Ahmet Nesin
Kur-işlet-devlet partileri ve AKP!..
Darbe psikologu var mıdır bilmiyorum ama bu ülkenin kesinlikle gereksinimi var. Darbe psikologu derken darbeden zarar görenlerin tedavisi anlamında söylemiyorum, bir ülkenin neden partileri, sivil toplum örgütleri ve bireyleri darbe sever, bu darbe sendromunu inceleyecek bir psikologa gereksinim var, hatta uzmanlar kuruluna.
Yeni nesil 9 Mart 1971 darbe girişimini fazla bilmez, Madanoğlu-İlhan Selçuk-Doğan Avcıoğlu Darbesi olarak bilinir, Kemalist-sol bir darbe olacağı söylenir, son anda genelkurmay başkanının hava kuvvetleri komutanı Muhsin Batur’la, kara kuvvetleri komutanı Faruk Gürler’in darbecilerle olduğu haberini alır ve darbe başarılı olamaz. Herşey darbecilerin yanında bulunan MİT ajanı Mahir Kaynak’ın bilgileriyle deşifre olur. Askeriyedeki en önemli darbeci komutan o dönemin hava kuvvetleri komutanı Muhsin Batur’dur. Olan dönemin kara kuvvetleri komutanı Faruk Gürler’e olur, önce genelkurmay başkanı olan Gürler, Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığı için söz vermesine karşın istifa ettikten sonra harcanır, Demirel sözünü yerine getirmez.
Şimdi gelelim darbe severliğimize, 12 Mart darbesinin ilk parti kavgası CHP’de başlar. Darbe bağımsız başbakan arayışına girer ve CHP Kocaeli milletvekili Nihat Erim’de karar kılar. Erim CHP’den istifa ederek başbakan olur ve Bülent Ecevit buna karşı çıkar. CHP’de kongre yapılır ve Bülent Ecevit, İsmet İnönü’ye karşı kazanır, CHP böylece darbeye karşı tavrını almıştır.
Fahri Korutürk cumhurbaşkanı olunca Muhsin Batur’u kontenjan senatörü olarak atar. Batur da kontenjan senatörü olduktan sonra CHP’ye geçer ve CHP senatörü olarak devam eder siyasi yaşamına. 12 Mart darbesine tavır alan Bülent Ecevit 1980 yılında 9 Mart darbe girişiminin askeri lideri ve 12 Mart Darbesi’nin hava kuvvetleri komutanı Muhsin Batur’u cumhurbaşkanı adayı olarak gösterir. İşte ilk yazımda da söylediğim, "Herkesin bir darbesi var mantığı da budur zaten.
12 Mart darbesiyle beraber 27 Mayıs anayasası kuşa çevrilmeye başlanır ama bu yetmez, başta Süleyman Demirel olmak üzere bu anayasanın bol olduğu hep söylenir. İşçiler ve öğrenciler ciddi bir şekilde örgütlenirler ve ekonomi kötü gitmektedir. Turgut Özal, Demirel’in başbakan müsteşarıdır ve 24 Ocak kararlarını çözüm olarak getirmiştir. 24 Ocak kararlarının bir özelliği çok katı olması ve işçilerin tavır koyacağının bilinmesine karşın 12 Eylül darbesi gelmiştir, çünkü 24 Ocak kararları ancak asker eşliğinde uygulanabilinir.
Ve 12 Eylül darbesi yapılır, doğal olarak 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal’a da görev verilmek zorundadır, eski deniz kuvvetleri komutanı Bülend Ulusu başbakan olmuştur. Bülend Ulusu darbenin içinde olmayı esasında kıl payı kaçırmıştır, 12 Eylül’den önce 11 Temmuz’da yapılması planlanan Bayrak Harekatı ertelenince ağustosta emekli edilmiştir. Bülend Ulusu başbakan olarak hükümetini kurdu ve Turgut Özal ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı oldu.
İlginçtir, Turgut Özal’la beraber demokrasi de konuşulmaya başlanmıştır, oysa Necmettin Erbakan’ın başkanlığını yaptığı Milli Selamet Partisi’nden İzmir adayı olan Özal eğer seçilebilseydi hapiste olacaktı. Türkeş’in "Fikrimiz iktidarda biz hapisteyiz" sözü esasında tam da Özal’a göre olabilirdi. Aziz Nesin 12 Eylül için "Darbenin 2 güzel yanı oldu, taksilere taksimetre takıldı, bir de kaldırımlar yapıldı ama bunun için darbeye gerek yoktu" derdi. Ben de Turgut Özal’ın neden demokrat görüldüğünü aylarca düşünüp anlamamıştım ama sonunda kendisi bana yardımcı oldu. Tam anımsamıyorum nerede olduğunu ama Özal bildiğimiz şortla asker selamladı, bu selam bilhassa sol-liberallerin çok hoşuna gitti ve Özal artık darbe hükümetinin içinde bir demokrattı. Kimse darbenin oluş nedeninin Turgut Özal olduğunu, hükümetteyken 3 gencin idamına imza attığını düşünmedi, yazmadı ve konuşmadı. Bu demokratik sevecenlik, işte 12 Eylül darbesi sonrası ilk "Kur-İşlet-Devret Patisi"nin fikirlerini ortaya çıkardı.
Dedim ya, bütün darbeler demokrasi getirmek için yapılıyordu, 12 Eylül’de de onlarca genç asıldı ve öldürüldü, demokrasinin sağlamlaşması için faşist bir anayasa yapıldı ve seçimlere gidilmesi için partilerin kurulmasına izin verildi. Fazla demokrasi birden hazmedilmeyebilirdi, o yüzden Erdal İnönü ve Süleyman Demirel ekibinin parti kurmalarına izin verilmedi, hatta 3 partiden de kimlerin aday olabileceğine 5’li konsey, bir anlamda beşi biyerde olan Kenan Evren ve arkadaşları karar verdi. Kurulan parti başkanları da çok demokratik olduklarından başkalarının yasaklandığı bir seçime demokratik bir şekilde girdiler, en demokratları da ANAP’ı kuran ve 3 idam kararına imza atan Turgut Özal’dı.
Özal’ın en övündüğü şey 4 görüşün de partisinin içinde yer etmesiydi, esas felaketin bu olduğunu kimse anlayamadı, liberal sol da bunun ne anlama geldiğini çözemedi. Dinci-tarikatçı bir başkanla, ırkçı-milliyetçi bakanla, eski sosyalist ve sosyal demokratların aynı çatıda anlaşabileceklerini sandılar. Oysa böyle bir partinin asla kendi ideolojisi ve felsefesinin olma olasılığı yoktu ve bisüre sonra kapanmaya mahkûmdu. Ve ANAP böyle yok oldu, yerini AKP’ye bıraktı.