Nurcan Kaya
Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır ziyaretine dair
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır ziyareti herkesin gündeminde. Geçtiğimiz ocak ayında gerçekleşmesi beklenen bu ziyaretten önce, Kılıçdaroğlu, "Bu ülkeye demokrasi gelecekse bunun yolu Diyarbakır’dan geçer" demiş ve Diyarbakır ziyareti sırasında söyleyecekleri konusunda merak uyandırmıştı. Ertelenen ziyaret sonunda gerçekleşti.
Görebildiğim kadarıyla geçmiş yıllara kıyasla CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na artan bir ilgi var Diyarbakır’da. İlgiden kastım henüz CHP’ye oy verme kararı değil elbette. Geçmişte CHP’nin ya da Kılıçdaroğlu’nun ne dediğine merak duyulmazdı pek. Bir beklenti yoktu çünkü. 2002 yılından beri de CHP’nin Diyarbakır’da bir tek milletvekili çıkaramamış olması da bu ilgisizliğin kanıtı. Bu tablo şimdi kısmen değişmiş gibi görünüyor. Bunun iki temel sebebi olduğunu düşünüyorum. Birinci sebep Kılıçdaroğlu’nun kendisi ile alakalı.
Özellikle son bir, iki yılda nispeten ılımlı ve daha demokratik bir söyleme sahip olması, muhalefetin en azından bir kısmını birleştirme gayretleri, insanlarla daha fazla temas etmesi, gelecekten bahsetmesi ve ilk defa iktidara talip olan bir lider profili çizmesi insanların ilgisini çekiyor gibi görünüyor. İkinci sebep ise ülkenin içinde bulunduğu ahval ve insanların iktidarın değişimini arzu etmeleri ve bu konuda çok da fazla seçeneğe sahip olmamaları. Yani millet ittifakı ve Kılıçdaroğlu’na ilgi, esas olarak Erdoğan iktidarına son verilmesi arzusuyla oldukça alakalı.
Gençlerde CHP’ye yavaşça da olsa artan bir ilgi olduğu da not etmek gerekiyor. Orta yaş ve üst kuşaktan Kürtlerde CHP’ye ilişkin oldukça negatif bir hafıza var ve bunun değişmesi kolay değil. Gençlerin bir kısmında ise böyle bir hafıza yok ve CHP’nin mevcut haliyle etkileşimde olmaları daha kolay.
Peki hal böyleyken neler yaşandı Diyarbakır’da?
Öncelikle Kılıçdaroğlu’nun buraya cumhurbaşkanı adayı ve iktidara talip bir lider olarak geldiğini söylemek lazım. Gündeminde esas olarak güçlendirilmiş parlamenter sistem ve 6 partinin ortak deklarasyonu/mutabakat metni vardı. Bunun Kürtlere yönelik yeni bir politika ya da söylemi deklere etmek için düzenlenmiş bir ziyaret olmadığı açıktı ama CHP’nin Kürtlerle ilişkisini iyileştirme çabası olduğu da görülüyordu.
Kılıçdaroğlu ve CHP belki uzun bir süreden sonra ilk defa bu şekilde insanlarla temas ettiler, Kürt sorununu kaynağında, muhataplarından detaylı bir şekilde dinlediler. Sembolik öneme sahip aktörlerle bir araya geldiler. Kılıçdaroğlu’nun Tahir Elçi Vakfı’nı ziyaret edip Türkan Elçi ile görüşmesi, bir grup kadınla düzenlenen kahvaltılı toplantıya Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin eş başkanı sevgili Selçuk Mızraklı’nın eşi Zeynep Hanım’ı ve Ayşe öğretmeni davet etmesi önemli adımlardı. CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve CHP Diyarbakır il Başkanı Gönül Özer’in böyle bir programın hazırlanmasında etkileri olmuştur muhakkak. Bunu da bir kenara not etmek gerekir.
Şahsen Kılıçdaroğlu’nun ve CHP heyetinin bu ziyaretten memnun ve çok fazla bilgi ve öneri ile ayrıldığını düşünüyorum. Bu bilgiler ve öneriler zaman içinde CHP’nin politikalarına yansır mı, göreceğiz.
Peki Kılıçdaroğlu, Kürtlerdeki merakı daha fazla ilgiye ve güvene evirtecek bir şeyler söyledi mi? Bana kalırsa bu soruya verilecek cevap büyük oranda ‘hayır’. Kılıçdaroğlu’nun kurduğu bütün temasları takip edemedim, bütün görüşmelerde neler söylediğini bilmiyorum elbette. Ancak perşembe sabah kahvaltıda onunla bir araya gelen kadınlardan biriydim. Dün de DİTAM’ın düzenlediği toplantıya katıldım ve kendisini, kendisine sorulan soruları dikkatle dinledim.
Her iki toplantıda da Kılıçdaroğlu’nun genel olarak pozitif bir enerji yaydığını, toplantılara makul denilecek uzunlukta zaman ayırdığını, herkesi dinlediğini, notlar aldığını söyleyebilirim. Bazı sorulara epey net cevaplar da verdi. Mesela hangi sebeple cezaevinde olursa olsun cezaevinde bakımı yapılamayacak derecede hasta olan bütün tutsakların serbest bırakılması gerektiğini söyledi. Son yıllarda açıkça insan haklarını ihlal eden, AİHM ve AYM kararlarına aykırı kararlar veren hakimler konusunda bir şey yapacaklarını söyledi. İfade hürriyetini kullandığı için hapiste olan, yargılanan, mahkumiyet almış insanlar, gazeteciler konusunda hukuk reformu yapılması gerektiği önerisine elbette dedi.
Diyarbakır’daki hasta tutsakların ailelerinden haberinin olmadığını, olsaydı onları da ziyaret etmek isteyeceğini, zira politik görüşü ne olursa olsun anneler arasında ayırım yapmayacağını söyledi. Roboski konusunda devletin bir kusuru olduğunu ve özür dilenmesi gerektiğini söyledi. CHP’nin bölgeye yeterince gelmediğini, gelip sorunları taraflarından yeterince dinlemediğini, geçmişte yapılan haksızlıkları kabul edeceklerini ve gerekirse özür dileyeceklerini söyledi. Ama çok sayıda sorunun da etrafından dolandı ya da tatmin edici olmayan cevaplar verdi.
Kahvaltılı buluşmada Kılıçdaroğlu bir sunum yapmadı. Buluşma sohbet havasında geçti. Tüm öneri ve eleştirileri dinledi. DİTAM’ın toplantısında ise bir sunum yaptı ve sunum bölgeye/Kürtlere yönelik somut bir programdan ziyade güçlendirilmiş parlamenter sistem ve ekonomiyle ilgili olarak atılacak adımlar üzerineydi. Yani Kılıçdaroğlu sanki herhangi bir ilde 6 partinin ortak deklarasyonunu tanıtmaya gelmişti. Konuşmasının sonunda Kürt sorunundan bahsetti ancak bu konuda ne yapacaklarına dair somut bilgi vermedi.
Sunumun ardından, çok sayıda katılımcı Kürt sorununun çözümü konusunda somut planlarının ne olduğunu sordu. Bu soruya Meclis’i ve kurulacak bir uzlaşma komisyonunu adres göstererek cevap verdi. Kürtlerin ne tip kolektif haklara sahip olmaları gerektiğine dair bilgiler paylaşmadı.
Çok fazla sayıda katılımcı "Anayasaya aykırı ama evet diyerek dokunulmazlıkların kaldırılmasına onay verdiniz, seçilmişler içerde, bunları bir daha yapmayacağınızı nasıl bileceğiz" anlamına gelen sorular sordu. "O oylama sadece dokunulmazlıkların kaldırılması ile ilgili değildi, başka mevzular hesaplar vardı. Biz onların önünü kesmek için o şekilde oy kullandık. Dokunulmazlıkları zaten kaldırabilirdi hükümet. Demirtaş bunun için içeride değil. Seni başkan yaptırmayacağız dediği için içeride" diye cevap verdi Kılıçdaroğlu. Yani "evet, hata yaptık, kabul ediyoruz, bir daha yapmayacağız" demedi. Seçimle gelenin seçimle gideceğini söyledi. Yani geçmişle yüzleşme gayreti göstermeden gelecekten bahsetti.
Rojava’dan Türkiye ordusunun çekilip çekilmeyeceği sorusuna cevap vermeden tüm komşu ülkelerle, dolayısıyla Suriye ile de dostane ilişkiler kurulacağını, Suriyelilerin can ve mal güvenliklerinin güvenceye alındığı bir plan çerçevesinde ülkelerine dönmelerinin sağlanacağını söyledi.
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin adı öyle olduğu için Kürdistan kelimesini kullandığını ancak Türkiye’de bu kelimeyi kullanmadığını, zira bölgesel bir ayrımcılığa yol açacağını söyledi.
Çok sayıda kişi HDP’nin neden millet ittifakında yer almadığını sordu. HDP’nin zaten 3. İttifakla ilgili çalışması var diyerek cevap verdi.
Anadilde eğitim konusunda pedagoglara danışacağız diyordunuz, pedagoglar anadilinde eğitimin, çok dilli eğitimin çocuğun yararına olduğunu söylüyor, Türkiye’de de zaten anadilinde eğitim veren başarılı Ermeni ve Rum okulları var, siz bu konuda bir adım atmayı düşünüyor musunuz, Kürtlerin nüfusunun yoğun olduğu yerlerde çok dilli eğitim verilebilir mi sorusuna, yine pedagogları adres göstererek, bu konunun siyasetten uzak bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini söyleyerek cevap verdi.
Helalleşmenin yanı sıra yüzleşme kelimesini de kullandı ancak yüzleşmeden bahsederken genel olarak bazı hak ihlallerinin mağdurlarından özür dilenmesinden bahsetti. Gerekli yargılamaların yapılması, adaletin yerine getirilmesi konusuna pek girmedi.
CHP’in 2013-2015 arasında yaşanan çözüm sürecine karşı olduğu yönündeki iddiayı kabul etmedi. Sadece çözüm sürecinde yapılan hataları eleştirdiklerini söyledi.
Sonuç olarak, Kürtler bu ziyaret sırasında söylenebilecek ne varsa söylediler. Yapılması gereken her eleştiriyi de yaptılar. Muhatapları ana muhalefet lideri ve belki de geleceğin cumhurbaşkanıydı. Dolayısıyla, bu görüşmelerin anlamlı olduğunu ve siyasi aktörlere sorunları ve talepleri anlatmanın bir insan hakları mücadelesi biçimi olduğunu düşünüyorum.
Kılıçdaroğlu ise mutabakat metninde yazılanları ve başka bir takım önemli şeyler anlattı ama Kürtler için kırmızı çizgi denilebilecek konular olan Kürt sorununun çözümü, anadilinde eğitim, geçmişle yüzleşme gibi konularda tatmin edici cevaplar vermedi. Kürtlerin ve farklı kimliklere sahip toplulukların iktidarın ve rejimin değişmesi halinde eşit ve özgür bireyler ama aynı zamanda kolektif haklara sahip halklar olarak yaşayacaklarını düşündürecek bir şey söylemedi.
Kılıçdaroğlu, 6’lı ittifakı bir arada tutmak için bazı şeyleri söylemekten imtina mı etti yoksa CHP’den bundan daha fazlasını beklemek mümkün değil mi, bunu zaman içinde göreceğiz.
Kürtlerin önemli bir kısmına göre CHP bugüne kadar devlet aklının öngördüğü birçok ayrımcı politikayı ve gelişmeleri desteklemiş, bunlara zaman zaman can simidi olmuş, hatta belki de devlet aklının legal alandaki temsilcisi olan bir siyasi parti. CHP’nin yakın dönemde dokunulmazlıkların kaldırılmasına ve sınır ötesi operasyonlara onay vermesi bu can simitlerine örnek olarak gösterilebilir.
Yine Kürtlerin kayda değer bir kesimine göre CHP şu anda rejimin ve iktidarın değişmesini hedefliyor ve bunun gerçekleşmesi için de Kürtlerin Erdoğan’a ve mevcut rejime karşı tepkisini araçsallaştırıyor. Yani CHP, sadece parlamenter sisteme dönülmesiyle, biraz daha fazla demokrasi ve bazı bireysel haklar vaadiyle Kürtlerin oylarını almaya çalışıyor. Bu da CHP’nin iktidara gelmesi halinde Kürtlerin temel meselelerinin çözülmeyeceği anlamına geliyor.
CHP’nin bugün belirli bir çemberin dışına çık(a)maması dönemsel bir zorunluluk mu değil mi bunu zaman içinde göreceğiz. CHP’ye mesafeli olan, benim de dahil olduğum, CHP konusunda bugüne kadar bir beklentisi ve umudu olmayan Kürtleri CHP yanıltacak mı, göreceğiz. Yanıltırsa çok şükür deriz elbette…