İzzeti nefs

"Sizi reziller! Sıkıysa gerçek bir sanat eseri vücuda getirin. Gelin Saraybosna’ya da şahaserinizi burada, dünyanın merkezinde, gezegenin bu en anlamlı şehrinde yaratın."
Orhan ALKAYA

John Berger’la Yücel Göktürk’ün "müzik eşliğinde bir söyleşi"sini Roll dergisinde kaçırmış olmalıyım, Metis’ten çıkan kitap halini müthiş zevk alarak, bir oturuşta okudum. Peşi sıra, kitabın 55. Sayfasına geri dönüp uzun sustum.

’68 Prag Baharı’nı örgütleyen öğrenci liderleri, 1969 baharında Berger’ı ve "bir düzine" Batılı aydını Prag’da –belli ki "gizli"- bir toplantıya çağırmış.
"Çok tuhaf bir tarihsel andı. O toplantıya katılanlar (…) Batı Avrupa ‘68’inin en idealist, en uçuk söylemlerinin fazlasıyla etkisi altındaydılar. Gelgelelim Doğu Avrupa’da ne olup bittiğinin pek farkında değildiler," diyor Berger.

Bir Çek öğrenci söz alıp, "Buraya kadar geldiğiniz için hepinize teşekkür ederiz. Ancak derin bir uykudasınız. Size iyi rüyalar diliyoruz," demiş.
Haklı bir küstahlık, buraya kadarı. Beni zaman tüneline sokan ise, sözlerin sonrası oldu:
"Bize gelince, bizim meselemiz önümüzdeki 24 saati azami özsaygı ve haysiyetle ve asgari tavizle yaşamayı becermek. Bizim tek derdimiz özsaygımızı, haysiyetimizi yitirmeden yaşamak."
’68 Prag Baharı (Prazske Jaro), 1956 Macaristan’ından sonra, sosyalizmin özgürlükçü, demokratik bir vizyon edinmesi yönünde atılmış çok önemli bir adımdı –elbette bence-.
Alexander Dubcek öncülüğünde bir dizi reform –basın özgürlüğü, çok partililik, federal iki uluslu sistem vb.- hayata geçirilmeye çalışılırken, Varşova Paktı, yüz binlerce askeri ve techizatıyla Çekoslovakya’yı işgal etti.
"Güleryüzlü Sosyalizm" projesi kısa sürdü, malum. Jan Palach, Wenceslas’ta kendini yaktı. Dubcek, Ankara’ya Büyükelçi olarak gönderildi. Ülkesinde hatırladığım son fotografı ise bir tramvaydaydı.
Dünyada ve memleketimizde büyük etkiler bıraktı Prag Baharı.
Avrupa’nın "en" Sovyetik KP’si Fransız Komünist Partisi’nin yöneticilerinden, enteresan ve büyük entelektüel Roger Garaudy, Radio France’de canlı yayınlanan uzun ve sert konuşmasından sonra partiden istifa etti mesela.

Bizdeki etkisi de hayli büyüktü Prag Baharı ve sonrasının. Türkiye İşçi Partisi Başkanı Mehmet Ali Aybar, işgali çok net ve sert biçimde eleştirdi ve partiden ayırtıldı.
Yüzü halka dönük ender sosyalist liderlerden en başta geleni TİP’ten ayrıldıktan sonra, mitoz çoğalmalara giden "teori bunalımı" dönemi Türkiye sol hareketlerine haylice el koydu. Uzun konu.
Sonra, ‘92’de büyük yazar ve büyük hayal kırıklığımız Vaclav Havel’in ustalıklı operasyonuyla Çekya ve Slovakya, federal de olmayan iki ayrı devlete dönüştü. Çekya pek bir ABD’li oldu, Havel ve güzelim oyunları da gözden düştü. Led Zeplin sevgisi kaldı geriye dirençli muhalif Vaclav’dan.
Berger ve arkadaşlarını ’69 senesinde fırçalayan o Çek (Slovak) öğrenciyi hücrelerime kadar hissetim.
1990’ların bir vaktinde "Bosnalı Direnişçi Sanatçılar" imzalı bir bildiri gelmişti. O zaman da yazmıştım. Hatta, Yeni Yüzyıl gazetesinden ayrılmama sebep olmuştu o yazı. Bildiri şöyleydi:
"Dünyanın bütün sanatçılarına!

Sizi reziller! Saraybosna’ya gelin ve burada çalışın. Veya tatilinizi burada geçirin. Mükemmel bir yer, burası. Ya telefon çalar da rahatım kaçarsa, demeyin, çünkü telefon hatları kesik. Burası o rezil uygarlıktan çok uzak. Ne elektrik var, ne su, ne de yiyecek; sadece prezarvatif var. Siz pek önem verdiğiniz şeylerle uğraşırken, burada kaçırdığınız iki şey var: Gerçek hayat ile gerçek ölüm.
Sizi reziller! Sıkıysa gerçek bir sanat eseri vücuda getirin. Gelin Saraybosna’ya da şahaserinizi burada, dünyanın merkezinde, gezegenin bu en anlamlı şehrinde yaratın. Kıçınızı kaldırın da gerçekten anlamlı bir şey yapın. Yükseltin sesinizi faşizme karşı. Birkaç hayat kurtarın. Acı içinde kıvranan insanların ruhlarını doyurun. Ve haykırın dünyaya: Sanat 20. yüzyılın sonunda uygarlık denen şeyin dehşetiyle yüzleşemezse, estetik nedir yalandan başka?
Sizi reziller! Aptallığı bırakın. Bahaneler uydurmaktan vazgeçin. Sanatın boktan bir komformizme indirgenmesine razı olmayın. Siz değerli âşıklar, bizim yegâne müttefiklerimiz, siz kendini yalnız hissedenler, Saraybosna’ya gelin. Başarabiliriz.
Adam olun."

Sarajevo’nun o inanılmaz gerçeklikteki çığlığını da, yaşayarak hissettim.
Trans-nasyonal Genel Prova’yı, şirketlerin devletleri küçültme projesini, eski masal ülkesi Yugoslavya’da soludum ve Gala neden Türkiye’de olmasın, diye evhamlandım.
Evham kadar temelsiz, kurgusal değilmiş meğer.

Berger-Göktürk kitabına sadık kalarak alıntıladığım "özsaygı" kelimesinin bizde bir karşılığı daha var: İzzeti nefs!
Nikolay Nekrasof’un çok uzun vakittir hafızamda duran üç mısraıyla veda edeyim:
"Sazımı hiçbir zaman satmadım ama
Amansız kader beni korkutunca
Sazımdan falsolu bir ses çıkmadı da diyemem"
Yolunuz açık ve izzeti nefsiniz hayırlı olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi