Kıbrıs, uyuşturucu ve çözümsüzlük

Halil Falyalı’nın uğradığı suikast sonrası dikkatler tekrar Kıbrıs adasında yaşananlara çevrildi.

Aslında muhtemelen dikkatler hep oraya çevrili olmalı ve hep orada kalmalı idi.

Güzel bir söz var, Kıbrıs için "yavru vatan" diyorlar ya, çok doğru bir ifade.

Burada ne oluyorsa orada da, orada ne oluyorsa burada da oluyor.

Kıbrıs zaten biraz hukuken de Türkiye demek, AİHM içtihadına göre Türkiye Kıbrıs’da yaşanan her yaşam hakkı, temel hak ve özgürlük, mülkiyet ihlallerinin sorumlusu.

Kıbrıs Türkiye’nin geleceği için de çok önemli bir ülke, hep yazageldim, bu yazıda tekrar etmeyeceğim detaylarını, Türkiye makul bir sürede Avrupa’nın hukuki ve iktisadi bir parçası olamadığı ölçüde 28 Şubat günleri ile son senelerin Erdoğan günleri arasında sarkaç gibi gelip gidecek, yeni 28 Şubatlar, yeni Erdoğanlar göreceğiz, rahmetli Çetin Altan’ın ifadesiyle cami ve kışla ikileminden sıyrılıp çağdaş normlarda bir hukuk devleti olamayacağız.

Türkiye’nin de Avrupa’nın bir parçası olmasının önündeki temel engellerden biri de Kıbrıs toprağı üzerinde kurulmuş, Ankara dışında hiç bir ülkenin tanımadığı KKTC.

Unutmayalım, Kıbrıs adasının bütünü AB toprağı olarak tanımlanıyor ve KKTC’nin mevcudiyeti Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin ilerleyebilmesinin yani bir hukuk devleti olabilmemizin önünde ciddi bir sorun.

Türkiye Kıbrıs meselesini çözebilse AB ile ilişkilerde yani hukuk devleti olabilmemiz yönünde çok önemli mesafe almış olacak, bu keyfiyeti muhtemelen herkes biliyor.

Peki bu durumda neden Türkiye ve Kıbrıs’ın mevcut karar alıcıları çözüm yönünde gayret sarf etmedikleri gibi çözümün önünü tıkamak için uğraşıyorlar?

Kıbrıs’taki son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türkiye yönetimi, en başta da Erdoğan’ın yardımcısı Fuat Oktay neden Kıbrıs’ta kamp kurdular, neden kamu bankaları aracılığı ile seçmene paralar saçtılar, neden çözüme daha yakın adayın önünü kestiler?

Kanımca bu sorunun yanıtı iki gün önceki Halil Falyalı’nın cenaze töreninde görüldü.

Halil Falyalı, Allah rahmet eylesin diyelim ama sonuçta uyuşturucu, karapara aklama, yasadışı  kumar ve bahis işleriyle maruf bir adam; ha, bir de, Ersin Tatar’ın partisi UBP’ye (Ulusal Birlik Partisi) büyük parasal yardım yapıyor. 

Bu uyuşturucu işi Kıbrıs’da yeni de değil, muhtemelen hep olageldi, 1974 sonrası ivmesi daha da arttı.

Mehmet Altan’ın Korsan Ada isimli kitabında 1992 senesinde yaşanan bir uyuşturucu hikayesini, Gülsen İçöz isimli bir kadının bir otelde gözaltında tutulurken (otelde gözaltı ne demek acaba?) nasıl kaçtığını, UBP milletvekili Ömer Demir’in bu işteki rolünü, kadının izine bir daha rastlanmadığını, kadın ortadan kayboldu diye de Ömer Demir’in de beraat ettirildiğini çok detaylı anlatır.

1974 sonrası Kıbrıs uluslararası hukuk denetiminin tamamen dışında bir yer.  

Kıbrıs’ta iktidarlar çözümsüzlüğü savundukları ölçüde Kıbrıs’ta uyuşturucu işi, karapara aklama meselesi daha da büyüyor.

Ada, o güzelim ada, maalesef suç ekonomisinin bir laboratuvarı haline geliyor ve bu suç ekonomisinin getirileri de anavatanda ve yavru vatanda paylaştırılıyor.

Bu arada Kıbrıs seçmeninin bir bölümüne de bu yasadışı paranın bir bölümü serpiştiriliyor.

Böylece Türkiye’nin AB dışında kalması garantileniyor yani hukuk devletine dönüşmesi engelleniyor ve Türkiye ile Kıbrıs arasındaki karanlık ilişkiler daha da büyüyor.

Bu durumun sonucunda da uyuşturucu ve karapara ile ünlenmiş bir kişinin cenazesinde tabutunun üzerine Türkiye devletinin bayrağı konabiliyor.

Aslında çok şey anlatan bir simgesel durum.

Türkiye’de bayrağa çok büyük anlamlar yükleyen ulusalcı, MHP’li, BBP’li, Vatan Partili, AKP’li kesimler de bu siyasi rezalete seslerini çıkarmıyorlar, Barış Kuvvetleri komutanına, Lefkoşe’deki Türkiye Büyükelçisine bu duruma neden sessiz kaldınız diye de sorulmuyor. 

Kıbrıs’ta uyuşturucu gırla ama anavatanda da Kolombiya’dan Türkiye’ye sevkedilen 4.9 kokainin alıcısı bir türlü öğrenilemiyor.

Taşlar hayret verici ölçüde yerli yerine oturuyorlar. 

Birileri Kıbrıs’ın hukuki statüsü üzerinden büyük kaynaklara el koyuyorlar ve bu çökmenin maliyeti de Türkiye’nin hukuk devleti olma perspektifinin AB dışında kalarak süresiz bir biçimde ertelenmesi.

Bu kirli ilişkilere bulaşanların günlük hayatlarında da milliyetçilik kılıfı altında hep Kıbrıs’ta çözümsüzlüğü savunmaları bir tesadüf mü acaba?

Hukuk devletinin bu durumlara düştüğü bir yerde dünyada enflasyon oranı en yüksek ülkeler içinde olmamız da çok normal değil mi? 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi