Fehim Işık
İşte ‘Yeni Çözüm Süreci’
30 Ekim 2014 tarihinde toplanan MGK, hükümetin eski OHAL valiliğinin yerine ikame ettiği Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’nın hazırlayarak Genelkurmay Başkanlığı’na sunduğu gizli ibareli bir eylem planını görüşmüştü. Genelkurmay Başkanlığı’nın ciddiye alıp Genelkurmay Strateji Plan Dairesi’ne bağlı Strateji Şube Müdürlüğü’ne gönderip simulatif denemesini de hazırlamasını istediği bu planın adını da ‘Çöktürme Planı’ koymuşlardı.
Bu çöktürme planının hazırlanıp yaşama geçirilme kararının alındığı MGK’nin açıklamasına bakarsanız, böylesi bir planın zerresini hissedemezsiniz. O güne kadar neredeyse 2 yıldır devam eden süreç boyunca yapılan açıklamaların bir benzeri 30 Ekim’de de yayınlanıyordu ki ilgili bölümde geçen ibareler aynen şöyle:
"Terörle çok boyutlu mücadele kapsamında sürdürülen çözüm süreci ele alınmış; sürecin oluşturduğu olumlu atmosferi ve huzur ortamını bozmaya yönelik provakatif olaylara karşı kamu güvenliğini koruma konusundaki kararlılık teyit edilmiştir."
Şimdilerde çöktüğü bariz olan bu plan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müşteşarlığı’nın ilk vukuatı değildi. Sözüm ona güvenliğin siviller eliyle kamu lehine yürütülmesi için oluşturulan müsteşarlık, akademisyenlerle çalışıyor, sonradan İçişleri Bakanı olan ilk müsteşar Muammer Güler’in ‘sivil’ yüzüyle kamuya cafcaflanarak pazarlanıyordu. Çokça gazeteci, siyasetçi ve kanaat önderi de bu müsteşarlıkla koordineli çalışan ‘sivil platformlar’ aracılığı ile dinleniyor, bu kesimler üzerinden topluma mesajlar veriliyordu.
Oysa bu müsteşarlık kuruluş sözleşmesindeki mantığın zerre dışına çıkmayan; "terörizmle mücadele için ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak, bu konuda politika ve strateji geliştirmek" amacına zerre halel getirmeden hükümete/devlete strateji üretiyordu.
Resmi olarak 2010 yılında kurulan bu müsteşarlığın çalışmalarını yürüttüğü ve uygulamaya koyduğu İlk plan ‘KCK Operasyonları’ oldu. Üstelik bunu, daha ‘Oslo Süreci’ resmen bozulmadan yaşama geçirmeye başladı. Bu operasyonların stratejik sorumluluğunu ise kuruluş tarihi olan Mayıs 2010’da, henüz Başbakanlığa bağlıyken üstlendi. Bununla birlikte Kürt sorununun ‘çözümüne’ dönük stratejileri bağlı ‘sivil’ kuruluşları aracılığı ile sürdürdü.
Müsteşarlığa yakın çalışan dönemin ‘sivil’ kurumlarının, özellikle halen AKP Genel Başkan Yardımcısı olan Yasin Aktay’ın başkanlığını yaptığı Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün yayınlarına bakılırsa; örneğin ‘KCK Operasyonları’na dönük algının kamuoyuna nasıl yansıtıldığını ve tabi sonrasında bu ‘masaüstü planın’ nasıl çöktüğünü anlamak daha rahat olur.
Bu kuruluşun yaptığı çalıştaylardan birine hasbel kader ben de davet edildim. 22 Ocak 2011’de yapılan çalıştayın davetlileri arasında Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’ndan sorumlular da, emekli askerler de, üniversitelerden akademisyenler de, siyasetçiler ve başka gazeteciler de vardı. İlk kez davet edildiğim, devamında yapılan benzer içerikli çalıştaylara bir daha çağrılmadığım çalıştayın raporu 2 ay sonra, Mart 2011’de yayınlandı.
Raporun tümü yaşanan tartışmaları elbet yansıtmıyor. Benim söylediklerim bir tek yerde dipnot, bir anlamda da muhalefet şerhi olarak var o da taslakta beni yansıtmayan ama bana atfedilen ibarelerin düzeltilmesini istememden sonra istediğim biçimde yayınlanabildi. Raporda kişilere atfedilen kutulara ise benden almaya değer görüş bulamadıklarından olacak ki hiç almamışlar. Neyse uzatmayayım. İsteyen raporun detaylarını linkten okuyabilir.
Çalıştayda söylediklerim bir yana ortaya atılan ‘uzman’ görüşlerini dinlediğimde ne kadar realiteden uzak olduklarını, bazılarının da ne kadar ince hesaplı düşündüklerini anlamamak mümkün değildi. Örneğin KCK operasyonlarını sıkılmadan Kürtlerin lehine olduğunu, bu operasyonlar sayesinde Kürt hareketinin ‘Şahinlerden’ temizlendiğini, bunun da çözümü kolaylaştırdığını söyleyenler vardı. Sonradan AKP’li olan Orhan Miroğlu gibi ‘kelli felli’ Kürtlerden PKK ile çözüm olamayacağını, çözümün Irak Kürdistanı ve Barzani üzerinden zorlanıp Türkiye Kürtlerinin PKK’den kurtarılmasını savunanlar da, bunlara ağızları açık destek veren Türk akademisyenler ve emekli askerler de oldu.
KCK operasyonlarına ilişkin yaklaşımı bu olan, bunu kamuoyuna da kalemşörleri aracılığı ile aynen pazarlayan Müsteşarlık ve bağlı ‘sivil’ kuruluşlarının planı o dönem ‘Güvercin’ olarak tanımlanan Ahmet Türk’ün açıklamaları ile ters takla oldu, denilirse yeridir. Kürt siyasetinin ‘Güvercinleri’, ‘Şahinlere’ sahip çıkarak, aslında siyasetin kollektif boyutunu da somut bir biçimde kamuoyuna yansıtmışlardı. Nihayetinde bu kriminal Müsteşarlığın tüm planları tarumar oldu. Ne iddia ettikleri gibi ‘Güvercin-Şahin’ ikilemi yaratabildiler, ne de bir kaç çapsız dışında ‘KCK Operasyonlarında’’ cezaevlerine koydukları insanları teslim alabildiler.
"Çöktürme Planı" Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’nın ilk vukuatı değil derken, dikkat çekmek istediğim buydu. İlkini şu veya bu biçimiyle daha yakın gözlemleyebildiğim için biliyorum. İkincisinin de aynı mantalite üzerinden üretildiğine zerre şüphem yok. Yine adı ‘uzman’ olanları yan yana getirmiş, bunların fantazilerini ‘Kürt hareketini bitirecek, Kürtleri kazanacak’ bir plan biçiminde hazırlayarak sahaya sürmüşlerdir.
Ne yazık ki bu ikinci plan çökünceye kadar çokça insanın yaşamına mal oldu. ‘KCK Operasyonları’ insanların yaşamını çalmıştı. Ancak her şeye rağmen birkaç hasta tutsak dışında ölümler yaşanmamıştı. Kürt hareketinin çözüm sağduyusu ve 2012’de yaşanan çatışmalı sürecin akabinde 2013’te başlatılan ‘Çözüm Süreci’ne evet denmesi, ölümlerin önünü kesmişti. Ancak ‘Çöktürme Planı’ aynı olmadı. 2 yıl içinde, binlerce insanın yaşamına mal oldu. Yüzbinlerle ifade edilen insanın evsiz barksız kalmasını beraberinde getirdi.
Bu plan da çöktü. Masa üstünde, kusura bakmayın ama demek zorunda kalıyorum, birkaç şarlatanın hazırladığı planı, Kürtleri teslim alma planını hazırladılar, piyasaya sürdüler, sonuçlarını da hep birlikte gördük. Çok can gitti, ancak Kürtlerin iradesini teslim almaya güçleri yetmedi.
Peki, çöktüğünü ve Kürtlerin teslim alınamadığını nasıl anladık?
Önce Newroz, sonra referandum...
Bakmayın birilerinin Kürtler korktu, geri çekildi, oy verdi, AKP’yi destekledi, dediğine. Bu da algı operasyonu ve devamını yine kendilerince getirmek istedikleri için bu algıya çalışıyorlar. Onlar da biliyor ki tüm tank ve toplarına, onca ölüme, baskıya, göçe, işkenceye ve en önemlisi referandumdaki koca hilelere rağmen, Kürtler teslim olmadı, Kürtleri teslim alamadılar. En önemlisi de Kürtler, HDP’ye de sahip çıktı. İradelerinin cezaevlerine konulmasına, kayyumlarla ipotek altına alınmasına, belediyelerinin işgal edilmesine, televizyonlarının, gazetelerinin, dergilerinin kapatılmasına onay vermedi.
Tüm bu algılarla ne amaçlandığını referandumdan sonra daha somut görmeye başladık.
Yine ikiyüzlülük yapıyorlar.
Yine Selvilerle, Takanlarla piyasaya ‘çözüm senaryoları’ pompalıyorlar. Eker, Ensarioğlu, Miroğlu, Metiner ve bunların yancılarıyla piyasaya sahte ‘çözüm umutları’ salıyorlar. 74 yaşında görevden alıp hapse attıkları Ahmet Türk’e, onca yıldan sonra en kötü döneminde bile hiç çıkmamak için direndiği yurtdışında yaşamak zorunda kalan Hatip Dicle’ye, 24 yıldır sürgünlüğe mahkum ettikleri Zübeyir Aydar ve Remzi Kartal’a, tüm muhalifliğine rağmen oyunlarına alet edemedikleri Leyla Zana’ya çengel atmak istemelerinin, onları da kendi oyunlarına alet etmek istemelerinin bir nedeni de budur.
‘Çözüm umudu’’ pompalayacak ve ‘Çöktürme Planı’ ile teslim alamadıklarını bu kez bölerek teslim almayı deneyecekler. Selahattin Demirtaş’tan dik duruşun intikamı Edirne cezaevinde alınırken Ensarioğlu gibilerini Diyarbakır Valisi yapacak ‘Yeni Çözüm Süreci’ne onay vermelerini Kürtten isteyecekler.
Buna onay veren çıkar mı, bilmem. Ama Kürdün vicdanı buna onay vermez.
Peki, bu mesele çözümsüz müdür? Yok mu yolu?
Var, silahlı mücadelenin bitirilmesi isteniyorsa, adresi açıktır. Silahı kullananla yani PKK’yle konuşulacak, onlara siyasetin yolu açılacak ve sivil alana güvenli bir şekilde dahilleri için geri dönülmez, güvenceli bir süreç izlenecek. Ancak PKK de, siyasi çözüm için herkese ama herkese, bırakın Türkiye’deki diğer Kürt kimlikli partilere, gerekirse korucusundan Miroğlu’na, Ensarioğlu’ndan Metiner’e kadar tüm herkese kulak kabartacak, dinleyecek.
Bunun ötesi lafügüzahtır, çözümsüzlüktür...