Koray Düzgören
Kürtler olmadan AKP’yi yenemezsiniz
Selahattin Demirtaş’ın 17 Mart 2015’de HDP’nin grup toplantısında yaptığı tarihi konuşma tek cümleden oluşuyordu.
"Sayın Recep Tayyip Erdoğan, HDP var oldukça, HDP’liler bu topraklarda nefes aldığı müddetçe sen başkan olamayacaksın."
O günlerde de HDP’nin AKP ile pazarlık yaptığı ve AKP’yi destekleyeceğine ilişkin söylentiler, iddialar, yorumlar ortalıkta dolaşıyordu. Demirtaş bütün bu söylentilere ve iddialara o konuşmada toptan bir cevap vermişti.
Şunları söylemişti:
"Bugün kürsüye sadece bir cümle söylemek için çıktım. Halklarımıza verdiğimiz demokrasi ve barış ilkelerimizden asla vazgeçmeyeceğimize söz verdik. Biz bir pazarlık partisi değiliz. AKP ile aramızda kirli bir pazarlık olmadı, asla olmayacak. Kirli bir alışveriş, işbirliği asla olmadı, asla olmayacak."
Gerçekten de bu tarihi açıklama, sadece Kürt düşmanlığını pazarlık iddiaları ile saklamaya çalışanları susturmak amaçlı değildi. Aynı zamanda, çok geniş bir kesimin de Kürtlerle, Kürt siyasi hareketine sempati ile bakmasına neden oldu.
Sonuçta HDP büyük bir başarı kazanarak yüzde 13.2 oranında oy aldı ve Meclis’e 80 milletvekili sokmayı başardı. AKP ise yüzde 40.8’de kalarak çoğunluğu yitirmişti.
Bu çok önemli bir başarıydı. Türkiye’de yepyeni bir dönem başlayabilirdi.
Demirtaş’ın dediği olmuş ve bu sonuçla Erdoğan’ın başkanlık hayalleri tehlikeye girmişti.
Sonrasını biliyoruz.
Bu sonuçlara ve gelişen farklı sürece karşı nasıl bir AKP-Devlet darbesi yapıldığını ve 7 Haziran seçiminin iptal edilerek katliamlarla, baskılarla ve devlet şiddetine dayanarak gerçekleştirilen 1 Kasım seçimi ile ülkenin nasıl bir kaosa sürüklendiğini yaşadık.
O günden bugüne neler olduğunu yakından biliyoruz.
Barış Süreci’ne son verilerek Kürtlere yönelik şiddet ve baskılar yoğunlaştı, Kürt siyasi hareketine, Kürt belediyelerine, sivil toplum örgütlerine, yerel Kürt politikacılara, Kürt partilerinin destekçilerine yönelik tutuklamalar, ağır ceza talepleriyle açılan davalar birbirini izledi. Kürtlerin uzun mücadeleler sonrasında elde ettiği tüm kazanımlara yönelik saldırılar ve yasaklar sistematik saldırılara dönüştü.
KÜRTLERİ ÇÖKTÜRME PLANI YÜRÜRLÜKTE
7 Haziran’dan sonra Milli Güvenlik Kurulu’nda kabul edilen ‘Çöktürme Planı’ devreye girdi.
15 Temmuz Darbesi, OHAL rejimi ve savaş süreci peşisıra geldi.
‘Tek Adam’ diktatörlüğünü anayasaya yerleştirmek amacıyla yapılan 16 Nisan 2017 Referandumu’nda da yine Kürtler gündemdeydi.
Yine aynı ahlaksız dedikodular ortalığı kapladı. Ama onca baskıya ve devlet müdahalesi ile gerçekleştirilen sahtekarlıklara ve toplu oy hırsızlıklarına rağmen Kürtler tavırlarından ödün vermediler. Kendilerine şiddet uygulayan, insanlarını katleden, şehir ve kasabalarını yerle bir eden iktidarı desteklemediler.
7 Haziran seçimlerinde ne olduysa aynısı gerçekleşti. Kürtlerin oylarıyla ‘Hayır’ cephesi referandumun gerçek kazananı oldu.
Ama referandum reddedildiği halde yasa dışı olarak kabul edildiği ilan edilince bu gerçek gözardı edildi.
Bu gayrimeşru referandumda kabul edilen ‘Tek Adam’ anayasasının birçok maddesinin yürürlüğe girme tarihi Kasım 2019. Böylece fiili olarak sürdürülen başkanlık rejimi kendilerine göre hukuki (!) hale gelecek. O tarihte cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği genel seçimleri birlikte yapılacak.
Daha önce, 2019’un ilkbaharında yerel seçimlerin yapılması gerekiyor.
Tabii iktidarın ortağı MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin dün yaptığı erken seçim önerisi Erdoğan tarafından kabul edilirse durum değişir.
Seçimin tarihi değişse bile bu seçimlerde Kürtlerin oynayacağı rolde bir değişiklik olmaz.
KÜRT OYLARI ÜZERİNDE SPEKÜLASYONLAR
Kürt oyları üzerinde yine birçok spekülasyon yapılıyor.
Özellikle yapılan kamuoyu yoklamalarında iktidar koalisyonunun yüzde 50’yi bulamayacağı anlaşıldıktan sonra Kürt oyları meselesi daha çok tartışılır oldu.
AKP-MHP-Devlet Koalisyonu OHAL’den de yararlanarak ülkede büyük bir baskı ve sindirme operasyonu yürütüyor. Muhalefet edenler, herhangi bir haksızlığa karşı çıkanlar, haklarını arayanlar, hatta iktidarın uygulamalarını eleştirenler doğrudan hapse atılıyor. Haklarında uyduruk gerekçelerle ağır cezalar kesiliyor.
Buna rağmen iktidar cephesi ihtiyacı olan yüzde 50+1 oy oranına asla ulaşamıyor. Baskılar, milliyetçi hamaset, ırkçılık had safhada. Ayrımcılık, iktidarı desteklemeyenlere yönelik saldırılar günlük olaylar haline geldi.
Buna rağmen iktidar koalisyonu çoğunluğu sağlayamıyor.
Terörle mücadele ediyorum diyerek PKK ile sürdürülen savaş bütün hızıyla devam ediyor.
Ekonomik kriz giderek derinleşiyor. Dış borçlar katlanarak büyüyor, cari açık görülmemiş boyutlarda. Türk parasının değeri süratle düşüyor. Enflasyon ve işsizlik giderek artıyor.
Bu şartlarda yüzde 50’yi bulmak bir yana oy oranları giderek daha da düşüyor.
Bunun üzerine sınır ötesindeki Kürtlere de savaş açarak bu gidişi durdurmak istediler. Afrin’i işgal ettiler.
Yine savaş üzerinden ülkede yeni bir ırkçılık ve faşizm dalgası estirdiler. Savaşı yüceltirken savaşa karşıtlarına yönelik bir cadı avına giriştiler. Barış isteyeni, savaşa karşı çıkanı cezalandırarak milliyetçi, ırkçı desteklerini arttıracaklarını zannettiler.
AFRİN’İN İKTİDARA GETİRİSİ YÜZDE BİR
Son kamuoyu yoklamaları bunun da sökmediğini, savaşın da bir işe yaramadığını gösterdi. Afrin savaşının iktidar koalisyonuna oy olarak getirisinin yüzde 1’le sınırlı kaldığı ortaya çıktı.
"Peki bundan sonra sıra neye gelecek?"
Tabii yine Kürt oylarını konuşacağız. Öyle anlaşılıyor.
Son 2.5 yılda Kürt kentlerinde, kasabalarında, mahallelerinde yaşanan vahşet olayları, acımasız yıkım ve sivillere yönelik katliamlar zaten bölgede AKP’ye yönelik desteğin azalmasına neden olmuştu.
Güney Kürdistan’daki bağımsızlık referandumu vesilesiyle AKP-MHP-Devlet Koalisyonu’nun Irak Kürdistan Bölgesel yönetimine ve o bölgede yaşayan Kürtlere ilişkin tavrının da büyük tepkilere yol açtığı biliniyor.
Daha sonra Afrin’e yönelik işgal harekatı ve sivillere yönelik bombardımanlar gündeme gelince bu tepkinin daha da yoğunlaştığını söylemek için kahin olmaya gerek yok.
Nitekim yapılan kamuoyu yoklamalarında Afrin’in ne ifade ettiğini görüyoruz.
Buna rağmen, yani Kürtlerin bu sıraladığımız olaylar ve diğer nedenlerle desteklerini AKP-MHP-Devlet Koalisyonu’ndan çektikleri bir gerçekken hala Kürt oylarından medet umuluyor.
Bu sefer, kaybedilen desteği yeniden sağlamak mümkün olamayacağına göre, Kürt oylarının nasıl bölünebileceğine ilişkin hesapların gündeme enjekte edildiğini görüyoruz.
Hatta Demirtaş’ın mahkemede yaptığı konuşmada hendek ve barikatlar konusunda özeleştiri yapmasından yola çıkarak yeni bir parti kurmaya çalıştığına ilişkin hayali senaryolar yazanlara bile rastlanıyor.
Tabii bu senaryolar iktidarın yeniden Kürt oylarına göz diktiğini gösteriyor.
Önümüzdeki günlerde bu konuda çok daha farklı spekülasyonların, dedikoduların tezgahlanacağını tahmin etmek zor değil.
Demirtaş mahkemede de açıkladı. "Muhalefetin Kürt oylarına ihtiyacı var."
Kürt oyları olmadan Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştırmanın imkanı yok.
Hesaplar yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Aklı başında araştırma kuruluşları bu gerçeği çok açık bir şekilde, özellikle CHP yöneticilerine anlatmaya çalışıyor.
Zaten görünen köy kılavuz istemez.
Söz gelimi, yerel seçimlerde başta İstanbul olmak üzere belli başlı büyük yerleşim yerlerinde CHP’nin Kürt oyları olmadan başarı kazanması ya da AKP’li yönetimleri değiştirmesi mümkün değil.
Örneğin dün İstanbul için yapılan bir kamuoyu yoklamasında CHP’nin oyu yüzde 30 civarında görünüyor. Bu oyla CHP’nin tek başına İstanbul’da belediye başkanlığını alması söz konusu değil. Mutlaka Kürt oylarına ihtiyacı var.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde de Kürt oyları kilit öneme sahip.
İktidar da bu nedenle savaş dahil, milliyetçiliğin, ırkçılığın, ayrımcılığın en berbat uygulamalarını denedi, olmadığını görüyor.
Üstelik de ekonomik kriz ve artan gelir adaletsizliği ve yoksulluk nedeniyle iktidarın oyu sürekli düşüyor.
Başta CHP olmak üzere muhalefetin şunu anlaması gerek:
Yerel seçimlerde, genel seçimlerde ve özellikle de cumhurbaşkanlığı seçiminde Kürtlerle bir arada olmaktan başka çare yok.