nature’ı, 'insanlar ve doğa arasındaki etkileşimi araştıran multidisipliner bir sanat platformu’ olarak tanımladık ve günümüze kadar geldik.
DOĞAYA ALAN AÇAN HER ADIMI DEĞERLİ BULUYORUZ. ÜSTELİK BÖYLE BİR ÇAĞDA.
Bu süreçte ayrıca doğa için ve doğa ile sanat üretmek temalı bir açık çağrımız oldu. Çağrımız özellikle yurt dışından oldukça ilgi gördü. Bu çağrı ile Doğa için Alan’ın ilk Sanal Sergisi’ni açacağız. Sergide Türkiye’den ve dünyadan sanatçıların işlerine yer vereceğiz. Bu sıralar bu konu üzerinde çalışıyoruz. Ayrıca bu çevrimiçi safhadan sonra, ikinci ve ileri bir aşama olarak gördüğümüz ve multidisipliner bir prodüksiyon gerçekleştirmeyi planladığımız fiziksel, yani yüz yüze safha var. Şu anki açık çağrımıza başvuran sanat işlerinden uygun olan bir seçkiyi bu sürece taşımak istiyoruz. Yani gelecekte de kapsayıcı, katılımcı, etkileşimli ve sürdürülebilir bir süreç hedefliyoruz. Doğa ile ilgili farkındalığı sanat yolu ile yükseltmek, hem fikirde hem insan çeşitliliğinde hem de kendini ifade etme alanı konusunda kapsayıcı olmak, hem sanatçılara hem amatörlere, hem de toplumda dezavantajlı bireylere alan açmak istiyoruz. Manifestomuzda da geçiyor; doğaya alan açan her adımı değerli buluyoruz. Üstelik böyle bir çağda. Herkesin televizyon, bilgisayar ya da telefon ekranına baktığı, doğanın saat be saat katledildiği bir çağ. Özellikle ülkemizde medeniyetin gelişimi beton dökmeye bağlıymış gibi politikalar yürütülürken, doğanın, insanların ve insanlar dışındaki dünya sakinlerinin yaşam hakları ellerinden hesapsız kitapsız alınırken, buna sessiz kalmak, bir yandan buna ortak olmak anlamına geliyor. Bir yandan da bir uyanış var. Yakın zamanda Yeni Zellanda’da bir nehre hukuksal olarak canlı varlık statüsü verildi, ülkemizde ise bu pandemi sürecinde binbir zorlukla günlerdir devam eden İkizdere’deki İşkencedere direnişi sürüyor… Orada insanlar ağaçlar kesilmesin diye, ağaçlara siper oluyor, tırmanıyor, vadiyi, ormanı koruyorlar. Direnişten bir konuşmacının söylediği gibi, orada ‘İnsanlar ve orman bütünleşmişler’. O insanların türkülerinde orman var ve ormanlarının türküleri var. Sanatın gücünü bu alanda da görmek aslında amacımız, eyleme geçmek, eyleme çağırmak, ifade etmek, sanat yoluyla, fikir yoluyla ifade etmeye alan açmak. Doğa için Alan’ın işlevini bu bağlamda çok değerli buluyorum. Bir başka amacımız da, doğa ile ilgili sanat dışı çalışmalar yürüten bireyleri ve kurumları, sanat üretimi yapan bireyler ve gruplarla ilişkilendirmek. Neden bir sanat üreticisi ya da izleyicisi bir performans sanatını izlerken doğrudan ya da dolaylı olarak doğa ile ilgili bir problemin çözümüne katkıda bulunmasın? Sanatı hayattan ayrık düşünmediğim için bu örüntüyü kuvvetlendirmeyi çok anlamlı buluyorum. Ayrıca bu alanda emek veren sanatçılar arasında bir ağ (network), ortak bir zemin oluşturmak da amaçlarımız arasında.
Bu noktada kendi çekirdek ekibimizden de bahsetmek isterim. İspanya’dan Alberto Monreal, Türkiye’den Gonca Gümüşayak ve Özgür Baştaş, Amerika’dan Tessa Magnuson, Ayhan Malkoç, websitesinin teknik arayüzünde bize destek veriyor. Denizhan Çay, şu an aramızda olmasa da, sürecin başlangıcında üretim ve çalışmalarıyla platforma emek verdi.
