Fehim Işık
KDP ve KYB’nin ‘stratejik ortaklığı’ güven vermiyor
Kürdistan bölgesine en son 2016’nın başında gidebilmiştim. Ağustos’un son gününde yeniden gidebilme olanağı buldum. Süleymaniye ve Hewlêr’de (Erbil) hem günlük yaşamı izleyebilme, hem de dostlarla, farklı bakış açılarına sahip siyasetçilerle, başka parçalardan Süleymaniye ve Hewlêr’e göçmek zorunda kalmış Kürtlerle, halkla, çarşı pazarla sohbet ederek onların izlenimlerini, görüşlerini dinleyebilme olanağı buldum. Kürdistan’dayken İran Kürdistan Demokrat Partisi (PDK-İ) ile Kürdistan Demokrat Partisi (HDK) karagahlarına uzun menzilli füzelerle gerçekleştirilen saldırılar oldu. Koyê’deki taziyeye gerçekleştirdiğimiz ziyaret ile Hewlêr’de Birleşmiş Milletler (BM) Temsilciliği önünde yapılan protesto gösterisi sonrasında, İran’ın amaçlarına ilişkin olarak da çoğunluğu İran kürdü birçok dostla tartışabilme olanağı da buldum. Elbet bu arada geçmişten beri yakından takip ettiğime inandığım coğrafyadaki negatif ve pozitif değişimleri kıyaslama şansım da oldu.
Birkaç yazımda bu izlenimlerini güncel gelişmelerle de yoğurarak parça parça aktarmayı düşünüyorum.
Kürdistan Bölge Parlamentosu’nu yenilemek için 30 Eylül’de yapılması kararlaştırılan seçimlere ilişkin izlenimle başlayayım.
SEÇİM COŞKUSU YOK
Doğrusu Hewlêr Havaalanına ilk indiğimde her ne kadar resmi propaganda süreci başlamamış olsa da bir seçim hengamesi ile karşılacağımı varsayıyordum. 1991 sonrasında yapılan ilk seçimde dahil önceki seçimlerin bir kısmını izleyebilmiştim. Halk seçim sürecine coşkuyla iştirak ediyordu. Seçimlere büyük umutlar bağlıyor, Saddam döneminden alışkın olmadıkları büyük mitinglerle demokratik rekabeti büyütüyorlardı. Bu tablo 1994’ten sonra giderek nefatif bir yön izlemeye başladı. Bu kez de eskisi kadar olmasa bile bir coşku ve heyecan ile karşılaşacağımı umuyordum. Yanılmışım. Resmi propagandanın birkaç ertelemeden sonra başladığı 11 Eylül gününe kadar seçimin S’sinden söz edilmiyordu. Hatta seçimlerin ertelenebileceğine dair görüşler ağırlıktaydı. Daha açık demek gerekirse Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) dışındaki partilerin neredeyse hiçbiri seçime sıcak bakmıyor, ertelemeyi açıktan savunmasalar da olası bir ertelemeye karşı çıkmayacaklarını ifade ediyorlardı. Ancak ne Parlamento, ne de Yüksek Seçim Kurulu seçimlerin ertelenmesi yönünde bir kararın altına imza atmadı. Irak Merkezi Yönetiminin, karar Irak Merkezi Parlamentosu’nda alınmadığı/onaylanmadığı için Kürdistan Bölge Parlamentosu seçimlerini yasa dışı ilan etmesine rağmen, seçimlerin 30 Eylül’de yapılmasından geri adım atılmadı. Kürdistan’daki son iki günümde resmi propaganda başlamıştı ve yapılan tek şey cadde ve sokaklara afiş asılmasıydı.
Resmi propaganda başladıktan sonra Hewlêr’deydim. Ancak diğer kentlerde de durum pek farklı değildi. Cadde ve sokaklarda diğer parti ve grupların afişlerine tek tük rastlarken Hewlêr’de her taraf KDP’nin afişleri ile donatılmıştı. Seçmenler partinin yanı sıra partili adaylara tercihli oy kullanabildikleri için her aday ayrıca kendi afişlerini de hazırlamış ve sokakları bunlarla donatmıştı. KDP’den sonra kısmen Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (KYB), az sayıda ise Goran Hareketi ile diğer İslami grupların adaylarının afişlerine rastlanıyordu.
Süleymaniye’de Goran Hareketi ve KYB’Nin yanı sıra KDP’nin de afişleriyle sokakları donattığını telefonla bilgi aldığım dostlardan öğrendim. Duhok’tan gelen bilgilerde ise KDP dışında tek tük KYB ve Yekgirtuya İslami’nin (İslami Birlik Hareketi) afişlerinin sokaklara asıldığı bilgisini aldım. İl olması kararı Irak merkezi Parlamentosu’nda da onaylanan Halepçe’de ise KYB ve Goran Hareketi ile İslami gruplardan Komeleya İslami’nin (İslami Topluluk Hareketi) ağırlığının olduğuna dair bilgiler geliyordu.
Afişler, Kürdistan’da artık sayısı 100’ün üstünde olan Kürtçe televizyon kanallarına da reklam olarak yansıyordu. Sadece belgesel yayınlayan, hatta bir tek doğa görüntüsü yayınlayan televizyonlarda bile ağırlıkla KDP’nin, ardından tek tük diğer partilerin adaylarının reklamlarına rastlayabiliyorduk.
Eğer coşku kavramını kullanacaksak, Kürdistan’daki ‘seçim coşkusu’ bu kadardı. Halk sanki kendilerini yönetmeye aday olanları değilde bir başka coğrafyadaki halkı yönetecek bir seçim yapılıyormuşcasına gelişmelere ilgisizdi. Son günlere doğru partiler hareketlenince bu tablo değişir mi bilemem. Büyük olasılıkla halkın seçime ilgisi biraz daha artar. Ancak seçime 19 gün kala başlayan propagandaya rağmen seçmenin ilgisi eskiden yapılan seçimlerin coşkusunu yakalayamayacak dersek, yanılmayız.
"STRATEJİK ORTAKLIK, ÇÖZÜM DEĞİL ÇIKAR İŞBİRLİĞİDİR" DENİYOR
Bunların nedenlerini de tartıştık. Neredeyse konuştuğum herkes, ekonomik sorunların belirleyici bir etken olduğundan söz ederken iki büyük partinin, KDP ve KYB’nin tüm açmazlarına rağmen ‘stratejik işbirliğini’ sürdürme kararı almalarını da seçime dönük ilgisizliğin nedenleri arasında görüyorlardı.
Halk, KDP ve KYB'nin esasen sorunların çözümüne endeksli değil ancak kendi grupsal çıkarlarını korumaya dönük bir işbirliğine yöneldiği ve bunun adını da ‘stratejik ortaklık’ koydukları inancında. Ama her nedense bu ‘stratejik ortaklar’ hala birbirlerinin bölgelerine sınır gibi dizayn ettikleri kontrol noktalarından, adeta bir ülkeden diğerine geçer gibi gitmeyi sürdürüyorlardı. Yani ‘ortaklar’ kendi aralarındaki sınırları ortadan kaldırmasalar da ‘startejik ortaklığa devam’ kararı almışlardı.
Bu birlikte davranmanın, halka ve diğer partilere güven vermediğini çok somut gözleyebilmek mümkün. Daha açık söyleyeyim, eskiden görüşlerini cesaretle dile getiremeyenler bu kez her iki partinin ortaklığında grupsal yararın gözetildiğini, hatta daha da ötesi dar bir yönetici kliğin çıkarsal işbirliğinin yansıması olduğunu, açıkça söylüyordu. Kimin ağzını açsanız, hatta bu ağzını açanlar iki partiden birinin seçmeni bile olsa KDP ve KYB’den azımsanmayacak sayıda yöneticinin yolsuzluğa, rüşvete bulaştığını ve bunlara karşı hiçbir önlem alınmadığını açıkça söylüyordu. Konuşanların artık sağır sultanın bildiği gerçekleri dile getirmeleri önemli ancak bunun önüne geçecek bir alternatiflerinin olmadığına inanmaları, kendilerini çaresiz hissetmeleri ise ağır bir travmaydı.
Durumun özet şu: Beni yönetenler çalıyor, çırpıyor, hukuksuzluk yapıyor, bunlara karşı herhangi bir önlem alınmıyor ancak onlardan başka yönelebileceğim alternatifim de yok. Şu da var; bölge halkı bu iki partinin dışında bir iktidarın oluşmasının büyük ve kanlı bir iç savaş başlangıcı olabileceğine dair bir inanca da sahip. Bu inançlarını da tüm askeri gücü iki partinin elinde bulundurmasına bağlıyor.
TABLO DEĞİŞECEK GİBİ DURMUYOR
30 Eylül seçimlerinde tablo değişir mi? Daha doğru bir soruyla, Kürdistan bölgesi halkı için seçimlerin akabinde öngörülebilir bir umut var mı?
Ne yazık ki yanıt olumlu değil. Umarım yanılırım ancak Soran bölgesinde KYB, Bahdinan bölgesi ile başkent Hewlêr’de ise yine KDP oyların çoğunluğunu alacak. Ardından ise her iki partinin hakimiyetinde olan ancak kabul ederlerse Parlamento’ya seçilen diğer partilerin temsili katılımı ve yasa gereği azınlık grupların içinde yer almak zorunda oldukları bir hükümet kurulacak. Ancak Parlamento’yu ve hükümeti yine KDP ve KYB yönetecek. Biri diğerinin bölgesine ise müdahil olmayacak. ‘Stratejik ortaklıklarının’ tek isprisi olan ‘fifti fifti yönetim’ güvenlikten ekonomiye, siyasetten sosyal yaşama her alanda devam edecek.
Benim de kanaatim o ki seçimler Kürdistan bölgesinde yönetimin ve yönetsel anlayışın değişiminde pek bir etki oluşturmayacak. Bir dönem Goran Hareketi’ne umut bağlanmıştı. Şimdi ondan da pek umutvar değiller. Önceki seçimlerde ciddi bir çıkış yapan Goran Hareketi’nin lideri Noşirvan Mustafa’nın ölümünden sonra bu partinin giderek zayıfladığını ve eski gücünü koruyamadığını öngerenler çoğunlukta. Elbet Goran Hareketi de, giderek güçlerini artıran iki İslami parti yani Yekgirtu İslami ile Komeleyi İslami de Parlamento’daki önemli muhalif gruplar olmaya adaylar. Ancak bunların KDP ile KYB’nin ‘stratejik ortaklığını’ aşmaları pek olanaklı olmayacak, gibi görünüyor.
ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMİN GÜNDEMİ MERKEZİ HÜKÜMETLE SORUNLAR OLACAK
Önümüzdeki dönem gündemin ağırlıkla merkezi hükümetle yaşanacak sorunlar olacağını şimdiden öngörmek mümkün. Kerkük işgalinin yanı sıra Kürdistan’ın fiili olarak yönetmeye başladığı toprakların Haşdi Şabi ve Irak ordusu tarafından işgal edilerek geri alınması, Kürdistan Parlamentosu’nun bu kentlerdeki etkisinin sıfırlanması, Merkezi Yönetimin elini ciddi anlamda güçlendirmiş. Bu durum Türkiye ve İran’ın da hesabına geliyor ki Kürtler aleyhine gelişen bu tabloda onların da payı var. Kürdistan bölgesindeki ekonomik ve siyasal sorunların gölgesindeki bir yönetimin Irak merkezi Hükümeti karşısındaki elinin zayıf olacağını, özellikle Kerkük’te işlerin giderek çıkmaza girdiğini de hesap edersek önümüzdeki dönem Kürdistan bölgesini yöneteceklerin işinin kolay olmayacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Bölgedeki reel durumu aktarmayı, izlenimlerimi Artı Gerçek’te haftanın iki günü yazdığım yazılarda bir müddet sürdürmeyi düşünüyorum. Önümüzdeki Perşembe günü Kürdistan bölgesinin ekonomik tablosundan bölge yönetiminin Merkezi Irak Yönetimi’yle ilişkilerine, Kerkük ve işgal altındaki Kürdistan bölgesinin diğer kent ve kasabalarının öznel durumuna ve Türkiye ile İran’ın bölgedeki siyasal/askeri/istihbari etkisiyle ABD’nin yapmaya çalıştıklarına ilişkin izlenimlerimi aktarmaya çalışacağım. Daha sonrasında ise Kürdistan’ın doğusundaki, yani Rojhilat’taki gelişmeleri ve İran yayılmacılığının Kürdistan ve Irak’taki etkilerini aklım yettikçe yazmak niyetindeyim.