Pelin Cengiz
Kadınlar iklim politikalarında 'biz de varız' dedi
Pelin CENGİZ
ARTI GERÇEK- Tüm dünyanın iklim değişikliği konusunda geleceğine yön verecek kararların alınacağı Polonya’nın Katowice kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması 24. Taraflar Konferansı’nda (COP24) 10 gün geride kaldı.
İklim değişikliği küresel bir sorun ancak etkileri coğrafi bölgelere, ekonomik koşullara, yaş ve cinsiyetlere bağlı olarak farklılıklar gösteriyor. Maalesef, iklim değişikliği aynı zamanda çok fazla adaletsizlik yaratıyor, bunların en önemlilerinden biri de kadınların yaşadığı adaletsizlikler.
COP24’te ikinci haftanın ikinci günü Toplumsal Cinsiyet Günü (Gender Day) olarak belirlenmişti. İklim değişikliği ile mücadelenin toplumsal cinsiyet boyutu, uluslararası düzeyde ilk kez 2001 yılında gündeme geldi. Daha sonraki yıllarda uluslararası iklim müzakerelerinde kadın ve erkeklerin toplumsal rolleri itibariyle iklim değişikliğinin sonuçlarından farklı şekillerde etkilendiklerine dikkat çekilmeye başlandı. Toplumsal cinsiyete duyarlı iklim politikaları, uluslararası resmi masalarda daha kararlı bir şekilde ele alındı.
Daha sonra Paris Anlaşması’nda, tarafların iklim değişikliğine karşı önlem alırken toplumsal cinsiyet eşitliği faktörünü dikkate almaları gerektiğinin altı çizildi. Paris’in ardından 2017 yılında Bonn’da gerçekleştirilen COP23’te, taraflar iklim değişikliği ile mücadele için "Toplumsal Cinsiyet Eylem Planı"nı (Gender Action Plan) kabul etti ve böylece uygulamalar yeni bir boyuta evrilmiş oldu.
Toplumsal Cinsiyet Günü’nde de yapılan toplantılarda, İngiltere’den Haiti’ye, Suriye’den Hindistan’a kadar iklim değişikliğine karşı mücadele için çaba gösteren kadınlar bir araya gelerek mücadelenin nasıl daha eşitlik temelli ilerlemesi gerektiğini, kadınların ana akım iklim politikalarında nasıl daha fazla rol alabileceğini tartıştı.
İklim değişikliğiyle mücadelenin, iklim eylem planlarının doğrudan cinsiyet eşitliğiyle ilgisi var. Kadınlar iklim değişikliği ile mücadelede de eşit haklar talep ediyor. Bu alandaki en temel eşitsizlik temsiliyet konusunda. Kadınların yerine, sadece erkeklerden oluşan grupların konuştuğu ve karar aldığı toplantıların artık geçmişte bırakılması, mücadelenin yeni bir bakış açısıyla ele alınması gerekiyor.
Hem gezegeni ısıttıkça ısıtıp hem de kadınları yok saymaya devam etmek artık mümkün değil… Kadınlar COP zirvelerinde hem daha güçlü hem de daha çok dayanışma içinde…
İklim zirvesindeki genel resme bakacak olursak, zirve kapsamında herkesin beklentisi Paris İklim Anlaşması'nın hayata geçmesi gereken ilkelerinin karara bağlanması ve Paris Anlaşması’nın nasıl işleyeceğini gösteren Kurallar Kitabı’nın ortaya çıkması yönünde. Dünyanın içinde bulunduğu acil duruma cevap vermek için tarafların kararlılık göstermesi ve somut bir karara ulaşması çok önemli.
Aslında 300 sayfa civarındaki Kurallar Kitabı, geride bıraktığımız görüşmelerde belli oranlarda sadeleştirildi ancak yine de sonuç metninin ne şekilde ortaya çıkacağıyla ilgili belirsizlikler mevcut. Özellikle şeffaflık ve raporlama konularından nasıl bir uzlaşma çıkacağı bilinmiyor.
Malum, Paris Anlaşması kapsamında ülkelerin taahhüt ettiği sera gazı emisyon azaltım hedefleri bilim insanlarının işaret ettiği 1.5°C derece hedefinden çok uzakta ve hatta mevcut haliyle dünyayı 3°C derecelik bir ısınmaya götürecek nitelikte.
Bazı ülkeler 2°C derecelik artış hedefini daha gerçekçi görürken, mevcut azaltım taahhütlerinin iyileştirilip iyileştirilemeyeceği ve bunun Kurallar Kitabı’nda nasıl tarif edileceği hala büyük bir soru işareti ortada duruyor.
BM Emisyon Açığı raporuna göre, ülkelerin 2°C derece hedefini tutturmak için çabalarını üç misli, 1.5°C hedefi için ise beş misli arttırmaları gerekiyor. Bu da ülkelerin Paris Anlaşması çerçevesinde verdiği Ulusal Katkı Beyanları’nı hızlıca revize etmeleri gerektiği anlamına geliyor.
Oysa, hafta sonu Rusya, Suudi Arabistan, Kuveyt ve elbette ABD gibi ülkeler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından ekim ayında hazırlanmış olan 1.5°C Derece Raporu’nun konuşulacağı toplantıyı bloke ederek, diğer tüm ülkelerin kabul ettiği 1.5°C Derece Raporu’nun resmi metne girmesine itiraz etti.
O raporda, küresel sıcaklıkların sanayi dönemi öncesine göre 2°C derece üzerine çıkmasının sadece doğal yaşam alanlarının ve türlerin kaybıyla sonuçlanmayacağı, buzulların erimesi ve deniz seviyesinin yükselmesiyle sağlığı, refahı, güvenliği ve ekonomisiyle insan hayatını doğrudan etkileyecek yıkıcı sonuçlara yol açacağı belirtilmişti. Yani, küresel ısınmayı 1,5°C dereceyle sınırlanmak için, tarımda, enerjide, sanayide, barınmada, ulaşımda ve şehirlerde "hızlı ve geniş kapsamlı" dönüşümler gerekiyor.
Tüm bu gelişmeler sırasında Türkiye inatla sürdürdüğü iklim politikasından -ya da iklimsizlik politikasını mı desek yoksa- geri adım atmadığı gibi yerinde saymaya devam ediyor. Türkiye, İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’ndaki pozisyonunu değiştirmek için COP24 öncesi yer aldığı Ek-1 Grubundan çıkmak istediğini BM Sekretaryası’na iletmişti. Bu istek zirvenin ilk günü sadece müzakerelerin yarım saat geç başlamasına neden oldu, tartışmalar sonucu Türkiye’nin isteği gündem dışı bırakılınca, Türkiye bir iklim zirvesinde daha yalnızları oynamaya devam ediyor.
1992’de OECD üyesi olan gelişmiş ekonomilerin yer aldığı ülkelerden oluşturulan Ek-1 listesinden çıkma isteğinin ardında, Türkiye’nin iklim fonlarından daha fazla yararlanabileceği "iddiası" var. Türkiye’nin Paris Anlaşması kapsamında verdiği seragazı emisyonlarını 2030’a kadar iki katına çıkarma taahhüdü, hem güçlü bir hedef koymayıp hem de bu kadar çok maddi yardım talebinde bulunuyor olmasına açıkçası ne kimsenin ayıracak vakti ne de tahammülü var.
Türkiye, halen Paris Anlaşması’nı imzalayan ancak onaylamayarak taraf olmayan 14 ülkeden biri. Türkiye’nin, 2020 yılında hayata geçecek anlaşmaya taraf olmaması halinde süreç dışında kalması ve gelecekteki iklim tartışmalarında yaya kalıp diğer ülkeler arasında negatif ayrışması söz konusu.