Korkunçluklar ve komiklikler

Vatandaşlık tecrübelerim bana rafa kaldırılan cinayet dosyalarının arkasında hep devletin bir kesiminin ayak izlerinin olduğunu da öğretmiştir bunu da bir kez daha hatırlatmak isterim.

Türkiye gerçekten çok tuhaf bir ülke.

Aynı 24 saat içinde gerçekten çok büyük korkunçlukları, vicdansızlıkları ama aynı zamanda da büyük komedileri beraber yaşayabiliyorsunuz.

Geçen hafta aynı gün içinde iki korkunç olay yaşandı.

Birincisi açlık grevi yapan bir gence destek vermek ya da belki de caydırmak için orada olan anne gözaltına alındı.

Düşünebiliyor musunuz, bir kadın oğlunun açlık grevinin korkusunu yaşıyor, belki destek belki de caydırma amaçlı oraya geliyor ama polis kendisini göz altına alıyor.

Bir gün önce de, inanamıyorum ama gazetelerden okuyorum, eşi gözaltına alınmış idi.

Türkçemizde "sözün bittiği yer" diye bir tabir var, muhtemelen bu tabiri ilk kullananlar bugünleri öngörüp kullanmışlar.

Aynı gün, Diyarbakır kayyımı devletin aydınlat(a)madığı bir cinayete kurban giden Diyarbakır Barosu eski başkanı Tahir Elçi’nin adının verildiği parkın adını değiştirdi ve bu parka yaşamını terör olaylarında yitirmiş bir korucunun adını verdi.

Ben bu yaşıma kadar bu boyutta bir vicdan problemi içeren bir idari tasarruf az görmüşümdür muhtemelen.

Söz konusu rahmetli korucunun isminin bir yere verilmesi gerekiyordu ise herhalde Bay Kayyım bu isim için başka bir yer bulabilirdi diye düşünüyorum ama öyle olmadı ve kendisini bir biçimde tanıyan herkesin sevgisini, saygısını kazanmış, bir cinayete kurban gitmiş bir hukukçunun adını bu parktan sildirdi.

Vatandaşlık tecrübelerim bana rafa kaldırılan cinayet dosyalarının arkasında maalesef hep devletin bir kesiminin ayak izlerinin olduğunu da öğretmiştir, geçerken bunu da bir kez daha hatırlatmak isterim.

Bu olayları büyük bir hayretle ve başka hissiyatla izliyorum.

Bu korkunç olayların sorumlularının dahi çok yakın bir gelecekte bu yaptıklarından büyük nedamet duyacaklarını umuyorum, başka türlü insanlık hallerini sürdürmeleri pek mümkün olmasa gerek.

Türkiye bu görüntüleriyle bir tımarhaneyi, bir vicdansızlıklar galerisini andırıyor.

Kendini dindar, muhafazakar falan diye adlandıran ama bu nitelemelerle uzaktan yakından ilgisi olmayan siyasi iktidar destekçisi, kendine yazar diyen bir rant kollama ordusundan ise bir kişi bile Tahir Elçi’nin isminin bir parktan silinmesine yüksek sesle tepki veremiyor, oğlu, doğru ya da yanlış, açlık grevi sürecinde tehlikeli aşamaya gelmiş bir annenin göz altına alınmasına ses çıkar(a)mıyor.

Bu insanların ise gelecekte dahi bu yaptıklarından nedamet duyabileceklerine inanmıyorum, bu kadar bile kendilerine güvenim yok.

Ama, bu ülke, biraz şizofrenik bir görünümle, aynı zamanda çok da eğlenceli bir yer.

Sayın Cumhurbaşkanımızın sosyoloji, felsefe ile ilgisini bilmiyorum ama Auguste Comte konusunda uzman olmadığını da tahmin ediyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı muhtemelen pozitivizmin ne anlama geldiğini de tam kavrayamadan bu kavrama karşı, olabilir, beni ilgilendirmez, ama, Auguste Comte için "sorunlu bir kişi" ifadesini kullanması beni gerçekten, biraz amiyane bir tabirle, kopardı.

Dedim ki, bu ülkede gerçekten çok ama çok korkunç olaylar yaşanıyor, bu kesin, insanda yaşama sevinci bile bırakmıyor ama aynı zamanda da muhtemelen başka bir ülkede devlet büyüklerinin sözleri insanları bu kadar güldüremiyor da.

Çok yaşayın Sayın Cumhurbaşkanım.

Bu ifadeniz bana ilaç gibi geldi doğrusu.

Önümüzdeki başka sıkıntılı günlerde Sartre, Camus, Freud, vs. hakkındaki görüşlerinizi de bekliyoruz doğrusu.

İyi geliyor.

Böyle bir mizah damarı olan ülkeden ümit kesilmez vesselam.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi