Aykan Sever
KOLOMBİYA: Vatan hainleri kim? Barış’ı isteyenler mi sabote edenler mi?
Kolombiya’da FARC-EP ile Santos hükümeti arasında yaşanan müzakere süreci ve sonra olanları takip ederken merak ettiğim ve yanıt bulamadığım bazı başlıklar vardı. Bunlardan biri 2016’da patlak veren Güney Amerika ve Afrika’nın kimi ülkelerini de içine alan ikisi son günlerde olmak üzere Peru’da altı Devlet Başkanı’nın başını yiyen Odebrecht yolsuzluk skandalının Kolombiya’da neden yeterince "verimli" olmadığı sorusuydu.
Nitekim Brezilya merkezli Odebrecht Grubu ABD yargısıyla iş birliği yapmış, 2.6 milyar dolar ceza ödemeyi kabul etmiş ve itirafları sonucu başta Brezilya olmak üzere bir çok ülkede rüşvet-ihale ağı diye özetleyebileceğimiz yeni dönem kapitalizminin yarattığı "vahşet" kısmen de olsa deşifre edilmişti. Vahşet diyorum çünkü Odebrecht yıllarca Güney Amerika’da iktidarların belirlenmesi sürecinde neredeyse tüm taraflar için seçim süreçlerini finanse ederek ve ek rüşvetler vererek iktidarların belirlenmesinde rol oynadı. Dolayısıyla sıradan insanların geleceği ve hayatıyla oyun oynadı. Mesela bugün Brezilya Devlet Başkanı olan Bolsonaro, bırakınız başka yaptıklarını sadece Korona salgınındaki ilgisizliğiyle dahi katliamlara yol açtığını rahatlıkla söyleyebileceğimiz (Korona’dan şu ana kadar yaklaşık 172 bin kişi hayatını kaybetti) kişi bizzat bu sürecin ürünüdür. Brezilya Devlet Başkanları Lula ve Roussef’in iktidardan düşürülmeleri, cezalandırılmalarında soruşturmaların nasıl yürütüldüğü ve sonrası aynı yolsuzluklara bulaşmış Temer’in iktidar oluşu da bu hikâyenin bir parçasıydı. Burada bir yanlış anlama olmasın Lula ve Roussef’in elbette masum olduklarını söylemiyorum aksine sol adına iktidar olduklarında Brezilya’da yolsuzluğun bir ata sporuna dönüştüğünü bizden daha iyi biliyorlardı, bunun kökünü kazımak için gerçekten uğraş verdiklerine dair pek bir şey duymadık. Hem de bu derece yozlaşmış bir kapitalizmin tepesinde oturup, hesaplaşmaya girişmeyip gerçekten masum kalınabilir mi?
Asıl konumuz Kolombiya’ya dönecek olursak, basının tamamına yakınının ülkenin oligarşine mensup beş ailenin elinde olmasına rağmen Odebrecht skandalına ilişkin oralara yansıyan bazı meselelerin tartışılmasını engelleyememişlerdi. Bunların arasında Ulaştırma Bakanı Yardımcılığı yapan Gabriel García Morales’in otoban ihalesi için 6.5 milyon dolar rüşvet alması olayı açığa çıkmıştı ve olay yargıya intikal etmişti. Ayrıca ve daha da önemlisi 2010 ve 2014 seçimlerinde Başkan Santos ve onun rakibi şimdiki Başkan Duque’nin seçim süreçlerini Odebrecht’in finanse ettiği yazılıp çizilmeye başlanmıştı ama üzerine kimse gitmiyordu. Niye? Benim o zaman verdiğim yanıt ABD yargısının kendi yandaşı politikacılara torpil geçtiği minvalindeydi. Şimdi bu hikâyenin ve FARC’a , "barış" a dönük başka bir komplonun, içinde ABD’nin de olduğu "kahramanlar"ı daha görünür hale geldi.
Néstor Humberto Martínez son resmi görevi Kolombiya Başsavcılığı (1 Ağustos 2016- 15 Mayıs 2019) ondan öncesi de bir hayli "zengin" vazifelerle dolu. Nitekim 1994’ten bu yana çeşitli hükümetlerde adalet ve iç işleri bakanlığı mevkilerini işgal etmiş yani narco-terör devletinin işlerine aşina. Martínez son yirmi yıldır her başkanın seçim sürecini finanse ettiği iddia edilen ülkenin en zengin kişisi Luis Carlos Sarmiento’nun da adamı diye anılıyor. Sarmiento’nun şirketlerinden biri ise 2009’dan bu yana Odebrecht ile "iş" yapıyordu. Elbette Başsavcı Martínez bu meselenin ve bu işle bağlantılı yolsuzluk sorununun yani patronlarının üzerine gidecek değildi. Dikkatleri başka yerlere çekmeliydi. Daha da önemlisi Kolombiya oligarşisi ve devletle bağlantılı "barışı bir tuzağa dönüştürmeye dönük" başka motivasyon kaynaklarının da olduğunu düşündüğüm FARC-EP ile yapılan barış anlaşmasını sabote etmeye yönelmeliydi. Burada dönemin Nobel Barış Ödüllü Başkanı Santos’un da (1) bu işte önemli bir sorumluluğu olduğunu Martínez’i yakınında tutmasının başından beri "barış"a dönük hiç de iyi niyet barındırmayan planlarıyla bağdaştığını düşünüyorum.
Bu arada bizzat Martínez tarafından görevlendirilen Yolsuzlukla Mücadele Ulusal Direktörü Luis Gustavo Moreno Rivera ve avukatı 2017 Haziran’ında yolsuzluk ve kara para aklamaktan gözaltına alındı. Suçunu kabul eden Rivera 2019’da ABD’deki yargılamalar sonunda 4 yıl hapis cezası aldı.
Martínez Başsavcılık makamını ülkede istediği telefonu dinleterek maharetle kullanıyordu. Dinlettiği, izlettiği kişiler arasında FARC’ın ideoloğu Jesús Santrich ve Başmüzakereci Iván Márquez de vardı. Onların başına hızlıca bir çorap örmeye girişmeliydi. Bu o kadar da zor olmadı. Yeni ABD Başkan’ı Trump’ın Kolombiya barışına Obama döneminde vadedilen mali yardımları kesip, barışı dert etmeyip aksine Venezuela’ya dönük ülkeyi bir askeri üsse dönüştürme gayreti bu işi kolaylaştırıyordu.
Başsavcı Martínez ABD Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi’yle(DAE) birlikte komplonun hazırlıklarını yaptı. Uydurma deliller, tanıklar ve kullanılan DAE ajanları eşliğinde Jesús Santrich on ton kokain kaçakçılığı suçlamasıyla Nisan 2018’de tutuklandı. Daha sonraki süreçte savcılık ısrarla Santrich’i ABD’ye gönderip orada yargılatmaya çalıştı. Yalnız bir sıkıntı çıktı barış süreci için oluşturulmuş olan Özel Barış Yargısı-JEP. JEP’in Santrich’in tutuklanması için yeterince kanıt olmadığı bunun bir komplo olduğuna ilişkin eline bazı veriler ulaşmıştı. Santrich JEP’in müdahaleleri ve yoğun toplumsal tepkinin de etkisiyle ancak 2019 Mayıs ayı sonunda tahliye olabilmişti. Arada Santrich’in bir kaç dakikalığına serbest bırakılıp yeniden uydurma delillerle cezaevi kapısında tekrar tutuklanması ve intihar girişimi de yaşanmıştı. Sonrası Santrich ve Márquez’in bir kısım arkadaşıyla birlikte yeniden silahlanarak dağa çıkmasına kadar vardı.
JEP’in kararıyla Santrich’in serbest bırakılması sonrası Başsavcı Martínez "JEP'in hukuk devletine meydan okumasını desteklemeyeceğim." diyerek görevinden istifa etmişti. Martínez en büyük desteği dönemin ABD Büyük Elçisi Kevin Whitaker’dan (2014 -2019) görmüştü. Bu ülkenin Bogota'daki Büyükelçiliğinin sosyal medya hesabından yapılan açıklamada Martínez için "gerçek bir vatansever" ifadesi kullanılmıştı. Whitaker’ın JEP’e öncesi de baskı yaptığı basına yansımıştı. Whitaker olanları başarısızlık/yeterli diye görmüş olsa ki bir iki ay sonra istifa edip ülkeden ayrıldı.
Bu süreçte JEP’in kararıyla Martínez ve DEA ajanları hakkında soruşturma açıldı. Buradan henüz bir sonuç çıkmasa da bu hafta içi Senatörler Gustavo Petro, Roy Barreras ve Iván Cepeda Martínez’i barış sürecini sabote etmek için Santrich’e karşı bir komplo kurmakla suçladılar. Petro bunun Başsavcılık Ofisinin DEA yetkilileriyle birlikte hazırladığı bir tuzak olduğunu söyledi. Cepeda ise yapılanların ülkenin egemenliği ve güvenliğini tehlikeye atacak önemde bir suç olduğunu Martínez’in "vatana ihanet" suçundan soruşturulması için bazı deliller eşliğinde mahkemeye başvuracaklarını açıkladı. Bu girişim nasıl sonuçlanır henüz bilmiyoruz. Fakat başta mevcut Duque hükümeti olmak üzere Kolombiya’da barış istemeyen çok. Yine de bir kere daha soralım: Asıl vatan hainleri kim? Barış’ı isteyenler mi sabote edenler mi?
Duque hükümetinin sonu yakın mı?
Korona salgını ile mücadelede bir hayli başarısızlık gösteren ülkelerden biri de Kolombiya. Şu ana kadar yaklaşık 37 bin ölüm yaşandı. Yolsuzluklarla anılan Duque hükümeti ayrıca ülkede son bir yıldır yükselen muhalefet karşısında şiddete başvurmaktan başka bir politika geliştiremiyor. Başkan Duque’nin "ustası" eski Başkan Álvaro Uribe’nin yargılanmaları da Duque’nin aleyhine yazıyor. Yakın zamanda yapılan anketler Başkan Duque’nin popülaritesinin yüzde 20’ye düştüğünü gösteriyor. Kimse artık uluslararası basında "barış olursa Kolombiya patlama yapacak" falan diye gülücükler de saçmıyor.
Sokak hareketlerinde özellikle kentli gençlerin ve yerlilerin ön plana çıktığı bir süreç görüyoruz. Bunlar yeni şeyler. Geçtiğimiz hafta içinde de gençler geçen yıl genel direniş sırasında polis saldırısıyla hayatını kaybeden Dilan Cruz adlı arkadaşlarını anmak için bir araya geldiler. Toplumsal hareketlerin daha etkili olduğu koşullarda bakarsınız Duque görev süresinin sonunu yani 2022’yi göremeyebilir…
Bizim oryantalizmimiz…
Memleketten Güney Amerika’ya oradaki toplumsal hareketlere bakarken çoğu zaman anlamaya, öğrenmeye çalışmak yerine orada olanları "renkli görüntüler"e indirgemeye eğilimli olduğumuzu düşünüyorum.
Fakat oradakiler iyi ki bizim gibi değil. Örneğin son günlerde etkili sokak hareketlerine imza atan Peru halkları Şili’deki direnişten anti-kapitalist, demokratik bir anayasa isteminin/yapmanın öncelikle gerekli olduğunu ve bunun için de sürekli mücadele etmenin tek yol olduğunu öğrendiklerini söyleyebiliyor. Peki biz ne öğreniyoruz?
Mesela Bolivya’da Kültürler, Dekolonizasyon ve Depatriarkalizasyon Bakanlığı kurulduğunu buraya Sabina Orellana isminde bir yerli kadının atandığını haklı olarak sevinçlerle duyuruyoruz. Sonra?
Peki hatırlıyor muyuz, çok uzakta olmayan bir coğrafyada Rojava’da kendini "Kadın Devrimi" olarak ilan eden bir hareketin sömürgeciliğe karşı mücadele verdiğini ve çoğumuzun yüzünü bile çevirip bakmaya tenezzül etmediğini ya da onların dün/bugün Bolivyalı, Guatemalalı kadınlarla aynı masada oturduğunu biliyor muyuz?
Son bir soru: Bir Başkadır dizisinde, önündeki kişi yerine Perulu yerlilerle kendini daha yakın hisseden Psikiyatrist Peri karakterinden çok farkımız var mı?
(1) Santos’a Nobel Barış Ödülü verilmesinden o zaman da hoşlanmamıştım, bu aklıma şu aralar kan akıtmakla meşgul olan Nobel Barış Ödüllü başka birini getirdi. Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed. Etiyopya yönetimi Tigray halkına saldırarak onlarca kişinin ölümüne, BM verilerine göre 6 milyon kişinin kıtlık çekmeye başlamasına ve 1 milyondan fazla kişinin zorla yerinden edilmesine sebep oldu. Diyalog, barış diyen Dünya Sağlık Örgütü Tedros Adhanom’u etnik kökeninden dolayı suçlayıp Tigray Halk Kurtuluş Cephesi'ni (TPLF) desteklemekle suçlamaya kadar işi vardırdı. Bunun yerine aslında diyalog yolu araması sorun çözmek isteyen biri için en insani olan yol değil mi ?