Kırıkkanat'lara, Çakır'lara mahkum muyuz?

'İmtiyazlı' Süleyman Çakır ile 'imtiyazlı' olma arzu ve hırsını mağduriyetleri araşsallaştırarak meşrulaştırmaya çalışan Mine Kırıkkanat bize siyasal ve toplumsal mahkumiyeti anlatmıyor mu?

Siyasi hüküm giymişliğin iki örneğinden söz etmek istiyorum bu hafta... Toplumsal nefes alınamayışa neden olan karşıt gibi görünen güçlerin, toplumsal tasavvurunun nasıl birbirine benzediğini...

Resmi tezlere mesafeli siyaset bilimciler, tarihçiler, Osmanlı'nın devam olarak kurulan devletin ilk başlarda Müslümanlık sözleşmesine dayandığını, sonrasında ise kurulan devletin liderlik kadrosunun daraltılarak, imtiyazlı Türklük sözleşmesine dayandığını anlatır.

"Türkiye'de güvenli ve imtiyazlı bir şekilde yaşabilmek için artık Müslüman olmanın yetmediği, aynı zamanda Türk olmak gerektiği" pratiği (Türklük Sözleşmesi. Sayfa: 163), milliyetçilik, batılılaşma ve laiklik konularının temsilcileri arasında işbirliğinin yanı sıra gerilime de neden olmuştur.

İki örnekten söz edeceğimi söylemiştim. Hatırlayacaksınız; 24 Haziran milletvekili ve başkanlık seçimi öncesi, iktidarda olmanın özgüveniyle İstanbul-Üsküdar'da yılmaz AKP savunucu olduğu çok açık olan Süleyman Çakır'ın, "laiklik elden gidiyeh... İrtica geliyeh..." alaycı, intikamcı bir ruh haliyle, etrafında kendisini eleştiren kişileri hedef alan; "vallahi  bak, 155'i ararım. İçeri attırırım, vatan haini" sözleri günlerce gündemde kalmış, siyasal/toplumsal gerilimin turnusolu olarak, tarihsel kodların canlılığına delil olmuştu. İçinde "intikam" hazzı da barındıran sözlere AKP Üsküdar İlçesi de sahip çıkmıştı. Yani olay sadece bir "meczup" un dikkate alınmaması gereken tepkileri değildi.

Yine hatırlayacaksınız ki geçtiğimiz hafta yaşandı, bir "gösteri" alanı olarak tanımlayabileceğimiz  "Halk Arenası" programında, "vatandaş" ile "halk" ayrımının yılmaz savunucusu Mine Kırıkkanat, izleyici olarak gelen seyircilerin nabzını da tutarak, şaşırtmayan sözlerinden çok, alaycı dil ve tonlama ile "laiklik elden gidiyeh.." içeriği ile konuştu. Kırıkkanat'ın "...dinimizi yaşamımızı engellediler. Camilerimizi ahıra çevirdiler. Dua bile gizli gizli ediyorduk. Çocuklarımızı türbanlı diye okullara almadılar" cümleleri zihninden dökülürken,   yüzünün aldığı hal, ses tonu ve beden dili, kişisel olanı değil, tarihsel olanı ifade ediyordu.

Ahmet İnsel'in "Türkiye Toplumunun Bunalımı" kitabında belirttiği gibi, "Devletin toplum üzerindeki hükümranlığının" aracı haline gelen Kemalizm, iktidardaki gücünü yitirdikçe, yerine ikame olan muhafazakar-dindar iktidar, devletin kudretini daim kılmak için benzer şeyleri yapmıyor mu? Yani aslolan devletin tahakkümü ise, kendisini eleştirenleri ihbar etmekle suçlayan "imtiyazlı" Süleyman Çakır ile "imtiyazlı" olma arzu ve hırsını gerçek mağduriyetleri araşsallaştırarak meşrulaştırmaya çalışan Mine Kırıkkanat aslında bize siyasal ve toplumsal mahkumiyeti anlatmıyor mu?

Siyasal toplumsal bu sıkışmışlık hemen kendisini de gösterdi. İktidarın ideolojik aygıtı Pelikan Grubu,  Kırıkkanat'ın sözlerinin yer aldığı videoyu "AK Parti'ye oy veren milyonlarca insanı tehdit etti" vurgusu ile paylaştı. Yeni Akit Gazetesi'nin Twitter hesabı " Kırıkkanat'ın dili uzadı, Müslümanlara küstah tehdit" spotunu kullandı. Bunun karşısında ise Kırıkkanat taraftarları, "MineKırıkkanatYalnızDeğildir" etiketi ile yanıt verdi.  Bazı yazarlar da emniyet ve adalet bakanlığını etiketleyerek, Yeni Akit Gazetesi'ni şikayet etti.

Tartışmayı, "AKP seçmenini yok sayan Kemalist kafa" diye sürdürenler de bu öğretilmiş mahkumiyeti destekler halde. Zira Türkiye'nin yapısal sorunlarını öteleme/erteleme siyasetini sürdürmeden öte gitmeyen bir bakış açısı bu. Bunun dışına çıkılamazsa, "müesses nizam"ın sürekliliği sağlanmış olacak. İstenen de bu zaten.

İktidarın sürekliliğine hizmet eden bu çekişme/çatışma, toplumsal tasavvurun iyileşmesine de hizmet etmiyor. Seçimlere giderken laik-anti laik kullanışlı gerilimi yeniden tedavüle sokulurken, tarihsel kökleri de olan kısır döngünün kurbanı kılınanlar da başka bir yola meyletmenin "güvensizliği"ne doğal olarak itibar etmiyor. Başta da söylediğimiz gibi, mahkumiyete karar verenlerin devr-i daimi son bulmuyor.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi