Kamu alımları sistemi

Cümlede kullandığım “yasal olmayan yolsuzluk” ifadesi kimilerine şaşırtıcı gelebilir ama şunu unutmayalım, ülkemizde yolsuzlukların çok büyük bir oranı yasal çerçeve içinde yapılmaktadır

Türkiye’de korkunç şeyler yaşanıyor.

Bunları aylarca, günde on yazı ile, her birinde ayrı bir iğrençliği konu alarak, yazabilirsiniz.

Ama, şimdilik durum değişmiyor, ama muhtemelen daha da kötüsü, değiştiğini zannettiğim mutasavver bir gün bile pek değişmemiş olacak.

Çünkü, içinden geçtiğimiz çirkinliklerin temel nedenleri konusunda, iyi günleri çok özleyenler arasında bile, bir mutabakat pek yok.

Mesela, herkes Mehmet Görmez’i tartışıyor ama kimse Diyanet’in kurumsal yapısını, anayasal, mali yapısını tartışmıyor.

Sivil-asker ilişkilerinin özü, anayasal resmi ideoloji, mesela milliyetçilik, MEB Talim Terbiye tartışma alanlarımızın dışına kaydı.

Bu sistem ancak, bir gün, tedrici iyileşmeler üretebilir; hoş, bugün için buna da çoktan razıyız.

Kamudaki yasal olmayan yolsuzluklar tartışılıyor ama kimse kamu ihale sisteminin özünü tartışmıyor.

Yukarıda cümlede kullandığım "yasal olmayan yolsuzluk" ifadesi kimilerine şaşırtıcı gelebilir ama şunu unutmayalım, ülkemizde yolsuzlukların çok büyük bir oranı yasal çerçeve içinde yapılmaktadır ve bu çerçevenin en baş köşesinde de kamu ihale sistemi gelmektedir.

Bu yazıyı sonuna kadar okuyabilirseniz "yasal yolsuzluk" ne demektir, anlaşılacaktır umarım.

Anlaşılmıyorsa da kabahat tümüyle benimdir.

Yasal yolsuzluk demek aslında yürürlükteki yasalarla çelişmeyen ama rekabet dışı, kayırmacı, nepotik, haksız kazanç demek; imar düzeni, ihale sistemi en iyi örnekler.

Geçmişte de korumacılık, negatif faiz, aşırı değerli döviz tahsisleri vardı, bunlar şimdilik geride kaldı gibi ama korumacılık rantlarına özlem kendini hep hissettiriyor, bunu da bilelim.

Yazıya bir aritmetik çerçeve ile girelim.

Kamu İhale Kurumu’nun 2016 sonu Kamu İhalelerini İzleme Raporuna göre 2016 senesinde kamu yaklaşık 170 milyar TL büyüklüğünde kamu ihalesi yapmış.

Bu 170 milyar TL’lik kamu alımı büyüklüğünün 75 milyar TL’si merkezi bütçeli kuruluşların, 60 milyar TL’si yerel yönetimlerin ve 35 milyar TL’lik bölümü de diğer birimlerin yani ağırlıklı olarak KİT’lerin ve döner sermayeli kuruluşların ihaleleri.

Yaklaşık 3.5 TL değerinde bir dolar kuru üzerinden ise ihale tutarı aynı dönemde (2016) 48 milyar ABD doları; 21 milyarı merkezi bütçeli kuruluşlar, 17 milyar doları yerel yönetimlerin, 10 milyar doları ise KİT’ler ve diğerlerinin.

2016 senesinde GSYİH yaklaşık 2.5 trilyon dolar yani yine yaklaşık 730 milyar ABD doları.

2016 senesi bütçe büyüklüğü ise 584 milyar TL, yani yaklaşık 170 milyar dolar.

Buradan da görüleceği gibi bütçe büyüklüğünün yaklaşık yüzde otuzunu, milli gelirin ise yüzde 6.5’ini  kamu alımları ile harcıyoruz.

Kamu ihale sistemine ilişkin değerlendirmelere girmeden önce kanımca herkesin kendi içinde yanıtlaması gereken bir soru atacağım ortaya.

Varsayalım, yapılacak bir köprü için bir kamu ihalesi açılıyor; bu ihalede iki yöntem (bir açıdan) izlenebilir, dış piyasaların rekabetine ya açarsınız ihaleyi ya da açmazsınız.

Dış piyasalara açarsanız, ihaleye hem Ahmet, Mehmet, Fatma, Ayşe, hem de Fransız Jean-Paul, Alman Hans katılacak varsayalım, bu ihaleyi Fransız Jean-Paul bin (1000) liraya alacak ve ortaya daha kaliteli, daha sağlam, dayanıklılık süresi daha uzun bir köprü çıkacak ama Jean-Paul bu ihalede yabancı mühendis kullanacak ve karını da hemen kendi ülkesine götürecek.

Dış piyasalara açmaz iseniz, yani Ahmet, Mehmet, Fatma, Ayşe’nin yanında, Hans, Jean-Paul ihaleye katılamayacak ise, ihale bin beş yüz (1500) liraya Ahmet’in üzerinde kalacak, Türk mühendisler kullanılacak ve Ahmet’in karı da bir ihtimal içeride kalacak.

1500 lira ile 1000 lira arasındaki farka iktisatçılar rekabet aksaklığı rantı diyebilirler.

Hangi yöntemi tercih edeceksiniz?

Bu tercih idarenin bir ölçüde elinde zira yabancı katılımlara ilişkin eşik değeri diyelim iki bin liraya çekerseniz (bu değerin altında ihalelere yabancıyı almıyoruz diyoruz) zaten Hans ve Jean-Paul katılamayacaklar, piyasa bizimkilere kalacak.

Bu ihale meselesine vergi mükellefinin gözüyle mi, yoksa daha farklı gözlerle mi bakacaksınız, bu çok önemli.

Eğer vergi mükellefinin asgari gayretiyle ve daha kaliteli olarak yapalım derseniz bu köprü ihalesinde eşik değeri düşürürsünüz, AB’li müteahhitler de katılır ve vergi mükelleflerinin beş yüz lira daha az ödeyerek daha sağlam bir köprüsü olur ama bu arada içeride siyasetin finansmanı çok zorlaşır, daha doğrusu siyasetin finansmanı yasal ve saydam kaynaklara çekilmiş olur.

Yok, vergi mükellefi beş yüz lira daha fazla versin, köprü de daha az sağlam olsun ama para içeride kalsın, bu paranın bir bölümünü de siyasetin, seçim propagandalarının finansmanı için kullanalım diyorsanız, karşımızda taş gibi yerli ve milli bir ihale modeli var demektir.

Bu satırların yazarının kamu ihaleleri konusunda temel düşüncesi kaliteden asla taviz vermeden ama minimum vergi mükellefi gayreti ile ihalelerin finansmanı yönündedir.

Vergi mükellefini, kalite ve miktardan taviz vermeyen ama daha az yük altında tutan her model daha iyidir.

Vergi bilinci hiç olmayan, kamu gelirlerinin yaklaşık dörtte üçünün dolaylı vergilerden geldiği bir mali sistemde ise vergi mükellef gayreti hiç dikkate alınmamaktadır, zaten mükelleften de hatırı sayılacak bir itiraz gelmemektedir.

İşin ilginç bir yanı da her dönemde iktidar partilerinin yandaş müteahhitler üretmesi ama muhalefetin de bu garip duruma itiraz etmemesidir.

Bu garip durumun temel iki nedeni vardır.

Birincisi, yukarıda gördük, merkez 21 milyar dolar ihale harcaması yaparken, yerel yönetimler de 17 milyar dolar yapmaktadır ve muhalefetin kısmen elinde bulunan yerel birimlerde de aynı ihale yasası, tüm avantajlı ya da avantalı yanlarıyla geçerlidir.

İkinci neden ise muhalefetin bu işe "bugün sana, yarın bana" mantığıyla yaklaşmasıdır.

AB ile müzakereler sürecinde önünde siyasi engel olmayan, sadece bizimkilerin malum ya da tahmin edebileceğiniz nedenlerden istemedikleri için açılmayan kamu alımları ve devlet yardımları dosyasının sırrını aslında çok vülgarize ederek sunduğum yukarıdaki karşılaştırmada görebilirsiniz.

Temmuz ayında Bodrum açıklarında güçlü, galiba 6.5 Richter ölçeğinde, bir deprem oldu.

Bodrum’un sivil binaları bu deprem sınavından büyük ölçüde başarıyla çıktılar, burada yüksek binalara getirilmiş yasağın da çok payı oldu ama mesele binanın yüksekliğinde değil, bunu 1923 Tokyo depreminden (8.3 Richter) ve Frank Lloyd Wright’ın dehasından çok iyi biliyorlar mimarlar, mühendisler. 

Bu arada, Bodrum depreminde küçük bir haber gözlerden biraz kaçtı galiba.

Çok da birinci sınıf olmayan müteahhitler, mimarlar ve mühendislerin yaptığı sivil mimari ayakta kalırken, izleyebildiğim kadarıyla sadece Bodrum Devlet Hastanesinin Acilinin tavanı çöktü, Allah’tan can kaybı yaşanmadı.

Ama kimse de neden bir devlet yapısının tavanı çöktü de sivil mimariye bir şey olmadı sorusunu pek sormadı.

Geçtiğimiz senelerde de Anadolu’da beş buçuk, altı şiddetinde depremler çok oldu, basına da bu sarsıntılarda sivil evlerin değil ama karakolların, devlet okullarının, devlet hastanelerinin hasar gördüğü hatta yıkıldığı haberleri geldi.

Bu haberler de pek sorgulanmadı.

2002 senesinde Kemal Derviş reformları sırasında, başka reformlarla beraber, Türkiye Dünya Bankası kamu ihale modelini benimsedi ama nedense kısa sürede bu modelin içeriği gitti, adı kaldı diyeceğim ama o bile pek kalmadı artık.

Derviş reformlarından neden öncelikle ihale yasası iğdiş edildi, bu sorunun gerçekçi yanıtı yerli ve milli iktisadi ve siyasi modeli anlamak için elzemdir.

Bu modelin, Dünya Bankası modeli, temel özelliği kamu ihalelerinde rekabetçi modelden istisnaların sayısının gerçekçi bir minimuma indirilmiş olması idi.

Bunun yöntemi de eşik değerlerin yani yabancı müteahhitlerinde katılabileceği bir eşiğin saptanması, eşik değerlerin yükseltilmesinin bir sisteme bağlanması idi.

Bu da sizlere ömür oldu.

Şimdi, büyük enerji yatırımları dışında, bu alanda da teknolojik açığımız nedeniyle öyle oluyor, artık ihalelerde biz bizeyiz, çok yerli ve çok milliyiz ama sivil mimariye bir şeyin olmadığı zelzelelerde önce devlet yapıları sapır sapır dökülüyorlar.

Ne gam, yenisini yaparız, daha pahalıya daha çürüğünü yaparız, siyasete daha fazla da kaynak aktarırız böylece.

Her zaman söylemişimdir, en heyecanlı, en yakından izlenmesi gereken süreli yayınımız Resmi Gazetemizdir.

Resmi Gazetede orta boy ya da daha büyük bir yatırım kararı açıklandığında, artık bakın, yürürlük maddesinden bir madde önce bu yatırımın ihale yasalarına tabi olmadığı yazmaktadır.

Hukukçular bu duruma "lexposteriori" diyorlar yani yeni yasa eskiyi hükümsüz kılar anlamında.

Genel hukuk mantığı içinde anlamlı olabilecek bu "lexposteriori" kuralını her yatırım kararının ihalesi için kullanmak hem şık durmamakta hem de insanın aklına bin türlü soru getirmektedir.

Ortada genel bir ihale yasası varken her yatırım kararını bu iğdiş edilmiş yasanın dahi kapsamı dışına çıkarma arayışının anlamı ne olsa gerek sizce?

Yine çok yakın bir geçmişte, bir ay galiba, kışlalarda zincirleme zehirlenme vakalarını izledik.

Bu rezalet karşısında Başbakan’ın ilk açıklaması asker karavanalarının ihale sistemi dışına taşınacağı oldu.

Ülkemizde yarım milyon kişilik, günde üç öğünlük bu karavana piyasasının ihale sistemi dışına taşınmasının vergi mükellefi açısından ne anlama gelebileceğini önümüzde günlerde fikr-i takip alışkanlığı olan gazeteciler izleyecek, görecekler, gösterecekler.

Çok net ve iddialı ifade ediyorum, bu ihale sistemi değişmeden, dış rekabete asgari ama gerçekten asgari ulusal güvenlik önlemleri kullanarak açılmadan Türkiye’de ne kamu maliyesi ne de siyaset rasyonel temellere oturamayacaktır.

***
Önemli Not: Bu yazıyı yazarken gözüm bazen ekrana, bir spor kanalında yayınlanan Hollanda-Danimarka kadınlar futbol maçına (Avrupa kadın futbol kupası) kayıyor.

Çok açık söylüyorum, bu Hollandalı kadın futbolcuların büyük bir bölümü bizim erkekler futbol liginde rahat rahat oynayacak teknik ve fizik kapasiteye sahipler.

İnternetten bulabilirsiniz, bu kadın futbol maçına bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Lütfen kimse alınmasın ama bu kızların futbol kapasiteleri mesela bizim Fenerbahçelilerin (erkekler), kuruluşu 1996, birinci lige çıkışı 2017 olan İsveç takımı Üstersunds’a Avrupa’da elenen Galatasaraylıların çoğunun üzerinde.

İnanmayan bu maçı izlesin.

Transfer döneminde bu kızları da unutmayın; bilmiyorum, tersi muhtemelen mümkün değildir ama erkek takımlarında kız oynatmak UEFA kurallarına göre mümkün mü?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi