Aytül Hasaltun Bozkurt
Kadınlar vardır
Kadın ya da erkek ya da kendinizi her ne şekilde tanımlıyorsanız ve bu satırları okuyabiliyorsanız kötü/fena/berbat bir iş çıkarmış olamazsınız çünkü hayattasınız ve hâlâ bir şeyler okuyabilecek gücünüz takatiniz var. Bunu özellikle kendi yaş grubum olan 70’lerde ve belki biraz daha öncesinde dünyaya gözünü açmışlar için söylüyorum. Bizler, maddi manevi tüm yatırımlarını modernizme göre şekillendirmiş anne/baba/öğretmen-eğitmen/ustaların çocuklarıyız. Bizleri yetiştirenler, çocuklarına yani bizlere daha iyi bir yaşam -ve bunun koşulu olarak, daha iyi bir eğitim de var ki bugün Boğaziçi Üniversitesi kayyuma teslim ediliyorsa, dünyaya etki edebilmenin yolunun aklın ve sanatın özgürlük alanlarına ihtiyaç duyduğunu, elbette bizim kadar mevcut iktidar da biliyor- verebilmek için büyük şehirlere hatta daha gelişmiş ülkelere hareket edebilme becerisini gösterebilse de diliyle, tutumuyla bizleri yerden yere vurmakta bir beis görmeyen, her şeye hatta tam olarak kopmayı başaramadıkları feodal alışkanlıklarına bile, bizlerin gelişimine katkı sunmak için sıkı sıkı tutunmuş ‘büyüklerin’ evlatlarıyız. Bizler okuyup yazıp, çalışıp çabalayıp bir yere gelebildiysek, çoğunlukla devam etme azmi ve kararlılığımızla yani kendi gücümüz ve irademizle ‘olduk.’ Geçmişin kötü paketlerinden/bagajlarımızdan dolayı hâlâ değiştirmek zorunda olduğumuz alanlar var ve tüm yılgınlığımıza rağmen ayakta kalabilmemiz gerek. Düne kadar ne gücümüzün farkındaydık ne de cesaretimizi kuşanıp kendimize yer/alan açabiliyorduk. Artık düştüğümüz noktada -ki insanız, düşeriz- kolumuzun altından bize destek verip ayağa kaldırabilecek ve ‘yapabilirsin’i daha yüksek sesle söyleyebilecek ilişkileri daha da geliştirmek gerek. Ama ne var ki çocuk/yaralı/yorgun yanlarımız, tam hareket edecekken bizi olduğumuz yere kazık gibi çakmak, boğazımıza oturup nefessiz bırakmak isteyebilir. Yine de bir yol var; her ne kadar ilişkide yaralansak da ilişkide kendimizi onarıp/güç kuvvet buluyoruz.
Her şeyden önce dilin değişimine ve ilişkilenme biçimlerimize katkı sunmak ve bu yolla gücümüze güç katmak için yazıyorum bu satırları.
Kampanyalar yapasım, hastaglerle ortamları donatasım var. ‘Kadın kadının kurdu değil yurdu’ şiarına yürekten inanıyorsak, herkesten önce biz dilimizi ve ilişkilenme biçimlerimizi değiştirmeye mecburuz. Bunun için de şiddetten arındırılmış bir dille, kırıp dökmek değil de onarmayı ve yapmayı önüne koymuş bir hareket almaya ihtiyacımız var. Daha somut adımlar atmalı artık. İndirgemeci, tepeden, bir çeşit kayırmacılıkla ve çokça kibir ve büyüklenmeci bir tutumla önümüze sunulanı reddetme, beğenmeme hatta beğenmediğimizi söyleme hakkımız var. Whatsapp'ı silmek ya da silmemek tartışmaları da buna dahildir. Varlığını her daim ense kökümüzde hissettiren her alandaki büyük biraderlerin, sunduklarıyla bizleri köleleştirmesine izin verecek değiliz elbette. Tepeden tepeye yakılan ateşin dumanıyla dün nasıl haberleştiysek bugün de kendi ateşlerimizi yakabilecek beceriye sahibiz. Her ne kadar Y ve Z kuşağı kadar teknolojik devrimin içine doğmamış olsak da can bir kadının hatırlattığı gibi 'Tv kumandasını kullanabiliyorsak her şeyi öğrenebilir/kullanabilir vaziyetteyiz. Hiçbir isme, hiçbir aileye, hiçbir erke, hiçbir karanlık gruba, direnmeden teslim olacak da değiliz elbette.'
Azizler’e güldük eğlendik ama kişisel olarak aksi yöndeki tüm çabalarıma rağmen -ki buradaki en büyük etmen de şahane oyunculuklar pek tabi- vallahi pek beğenemedik. Tam olarak hangi birine yanalım onu da bilemedik; kadın karakterlerin güçsüzlüğüne mi, konunun parça parça dağılıp ayakları yere basan sağlam bir yere bağlanamamasına mı, politik tınlamamak için özenilmiş kıvraklığa mı, oyunculuklara yaslanmış yönetmen ya da senaristlerin, kibirle her yerde olmasına mı, ‘ben çok zekiyim’i her fırsatta gözümüze sokan anlayışa mı… Evde kala kala kaybetmeye yüz tutan şirazemizi dengelemek için ne zaman bir ekran açsak bir erk’in, ağzımızda bıraktığı kötü tada maruz kalıyoruz. Ama çok şükür ki o kekremsi tat bizi daha çok birlikte olmaya, daha çok düşünmeye, daha çok üretmeye ve daha çok eylemeye sevk ediyor.
Bugün kalktığımda -ki çok erken kalktığım için hava hâlâ karanlık oluyor, bak bu da politik bir dayatma- ışık olmamasına rağmen aklımdakileri sansürlemeden olduğu gibi yazmaya başladım. Yazdıkça niyetim netleşti ve hava da yavaş yavaş aydınlandı. Ve bir karar aldım; hiçbir meseleye tepeden bakmayan, sistemin içinde kalmak için nezaketini ve şefkatini kaybetmemiş kadın liderleri/liderlikleri desteklemek için elimden ne geliyorsa, sağlığım neye elveriyorsa yapacağım. Diliyle, duruşuyla birlikte yol aldıklarını dövmeyen, eleştirel bakış açısını hiçbir konjonktürde kaybetmeyen, şiddetin her türlüsünden haberdar ve uyanık kalıp tepki verebilen, bulaşıkla, ütüyle, çocuğun online eğitimiyle üretimini bölmeyen/vazgeçmeyen; bedenine, evine, çevresine, klanına/sürüsüne/ailesine (kastım kan ya da evlilik bağı değil) ve gezegenine her şeyden çok da sanatına/üretimine bağlı kadınları, açık bir tutumla destekleyeceğim. Hele ki pandemik pandemik, eskiden yapabildiğimiz pek çok şeyi şimdi/şu an kaybetmişken… Baş döndürücü bir hızla yağan, ülkenin ve dünyanın dertleri, nefes almak için araladığımız her alandan, mekânlarımıza, iliğimize, kemiğimize kadar sızıp/sıkıştırıp bizleri akılsız bir makinaya dönüştürmeye çalışıyorken.
Kendime bulduğum somut adımlarım da var elbette; aklına, üretimine çok güvendiğim, geçmişte tanışma/çalışma, şimdi de temas etme, ilişki kurma şansına sahip olduğum hepsi birbirinden değerli kadınları, kendimce en iyi özellikleriyle beraber aşağıdaki satırlarda anmaktan ve en sevdiğim/beğendiğim özelliklerini hiçbir tasarrufum yokken/durup dururken yazmaktan gurur duyuyorum. Onları tanıyabilir hatta iyi bir çocuk olursanız onları görebilir/sevebilirsiniz.
Elif Ongan Tekçe; bıraktığın boşluklarla, hayal gücümün değişmesine katkı sunan yazıp, çizip önüme koyduğun her şeye bayılıyorum; sağ ol, var ol.
Gülsüme Oğuz; şartların ne olursa olsun üretme/yaratma coşkundan hiçbir şey kaybetmeden her şeyi daha düzgün, daha işler hale getiriyorsun. Bu özelliğine bayılıyorum; sağ ol, var ol…
Cemile Toska; az bulunur dürüstlüğünü çok iyi harmanladığın nezaketinle, olduğun alanlardaki herkesi ve her şeyi taşıyan güçlü varlığına bayılıyorum, sağ ol, var ol…
Sibel Kasapoğlu; hep yeniyi deneyen, kafasının içi iyi fikir ve iyi niyetlerle ışıl ışıl; harika bir kadın/sanatçı ve ustasın. Yolculuğumda seninle olmak bir ayrıcalık ve tabi ki sana bayılıyorum. Sağ ol, var ol…
Ayşe Çavdar; dinlemekten, okumaktan bıkmayacağım; en derin konulara girme cesareti gösteren aklın, en karanlık sokakları dillendirme cesaretine sahip yüreğin ile yazdığın, çizdiğin, söylediğin her şeye bayılıyorum. Sağ ol, var ol…
Ayşe Düzkan; Türkiye’nin Pazartesi adlı ilk Feminist Gazetesini okumaya başladığım 90’lar sonu 2000’ler başından beri bir şekilde okumaktan, neyi nasıl yaptığına bakmaktan vazgeçmeyeceğim, ince zekâsına bayıldığım, şu anda da Artı Gerçek Ailesinin değerli üyesi… Bitmeyen enerjine ve mücadele azmine bayılıyorum. Sağ ol, var ol…
Aynı kanı taşıdığım ve hepsi yüce bir çınar gibi göğe uzanan dallarıyla, kökleri güçlü ve sağlam annelerim Ayten, Fatma ve Özen, kardeşim Zerrin ve tatlı yeğenim Mina… Sağ olun, var olun…
Birlikte çalışmaktan son derece mutlu olduğum, gözümün asla arkada kalmadığı İsabella, Merve ve Sevgi… Sağ olun, var olun…
Her daim ellerini sırtımda hissettiğim, kapılarının bana asla kapanmadığını iyi bildiğim ahiretliklerim Emine , Karsel ve Şehriban… Sağ olun, var olun…
Klanlarımın/sürülerimin en değerli, en renkli, en neşeli, en dürüst, en samimi kadınları… Firuzeler, Sündüzler, Şenaylar, Tilbeler, Özenler, Enginaylar, Fulyalar, Bensular, Pervinler, Zeynepler, Merveler, Elifler, Serpiller, Handeler, Lindalar, Sedalar, Elçinler, Yaseminler, Asumanlar, Fundalar, Deryalar, Banular, Tuğbalar, Ayşeler, Nurgüller, Ayşenler, Yağmurlar, Duygular, Gizemler, Güneşler varlar. Ben beraber yürümekten her zaman onur duydum. İsteseniz de istemeseniz de görseniz de görmezlikten gelseniz de kadınlar varlar ve her şeye inat var olacaklar. Sokaklarda mızıka çalacağımız, gördüğümüz her şeyden toplayıp, taşıyıp, yaratıp beraber üreteceğimiz, hayatı bir dantel gibi ince ince, ilmek ilmek öreceğimiz nice günlere gecelere…
Böylelikle hayatta hiçbir önermesi olmayan, kibriyle kimseyi ezmeye, gereksiz sevimlilikleriyle kalbimizde yer kapmaya çalışana değil; dününü, bugününü iyi kavramış, gerçeği cesaretle ayan beyan açık eden ve olası geleceği işaret etmekten imtina etmeyen, kendine ve klanına/sürüsüne alan açmayı becerebilmiş nicelerinde sıra.
Uykularınız kaçsın, her alandayız. Ve kızkardeşlerimizi düştükleri noktada ayağa kaldırmakta ya da ellerimizin sıcaklığını sırtlarından dalga dalga tüm varlıklarına yaymak konusunda kararlıyız. Zira ne Azizler’e ne Zuckerberg’e ne de hiçbir erk’e tahammülümüz yok artık.