Koray Düzgören
'Kürtlerle masaya oturmaktan başka çaren yok!'
Erdoğan bir hafta arayla ikinci kez Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki Soçi kentine gidiyor.
22 Kasım’da Putin ve İran Cumhurbaşkanı Ruhani ile Suriye meselesinde gelinen noktayı görüşecekler.
Türkiye-Erdoğan (Aynı şey, Erdoğan’ın ağzından çıkan her laf dış politika kararı oluyor nasılsa!) bir hafta önceki Putin görüşmesine giderken, "Merkezi yönetimin şu ana kadar askeri yöntemlerle öldürdüğü insan sayısının 1 milyona ulaştığını" söylüyordu. "Askeri çözüm söz konusu değilse, o zaman çeksinler askerlerini, siyasi yönteme başvurulsun" diyerek ABD ve Rusya’ya da çatıyordu.
Bu sefer çarketmek için haftalar ya da aylarca beklemek gerekmedi. Rusya’dan dönüşünden altı saat sonra Erdoğan, "Siyasi çözüm imkanının da olduğunu gördük" şeklinde açıklama yaptı.
Putin de bu görüşmeden bir hafta kadar önce Vietnam’da ABD Başkanı Trump'la Suriye meselesini görüşmüştü. İkili, sorunun artık askeri yollarla değil, siyasi olarak çözülmesinin zamanının geldiği noktasında bir anlaşmaya varmışlardı...
Demek ki Putin, Erdoğan’la yaptığı görüşmede onu, siyasi çözüme ikna etmişti. Erdoğan’ın dönüşünde yaptığı açıklamada kullandığı, ‘Suriye merkezi hükümeti’ söylemine bakılırsa hatta Rusya aracılığı ile Esad yönetimiyle de görüşmelerin yapıldığı bile söylenebilirdi.
Bu konu zaten ne zamandır kulislerde konuşuluyor. Erdoğan yönetiminin Esad ile görüşebileceği, Kürtler konusunda işbirliğine gidebileceği ya da gidilmesi gerektiğine ilişkin söylentileri duyuyor, okuyoruz. Yandaş medyada ve milliyetçi devletçi kesimde Erdoğan’ı bu amaçla cesaretlendiren, teşvik ve hatta tahrik eden bolca yazıya, yoruma rastlanıyor.
Bu yazılarda özetle, Erdoğan’a "Kürtlere karşı herkesle, gerekirse Esad'la bile işbirliğine gidilmeli" teması işleniyor. Bunun, Türkiye’nin geleceği (Bekası) için hayati önemi olduğu da canhıraş vurgulanıyor.
Beka sorunu da olsa bu noktada Rusya ile Türkiye arasında başından beri bir anlaşmazlık söz konusu. Rusya’nın siyasi çözüm için Suriye’deki bütün tarafların bir masa etrafında toplanması gerektiğine ilişkin açıklamasını Erdoğan yönetimi kabul etmiyor.
"Biz asla Kürtlerle, YPG-PYD ile görüşmeyiz" deniliyor.
Hatta İdlib'i bahane ederek Suriye’ye girip, Efrin civarında mevzilenen Türkiye’nin silahlı unsurları ile Efrin’e yönelik bir istila hareketine girişmek isteniyor. Nedeni belli: Kürtlerin sınırların ötesinde etkin olması, kendilerini yöneten bir yapı kurması, daha doğrusu varlıkları bile istenmiyor.
Erdoğan, bütün devletçi muhalefetten, hatta CHP’den bile destek alarak bu arzusunu her fırsatta dile getiriyor.
ERDOĞAN: EFRİN’NİN TEMİZLENMESİ GEREKİR
Erdoğan dün yine Efrin’in temizlenmesi gerektiğini söyledi. (Tabii Kürtlerden)
Bir hafta önceki Putin görüşmesinde de Efrin’e yönelik taleplerini dile getirdiği ama bu taleplerin yine geçiştirildiği ortada. Buna karşılık Putin’in Erdoğan’ı siyasi çözüm için bir masanın etrafında oturmaya ikna ettiği anlaşılıyor.
Tabii sorun yine Kürtler.
Bu konuda sürekli iktidara devletçi kodlarla akıl vermeye gayret eden Ankara Gazetecisi Murat Yetkin, dün (17 Kasım) Hürriyet’teki köşesinde Erdoğan’ı ve aslında yönetimi uyarıyor:
"Gelişmeler adeta Türkiye’yi Cenevre görüşmelerinden çekilmeye zorlayıcı yönde ilerliyor" diyor.
Gerekçesini de şöyle açıklıyor:
"Erdoğan’ın papaza kızıp oruç bozmaması, Türkiye’nin Cenevre’deki Suriye masasından kalkmaması ve özellikle YPG konusundaki tezlerini dışarıdan değil, içeriden savunmaya devam etmesi önemli. Çünkü Türkiye’nin masadan kalkmasına en çok memnun olacak aktörler arasında PYD/PKK’nın yanı sıra, ABD ve İran da olacaktır."
Burada elbette ki asıl tartışılması gereken, Suriye halkları yerine bu adı geçen aktörler hangi hakla o masada olacaklar. Suriye'nin geleceğinin konuşulacağı bir masada olması gerekenlerin en başında gelenlerden birisi hem SDG içerisindeki rolü gereği hem de meşruluğu giderek tartışmasız hale gelen Rojava yönetimini temsilen PYD olacaktır. Peki, Türkiye neyi ve kimi temsil edecek orada? Arabuluculuk dışında İran, Rusya ve ABD için de aynı soru gündemde.
Ama gelinen noktada öyle görünüyor ki, Suriye halkları yerine bir kez daha "aktörler masası" kurulacak. Bu durumda bile Türkiye’nin masadan kalkması niçin PYD’nin hoşuna gitsin?
Tam tersine başından beri, PYD’nin Türkiye ile bir alıp veremediği yoktu. PYD’nin yöneticileri, Türkiye ile iyi ilişkiler kurmayı istedi. Dolayısıyla, Türkiye'nin masada çözüm talebi ile olmasına PYD'nin bugün de itirazı olmaz.
ABD ve İran’ın Türkiye'nin masada olmasına hangi gerekçeler ya da çıkar hesaplarıyla karşı çıkacakları ya da çıkmayacakları ise ayrı bir konu.
KÜRTLERİN SURİYE MASASINDAKİ YERİ
Türkiye, eğer Suriye'nin geleceğinin belirleneceği masada olmak istiyorsa Kürtleri Suriye’de meşru bir taraf olarak kabul etmek zorunda olacağını bilmek durumunda.
Görünüşe bakılırsa bunun gerçekleşmesi için Rusya gayret harcıyor. Suriye’nin şekillenen yeni haritasına bakınca Kürtlerin olmadığı bir yeni Suriye’nin söz konusu bile edilemeyeceğini gayet objektif olarak gördükleri açık.
ABD ise Esad’ın Suriye’nin başında kalmasına karşı, ama benzer gerekçelerle onlar da Kürtlerin masaya oturmasını istermiş gibi görünüyor.
Oysa Türkiye’nin bunu, Rusya ya da ABD’nin baskısına, siyasi manevralarına ya da şantajlarına gerek kalmadan kendisinin yapabilmesi gerekir.
Ama yapmıyor. Kürtlere ilişkin 100 yıllık devlet paradigması yumuşamıyor. Irak Kürdistanı’nda siyasi ve ekonomik çıkarlar çerçevesinde işbirliği yaptığı Kürt yönetimi ile bile ilişkiler referandum süreciyle düşmanlığa dönüştü.
Aslında Türkiye devlet aklı dedikleri şey, sınırlarının yanıbaşında Kürt varlığını istemiyor.
Bunu Erdoğan’ın şu sözlerinden anlamak çok kolay. Murat Yetkin’in aynı yazısından devam edelim:
"Bu konu ( Kuzey Suriye’deki YPG-SDG-Suriye Demokratik Güçleri- hareketleri) özellikle İdlib çevresinde, Afrin bölgesinde Ankara için giderek sorun olmaya başladı. Erdoğan’ın sadece Rakka, Münbiç değil, Afrin bölgesi içinde demografik, başka deyişle nüfus hareketleri uyarısı yapması da bu durumdan kaynaklanıyor. Ankara, Afrin bölgesi, genel olarak İdlib vilayetinden, iç savaş nedeniyle Esad güçlerinden kaçarak Türkiye’ye sığınan Sünni Arap ve Türkmen nüfusun yerine Kürt ve Suriye Alevileri, ya da Şii nüfusun yerleştirildiği endişesinde."
İşte Ankara’da masa başından Suriye’nin kuzeyinde ne olduğuna ilişkin yazmaya girişince, daha doğrusu devletin verileri ve iktidarın gerçek dışı saplantılarına bel bağlayınca böyle oluyor.
O bölgedeki nüfus hareketlerinin gerçekte ne olduğunu anlamaya çalışmak, bunun için çaba harcamak yerine Erdoğan’ı tekrarlamak daha kolay geliyor.
Bugün Efrin başta olmak üzere bütün Kürt bölgelerinde tam bir halklar mozaiği söz konusu. Sünni Arap da var, Alevi de, Türkmen de, Çerkez de, Süryani de… Esad zulmünden de kafa kesici cihatçılardan kaçanlar da orada iç savaşın başından beri barış içinde yaşamaya çalışıyorlar..
Yaşamaya çalışıyorlar ama Türkiye’nin tehditleri ile huzurları ve güvenlikleri tehlikede. Her an tepelerine Türkiye’den atılan bir top mermisi düşebilir ya da her an bir saldırı ile karşı karşıya kalabilirler.
İşte Türkiye’nin derdi, barış içinde yaşamak ve kendi geleceklerine karar vermek isteyen bu insanlar.
PUTİN ERDOĞAN’I İKNA EDEBİLİR Mİ?
22 Kasım Çarşamba günü Soçi’de yapılacak toplantıya dönersek.
Türkiye, Suriye’de siyasi çözüme yanaşmış görünüyor. Esad itirazından vazgeçtikten sonra şimdi tek itirazı Kürtlerin de masaya oturacak olması.
Kürtler gerekçesiyle masaya oturmak istemezse Suriye'de tamamen oyun dışında kalacak. Siyasi çözümü engellemek isteyen bir devlet olarak görülecek.
Bütün taraflar siyasi çözüme doğru yönelmişken Türkiye, tek başına Efrin’e ve sınır ötesindeki diğer Kürt oluşumlarına yönelebilir mi?
Soçi’de herhalde Putin böyle bir ihtimali düşünerek Erdoğan’ı Kürtlerin de olacağı görüşme masasına oturtmanın yollarını arayacaktır.
Öyle ya, o bölgenin daha fazla karışması Rusya’nın da işine gelmez.
Bu durumda Putin’in masada Kürtlerin de içinde bulunduğu SDG'nin (Suriye Demokratik Güçleri) olması için Erdoğan’ı ikna etmeye çalışacağına dair değerlendirmeler yapılıyor.
Putin Erdoğan’a böyle bir öneri getirerek, "SDG ile yani Kürtlerle de masaya oturmaktan başka çaren yok!" der mi?
Keşke o ya da başkaları demeden önce bu gerçeği Erdoğan anlayabilse…