Bütün bunlarla birlikte, teknolojinin nimetlerini yaratıcılıkla birleştirmeyi seviyoruz, sosyal medyayı aktif ve zengin bir içerikle kullanıyoruz, buradan etkileşimi devam ettiriyor ve bu kanaldan da yenilikçi ve katılımcı yöntemlerle sanat eserleri üretiyoruz. Örneğin #spaceformyplant #bitkimiçinalan etiketi ile bir meydan okuma başlattık ve bu süreç sonunda bir video işi ortaya çıktı.
Sergi ile ilgili biraz daha konuşalım mı? Ne planlıyorsunuz, serginizin bir başlığı var mı, biraz bahsedebilir misin?
Açık çağrımız geçen sene 30 Eylül-20 Aralık tarihlerinde gerçekleşti ve başvuru süreci tamamlandı. Şimdi elimizde ülkemizden ve dünyadan birçok sanatçıdan eser var ve önümüzdeki aylarda dileyen herkesin erişimine açık bir şekilde web sitemizde sergileyeceğiz. Hedeflerimizden bir diğeri de açık çağrımızda birlikte sanal sergilerimizi her sene ya da iki senede bir devam ettirebilmek.
Sergimize başvuran işler, doğa için ve doğa ile üretilmiş işler. O kadar özgün ve ilgi çekici sanatçılar ve işler var ki… Örneğin İtalya’dan Delta Na var, bir çift ve sanat üretimlerinde doğadan ilham alıyor. İspanya’dan Johanna Speidel’in fotoğrafları, Esther Pardo Herrero’nun video işi ve Ana Bejar’ın heykeli ilgi çekici… İsviçre’den Kardo Kosta’nın arazi sanatı (land art) işleri çok hoş. Romanya’dan Bios Team adlı bir kolektifin işleri var. Almanya’dan Emily Puetter’in resimlerinde doğadaki dokular görülebiliyor sanki. Türkiye’den Eren Erkan’ın ses enstalasyonunu çok sevdim. Selin Göksel’in resminde ve pandemiye dair doğaya bıraktığımız izi görüyorsunuz, denizlere atılan maskeleri özgün bir şekilde yorumlamış, Serap Kökten işinde tüm canlıların yaşam haklarına vurgu yapmış. Benden ve ekipteki diğer arkadaşlarımdan da işler var. Ve dahası var, Polonya’dan Ekvator’a, Arjantin’den Avusturya’ya sergiye katılım var. Bütün işler önümüzdeki aylarda web sitemizdeki sanal sergimizde ziyaret edilebilecek.
Sırası gelmişken websitenizin adresini paylaşır mısın?
Tabii. www.spacefornature.org.
Peki Siz nasıl bir ihtiyacı gördünüz de harekete geçtiniz, onu biraz daha açalım mı? Şimdiye kadar doğa ile kurduğumuz ilişkide olan ya da olmayan neydi de Siz buradan hareket aldınız?
Çok basit bir yerden başlıyorum ve bir insan olarak düşünüyorum; şehirde yaşayan bir insan olarak dışarı çıktığımda neden temiz hava solumuyorum, temiz hava solumaya hakkım yok mu? İnsanların yanı sıra, bu kirli havaya bütün diğer canlılar da maruz kalıyorlar, hem de doğaya uyum sağlama içgüdüleriyle yaşadıkları halde. İnsanlar olarak kurduğumuz sistemler, onların yaşamlarını olumsuz etkiliyor ve hatta yok ediyor. Ve keser dönüp dolaşıp geri geliyor. İnsan da -doğanın bir parçası olduğu için aslında- bu sistemlerden olumsuz etkileniyor. Sanki insanlık olarak unuttuğumuz bu. Gelişmiş Batılı zihinlerimizle, neden-sonuca dayalı, daha çok tüketim için daha çok üretim diyerek bu kapitalist zincirin içine bir şekilde dahil oluyoruz. Ve oradan soruyorum; neden temiz hava solumaya hakkım yok? Ya da neden o canlı kendi sağlıklı habitatında yaşayamıyor? Bu sorular, kişisel olarak üzerine çok düşündüğüm sorular.
SANATIN HAYATA İÇKİNLİĞINDEN YOLA ÇIKIP GERÇEKTEN YAŞAMDA DA SOMUT BİR ŞEKİLDE SONUÇLAR GETİREN BİR ÖRÜNTÜ YARATABİLİRİZ
Yaşadığımız çağda betonun arasına ne kadar hapsedildiğini fark edip, bundan rahatsızlık duyan, neden böyle dört duvar arasında ekranlara bakarak yaşıyorum diye sorabilen ya da denizlerin kirliliği, kirliliğin sonsuzluğu, türlerin, ormanların yok oluşu, iklim krizi gibi konularda biraz olsun kafa yoran ya da çok az da olsa doğa ile bağlantıda olan herkes bir şeylerin değişmesi, dönüşmesi gerektiğini hissedebilir diye düşünüyorum. Bunun uğurda birçok aktivist birey, grup ve kurum çaba gösteriyor, ancak biz sanatçılar olarak sanat kanalıyla neler yapabiliriz, bu konuda farkındalığın yükselmesine nasıl katkıda bulunabiliriz diye düşündük aslında. Sanatın hayata içkinliğinden yola çıkıp gerçekten yaşamda da somut bir şekilde sonuçlar getiren bir örüntü yaratabiliriz. Bu arayış aslında beni yola çıkardı. Bütün o sorulara yanıtlar ararken yeniden tasarlayabileceğimiz sistemlerle sürecin dönüşümüne bir katkı sağlayabilme olasılığı vardı.
Ancak bu yola tek başıma devam etmektense birlikte devam etmeyi tercih ettim. Bir kişi tek başına çok değerli işler üretebilir elbette, ancak çağımızdaki etkileşim ve iletişim boyutlarını düşününce, birlikte, bir grup olarak, bütünün parçaları olarak, interaktif, her an gelişen canlı bir yapı olarak bir şey üretmek daha akılcı ve daha çok şey sunabilir diye düşündüm. Bu daha çok renk, daha çok ses, daha farklı ifade şekilleri, daha çeşitli üretim demek. Ekipte de hepimiz bu ortak paydada buluşabildik diye düşünüyorum.
Yani diyorum ki, ey insan! ne kadar betonun içinde kalmış olsan da, dışına da aitsin! Doğanın parçası olan insan! Betonun ötesine geç, zihninin ötesine geç, özünle, kendi doğanla, doğayla bağ kur! Özellikle pandemi bize bu bağı fark ettirebilecek ve çok şey öğretebilecek bir süreç diye düşünüyorum.
DOĞA SENiN EViN, O BÜYÜK EV. HERKESIN, HER TÜRÜN BAĞLANTIDA OLDUĞU BÜYÜK BiR EV. PANDEMiDE BU BAĞLANTIYI AÇIKLIKLA YAŞIYOR VE ÖĞRENiYORUZ
Pandemi neden bu süreci öğretmek için iyi bir öğretmen?
Şöyle düşünelim; evimizin içinde musluklar bozuk, suyu kontrol edemiyoruz ve gitgide odalara yayılıyor, büyük bir odasını da çöple doldurmuşuz, türlü türlü her çöpü o odaya atmışız, sonra ev sakinleri olarak farklı odalara çekilip bilgisayar ya da telefonlarımıza bakıyoruz, etkileşimsel olarak ayrılmışız. Ve içerisi çok sıcak olmaya başlıyor, gitgide ısınıyor ve yaşam alanını değiştirmeye başlıyor. Evdeki bitkilerin kurumaya başlıyor, evcil hayvanlar hastalanıyor ya da ölüyor. Bütün sistemi bozulmaya başlıyor artık o evin. Mikroplar virüsler santim santim yayılmış… Ve sen belki hastalanıyorsun, artık nefes alamıyorsun. Böyle bir evde sağlıklı, dengeli, huzurlu ve ötekine de saygını sürdürebileceğin bir şekilde yaşayabilir misin? Böyle bir evde yaşayamıyorsan böyle bir dünyada nasıl yaşabilirsin? Doğa senin evin, o büyük ev. Herkesin, her türün bağlantıda olduğu büyük bir ev. Evimiz. Pandemide bu bağlantıyı açıklıkla yaşıyor ve öğreniyoruz diye düşünüyorum.
Ve bir bir bağlantı daha var. Bir an durup şöyle bir nefes alıp, verip, verişin sonunda deneyimlediğin bir sessiz an, bir derin dinlemeye geçiş var. O anda bedeninde, zihninde ne hissediyorsun? O anda kurduğun bağ senin kendi doğan. Bu hissediş –doğanın parçası olan- insanın kendisiyle, kendi doğasıyla kurduğu bir ilişki, doğadan ayrık değil… Bu bağa biraz dikkat vermek gerekiyor. Çok temel ve kapsayan bir şey var orada. Ve o bağın kalitesini neden yaşamlarımızda büyütmüyoruz?
Endüstrileşme çağı insanın zekasını belli bir noktaya getirdi. Ama aynı zamanda yan etkilerini de birlikte getirdi. Birçok probleme insanlık olarak çözümler bulduk. Ama bu çözümler başka sorunlar, yan etkiler yarattı. Pandemiyle birlikte anlıyoruz ki biz artık o yan etkileri bertaraf etme ihtiyacındayız. Belki insanlık olarak, başka bir noktadan bakmamız lazım. Odasını çöple doldurduğumuz, bitkileriniz kesip kuruttuğumuz, sistemlerini bozduğumuz bir evde nasıl huzur bulamayacaksak; doğasını katlettiğimiz, denizini, toprağını kirlettiğimiz, ekolojik sistemlerini alt üst ettiğimiz bir dünyada da var olamayacağız. Pandemi bunu öğrenmek için iyi bir fırsat, çünkü insan doğanın dengesini bozdukça doğa başka problemlerle, sorunlarla karşısına çıkacak. Halihazırda kurulan sistemler barışçıl ve bütüncül değil. Ancak biz insanlık olarak bu yan etkileri ve problemleri çözebileceğimiz bilince artık gelmiş olmalıyız. İnsanlığın zeka, deneyim ve teknolojisini kullanarak ve doğa ile kurduğu o en temel bağı fark ederek bu sorunları çözebileceğine inanıyorum. Doğa için Alan olarak biz bu fikri destekleyip yükseltmeye çabalıyoruz ve bir paylaşım alanı olarak görüyoruz. Ben bir yolu bilmiyor olabilirim ama sen biliyor olabilirsin, paylaşabilirsin, paylaştığında artık hepimiz yolu biliyor oluruz ve uygulamaya başlayabiliriz. Uygulamanın kolaylaştırıcıları nelerdir, bunları araştırabiliriz ve oradan yeni bir dönüşüm gelebilir. Bütün dönüşümün en temel noktası ise bence o en temel bağı hatırlamak. Şartlara ve problemlere bütün katmanlarıyla bakmayı öğrenmemiz ve ona göre bu süreçte yol almamız gerekiyor. Biz bu yolun ağırlıklı olarak sanat tarafındayız ancak aynı zamanda genel sürece de somut katkıda bulunmak arzusundayız.
İKİZDERE’DEKİ O TEYZE TÜRKÜLERİNİ SÖYLESİN, AĞAÇLARLA VE BİZLERLE KONUŞSUN. ONUN TÜRKÜSÜNDE O ORMAN VAR, ORMANI DUYALIM
Önünüzde başka neler var hedeflediğiniz?
Pandemi devam ettiği için önümüzdeki aylarda çevrimiçi etkinlikler yapmayı planlıyoruz. Doğa İçin Alan doğa ve insan arasındaki iletişim ve etkileşimi hisseden herkesin katılım sağlayabileceği, üretebileceği bir platform olsun istiyoruz. Dezavantajlı bireyler ve gruplar için de erişilebilir olmasını önemsiyoruz. Bu yüzden çevrimiçi etkinliklerimizi ‘doğadaki öğelerle nasıl sanat üretilebilir’den, kompost yapımına, ‘Kaz Dağlarında nasıl bir mücadele verildi, veriliyor’dan, doğa ile dost üretim yapan kadın kooperatiflerinin süreçlerine, doğada gerçekleştirilen performans işlerine kadar geniş bir yelpazede atölye, seminer, eğitim ve performans işleri programı oluşturduk. Bu programı bütüncül tasarladık çünkü doğal ve kültürel yapıya uygun bir anlayış, o bölgedeki ekonomi yöntemlerini de değiştirebilir, yerelden küresele bir dönüşüm yolu açabilir. Bu bilinci neden beslemeyelim? Tam da bu noktada elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Gerekli desteğe ulaşırsak bu kapsamlı çevrimiçi programı sonbaharda gerçekleştirebiliyor olacağız. Pandemi boyunca geniş ölçekte ve uzun vadede plan ve programlar oluşturduk. Bu süreçte attığımız tohumları pandemi sonrasında fiziksel olarak bir araya gelebildiğimiz döneme taşıyarak hem bu anlayışı hem de sanat üretimlerimizi sürdürülebilir kılmak istiyoruz.
Bu arada sesimize ses olduğun için çok teşekkürler Aytül, bu konuda sözü olan söylesin. İkizdere’deki o teyze türkülerini söylesin, ağaçlarla ve bizlerle konuşsun. Onun türküsünde o orman var, ormanı duyalım.
Ekopsikoloji diye yeni konuşmaya başladığımız bir kavram var. Bu anlayış, insanın doğaya verdiği zararı özyıkım olarak değerlendiriyor, bu anlayışa yakın mısınız ve yakınsanız bununla ilgili farkındalık çalışmaları yapıyor musunuz?
Senin sorun üzerine biraz ekopsikolojiyi araştırdım. Yeni bir disiplin. Bir disiplin olarak düşünmeden, bu disipline dair sunulanları içimde en derin haliyle hissettiğimi fark ettim. Örneğin, doğaya çıktığımda onun bana fiziksel ve psikolojik olarak ne kadar iyi geldiğini biliyorum. Pek çok bilimsel araştırma var, doğada vakit geçirmek bağışıklık sistemini güçlendiriyor, bitkilerden yayılan çeşitli gazlar bunu sağlıyor. Doğada vakit geçirmenin zihin açıcı özelliği var; uzmanlar çocukların daha zeki olması için onları doğaya çıkarın diyor. Eğitim sistemi çok gelişmiş Finlandiya’da çocuklar orman okullarına gidiyorlar örneğin. İkizdere’deki teyze de bu bağın farkında. Bu bağ çok değerli ve biz bu bağa arkamızı dönersek daha çok yıkımla karşılaşacağımız bir gerçek. Pandemi çok somut bir yıkım bu anlamda. Ya da ötekinin yaşam hakkını elinden almak… Hayvanların hissetmenin ötesinde düşünebilen canlılar olduğunu gösteren bilimsel araştırmalar var. Onlar hissediyor, düşünüyor, uygulayabiliyorlar. Böyle bir canlının yaşam hakkını nasıl olur da daha aşağıda görür insan? Onun biricikliği, ekolojik bütünün içinde kendine ait, bir başkasının dolduramayacağı bir yeri var. Tüketim nesnesi üretmek adına kesip biçmeye, yok etmeye başlamadan önce tekrar ve tekrar düşünmek gerekiyor, bir bitkiye ya da bir hayvana zararı olacak mı? Doğayı savunurken insanın hakkını da savunuyoruz, o –doğaya ait olan- insanın hakkını. İnsanın biriciklik, öğrenme-öğretme, şifalanma, cinsiyet ve göçlerine dair deneyim ve problemlerinde, doğa ile ilişkisinin etkilerini ve yansımalarını görüyor ve bunları sanat diliyle besleyerek bütüncül bir deneyime alan açmak istiyoruz.
Manifestomuz
https://spacefornature.org/tr/kesfet/
Derya Demircioğlu
Çağdaş Dans ve Performans Sanatçısı