Koray Düzgören
Kanal İstanbul ve Libya derken ABD yaptırımlarını görmesek de olur!
Dikkat ederseniz bütün önemli olaylar aynı zamana denk geldi.
Önce parçalanmış ve iç savaşın sürdüğü Libya’daki cihatçı, El Kaide’ci taraf olan Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile 27 Kasım'da İstanbul'da "Güvenlik ve Askeri İş Birliği Mutabakat Muhtırası" imzalandığı duyuruldu.
Bu muhtıra ile iki ülkenin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının muhafazasını hedefleyen "Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası"nın imzalandığı açıklandı.
Ancak bu anlaşma, başta Libya’nın içindeki Halife Hafter yönetimi olmak üzere Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti, Mısır’ın yanı sıra AB, ABD ve Rusya tarafından da tanınmadı.
Buna rağmen Ankara yönetimi, yapılan anlaşmaya dayanarak Erdoğan’ın ağzından El Kaide kökenli yönetimin talebi olursa Libya’ya silah ve asker gönderebileceğini açıkladı.
Bu açıklama üzerine birkaç gündür Türkiye’nin Libya’ya askeri müdahalesi ve olası sonuçları konuşulurken iktidar koalisyonunun ortağı, MHP’nin lideri Devlet Bahçeli Libya meselesinin beka sorunu olduğunu açıkladı.
Arkasından CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun, "Bizim Libya’da ne işimiz var?" itirazı geldi. Muhalefet partileri Saadet Partisi hariç imzalanan mutabakata karşı çıktılar.
Buna Erdoğan’ın cevabı yine beka söylemine ve Türkiye’nin ulusal çıkarları gerekçesine dayanıyordu.
Her ne kadar, "Gerekirse" diyerek bir açık kapı bırakmaya çalışsa da kamuoyuna, ‘Libya’ya müdahale etmeye kararlı bir iktidar’ imajı vermek istediği anlaşılıyordu.
Mesele neredeyse siyasetin ve Saray medyasının ana tartışma konusu haline geldi.
Tabii unutulan ya da ön plana çıkartılması istenmeyen önemli bir mesele var.
Rusya, Ankara’nın anlaşma imzaladığı ve desteklediği cihatçı güçleri yok etmeye çalışan Hafter yönetimini ve onun silahlı kuvvetlerini destekliyor.
Ankara’nın anlaşma imzaladığı ve askeri destek verdiği Trabulus yönetimine karşı yürütülen son savaşta Rusya’nın devlet destekli Wagner Grubu’nun paralı askerlerinin yanısıra doğrudan Rus silahlı kuvvetlerinin muharip unsurları da yer alıyor.
Bu anlamda Türkiye ile Rusya’nın, henüz Suriye’de gelmemiş olsalar bile Libya’da karşı karşıya gelme ihtimali bulunuyor. Nitekim Rusya bazı devlet sözcüleri bu durumu eleştiren ve Türkiye’yi uyaran açıklamalar yaptılar.
Bu meseleyle ilgili olarak Erdoğan’ın Putin’le bir telefon görüşmesi yaptığı açıklandı ama bu görüşmeden bir sonuç alınamadığını ya da Erdoğan’ın Putin’i ikna edemediğini söylemek mümkün.
Şimdi Ankara bir yandan, gaza getirdiği kamuoyunun hamasi duygularını tatmin için küçük de olsa Libya’ya bir askeri birlik göndermek istiyor ama bunu Putin’den izin almadan da yapmak istemiyor.
Bu amaçla şimdi Moskova’ya bir ikna ya da izin alma heyetinin gönderileceği açıklandı.
Bu girişimden bir şey çıkar mı göreceğiz.
Tabii şu sıralarda Trabulus’a karşı saldırıya geçen Hafter kuvvetleri Rusya’nın da yardımı ile şehri ele geçirip Erdoğan’ın desteklediği cihatçı yönetimi yenilgiye uğratmış da olabilir…
Eğer böyle olursa Türkiye’nin beka sorunu ne olacak? Bahçeli ve Erdoğan’ın dediğine bakılırsa ülkenin bekası, geleceği tehlikeye mi girecek?
Bu meseleye sonraki yazımızda daha geniş değiniriz.
RAFA KALKTI DERKEN ISITILAN İSTANBUL KANALI PROJESİ
Şimdi gelelim gündeme Libya’ya müdahale tartışmasından hemen sonra enjekte edilen İstanbul Kanalı meselesine...
Yıllar sonra, rafa kalktığını düşünmeye başladığımız bir sırada Kanal İstanbul projesi Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yine gündeme getirildi.
Üstelik de ekonomik kriz ve parasızlık nedeniye kimsenin bir daha bu projeden söz edileceğini sanmadığı bir sırada...
Şimdi Erdoğan’ın kararlı açıklamaları, İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu’nun verdiği karşılıklar sonrasında şimdi projeyle ilgili olarak her kafadan bir ses çıkıyor. İnanılmaz senaryolar dile getiriliyor. Bizzat projenin sahibi olan Erdoğan bu vesile ile Montrö Boğazlar sözleşmesini de tartışmaya açtı.
Bilen bilmeyen bu meseleyi tartışıyor. Cehalet, kolaycılık, hamasat kol geziyor.
Bu arada Rusya da bu meselenin tartışma konusu yapılmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirmeye başladı.
Öyle ya, Boğaz’dan geçen gemilerin çoğu Rusya’ya ait ya da petrol yüklemek amacıyla Rus limanlarına gidiyor ve dönüyor.
Üstelik Montrö Boğazlar sözleşmesinden en fazla yararlanan ülkelerin başında Rusya geliyor. Montrö’nün tartışmaya açılmasını en fazla Rusya istemiyor.
Çünkü Montrö, NATO ve ABD’nin Karadeniz’e çıkışlarını engelleyen hükümler taşıyor.
Bu yazıyı yazarken bir çok TV kanalında bu mesele hakkında, birçok iktidar yalakası cahilin saçma tartışmaları devam ediyordu.
TARTIŞMA GÜNDEMİNE GİREMEYEN ABD YAPTIRIMLARI
Gündemi alabildiğine meşgul eden bu iki konunun yanısıra tartışma gündemine giremeyen çok önemli bir konu daha vardı.
ABD’nin uzun zamandır konuşulan Türkiye’ye yönelik ağır yaptırımları yürürlüğe girmişti.
Yaptırımların da yer aldığı Savunma Harcamaları Yetkilendirme Yasa Tasarısı (NDAA) önce Demokratların çoğunlukta olduğu Temsilciler Meclisi’nde 48’e karşı 377 oyla kabul edilmişti.
Tasarı daha sonra Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Senato’dan da 86’ya 8 oyla ezici bir çoğunlukla geçmişti.
Başkan Trump geçen hafta Twitter’dan paylaştığı mesajda, talep ettiklerini elde ettiği mesajını vererek, Senato’dan geçmesinin hemen ardından tasarıyı imzalayacağını belirtmişti.
Tasarı, Rusya’dan S-400 savunma sistemi satın alması nedeniyle Türkiye’ye üretici ortaklarından olduğu ancak projeye katılımının askıya alındığı F-35 savaş uçaklarının sevkiyatını yasaklıyor. Aynı zamanda S-400 alımı Rusya savunma sektörü ile yapılan önemli düzeyde bir alışveriş olarak tanımlanıyor ve ABD yasası gereği Türkiye’ye yaptırım uygulanması gerektiği belirtiliyor.
Tasarı, Rus gazını Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşıması öngörülen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 8 Ocak'ta İstanbul'da açılışını yapacağı Türk Akımı ve Rusya'nın Kuzey Akımı 2 projesine yönelik yaptırım uygulanmasını da içeriyor. Ayrıca Rusya'yla askeri düzeyde işbirliğini yasaklıyor.
Bu ağır yaptırımlar karşısında Saray yönetimi karşılık verileceğini, İncirlik Üssü ve Kürecik Radarı’nın kapatılabileceğini söylese de bunun pek ciddi bir karşılık olduğu söylenemez.
Nitekim ABD Savunma Bakanı da kendisine bu açıklamalar sorulduğunda, konuyu medyadan duyduğunu ve ne kadar ciddi olduğunu muhataplarından soracağını söylemiştir. Yani bu efelenmeden ABD’nin resmen haberinin olmadığı ortadadır.
Böylesine önemli bir mesele sadece iç türbünlere yönelik bir gösteriyle geçiştirilmek isteniyor.
Üstelik de bunun arkasından Erdoğan, ailesi ve yakınlarına yönelik mal varlığı soruşturmasının da geleceği söyleniyorken.
Bakalım göreceğiz. Kamuoyunun ilgisi derin ekonomik sorunlardan, ABD yaptırımlarının yakıcı sonuçlarından ve diğer ağır meselelerden daha ne kadar uzaklaştırılabilecek?