Ragıp Duran
Medya sirkinin yan sanayi muhalifleri
Türk medya manzarasını doğru okuyabilmek için, mülkiyet haritasına bakmak lazım. Patronların iktidarla ekonomik-mali ya da siyasi bağlantılarını göz önünde bulunduracağız. Hakiki tiraj ve reytingler de önemli ama tayin edici değil. Her bir medya organının gelirlerini inceleyelim: Yüzde kaç reklam, yüzde kaç satış geliri? Ayrıca başka gizli ya da açık geliri olup olmadığına bakmak gerek. Holdingin diğer şirketlerinden medyaya para transferi var mı? Bir sonraki aşamada medya organlarının önce yöneticilerinin sonra köşe yazarı, haber müdürü gibi önemli mevkilerde çalışanların mesleki biyografileri mercek altına alınmalı. Ne tahsil etmiş? Daha önce nerede çalışmış? Şimdiye kadar kaç haberi/yazısı ses getirmiş, etkili olmuş, kaç haberi resmen ya da dolaylı olarak tekzip yemiş? Özellikle yöneticilerin son 5 ya da 10 yıl içindeki gelirlerini denetlemek iyi olur. Maaşının dışında geliri var mı? Bu süre içinde yeni yat, kat, araba, arsa sahibi olmuş mu? Eşinin dostunun, oğlunun yeğeninin sıradışı bir malvarlığı, zenginliği var mı?
Aslında bu önerdiklerim, öyle zorba rejimlerin polisiye yöntemlerle yapacağı bir denetleme yöntemi değil. Çünkü demokratik ülkelerde, hukuk devletlerinde, şeffaf yönetimlerde zaten yapılıyor bu işlemler. İşin mesleki kısmını iletişim akademileri, gazeteci sendika ya da dernekleri gerçekleştiriyor. İşin mali kısmını da vergi müfettişleri. Artık Panama, Malta ya da meşhur Man Adasına da transfer yapsanız da paranın izi İnternet'de şak diye çıkıyor.
Bir haberin, hele süreklilik arzeden haberlerin arkasında hangi motivasyonların olduğunu saptamak önemli. Özellikle sürekli olarak hep aynı siyasi/ideolojik/ekonomik/kültürel odağı öven ya da yeren haberler, bir de kısa ya da orta vadede gerçekle çelişiyorsa, yani haber değil, asparagas, haber tahrifatı, ajitasyon-propaganda yani sonuç olarak yalan haber ise, bu tür haberlerin neden yayınlandığına bakmak gerek. Para karşılığı mı? Tehditle mi? Siyasi-ideolojik yakınlıktan mı? Şan-şöhret mevki-makam için mi? Baskı sonucu mu? Bu yanıtları bulmak için, ince, sabırlı, meşakkatli bir çalışma gerekir.
Türk egemen medyasının yüzde 90'ına yakın kısmı doğrudan ya da dolaylı olarak iktidara bağımlı bugün. Türk yaygın medyası, AKP'nin Medya Kolu gibi çalışıyor. Gençlik Kolları, Kadın Kolları vardır ya, bu da onun medya ile iştigal eden yapılanması.
İktidar yanlısı, besleme, yalaka, lağım medyası, çukur medyası, havuz medyası, tetikçi medya... gibi çeşitli sıfatlarla anılan bu küme, mesleki ya da akademik olarak incelenmeye artık değmez. Her şey o kadar açık ki... Son olarak bir body guard'ın koskoca bir medya holdinginin sahibi olarak sahneye çıkması bile başlı başına neyin ne olduğunu gösteriyor.
Bu medya sirki çok cazırtılı. Dümtek cıstak, rengarenk floresanlarla gözümüzü, kulağımızı, zihnimizi rahatsız ediyor. Hele ciddi bir şekilde içerikleri izlemeye kalkarsanız sinir hastası olursunuz. Hacılar hocalar, hurafeler, solculara, Tanrıtanımazlara, Kürtlere karşı saçma sapan iftiralar, aklı gücü belden aşağıya çalışan sakallı sarıklı adamların çocuklara ve kadınlara yönelik fikri tecavüz ve tacizleri. Bir gün dediğini ertesi gün rahatça tekzip edebilen reisler, Profesör ünvanlı geri zekalılar da cabası. TV ekranları ve gazete sayfaları, istemeden komik olanlarla dolup taşıyor.
Böyle bir medya ortamında ciddi bir şekilde gazetecilik/habercilik yapmak zaten mümkün değil. Çünkü pat diye önce Savcılık çağırıyor, sonra Mahkeme, derken bakmışsınız Silivri'desiniz. Neymiş, 55 saniye ekranda ''Biçti'' sözcüğü kalmış. Neymiş, ''Sübliminal mesaj'' vermişsiniz. Neymiş, kayınvalidenizin eniştesinin oğlu ''FETÖ''nün okulunda okumuş. Gülen'e methiyeler düzmüş olanlar bugün hala iktidarda iken.
Fikriyatı, ciddiyeti yasaklayan bu ortam, kaçınılmaz olarak kimi çapsız şahsiyet ve kalemlere de sahneye çıkma fırsatı vermiş durumda.
İsim vermeyeceğim, iki nedenle:
Birincisi ben kişilerle ilgilenmiyorum, zihniyet, tutum ve karakterle ilgileniyorum. Dolayısıyla Ahmet dersem sanki sadece onunla uğraşıyormuşum gibi anlaşılabilir. O Ahmet ile başka Ahmetlerin yaptıklarından ettiklerinden söz etmek daha doğru.
İkincisi: Sözünü edeceklerim, eleştiri ile hakareti birbirinden ayırt edebilecek olgunlukta değil. Kendilerine toz kondurulmasın istiyorlar. Ve sanki adalet, yargı varmış gibi mahkemeye gidip ''Hakaret'', ''Kişilik Haklarıma Saldırı'' diye tazminat davası açıyor. Benimse ne vaktim var bu davalarla uğraşacak ne de tazminat cezasına çarptırılırsam bunlara verecek param.
Medyayı izleyen okur, aslında bu karakterleri tanıyor: Ortak bazı özellikleri yok değil. Mesela, popüler adamlar bunlar. Egemen TV'lerde boy gösterebiliyorlar hala. Yazıları çok okunuyor, kitapları çok satıyor. Pazarlamacı yanları güçlü yani. Bir kitabın Türkiye'de hele bu aralar çok satması gündeme gelince, toprağı bol olsun Mina Urgan'ın bir sözünü hatırlarım. ''Bir Dinozorun Anıları'' kitabı uzunca bir süre satış rekorları kırdığında, Mina Hoca işkillenmişti: ''Benim bu kitap çok satıyor. Yoksa ben yanlış bir şey mi yaptım?!''.
Bir başka ortak yan, hassas konulara özellikle girmemeleri. Hani, çok popüler sanatçılara ''Hangi takımı tutuyorsunuz?'' diye sorulduğunda ''Milli takımı!'' derler ya, bunlar da öyle. Aslında, evet, mesela Kürt Meselesinde, Ermeni Sorununda milli takımı tutuyorlar, yani devlet takımını.
Çoğu kendini muhalif olarak tanıtıyor. Ama mesela Kemalizm konusunda hiç biri muhalif değil.
Bir tanesi var: Büyükelmakente taşındı. Esas olarak muhaliflere çatıyor. Kendisi sadece çakma!
Bunların arasında milletvekili olmaya kalkışıp partisinin yönetiminden yüz bulamayıp yeniden medyaya dönenler var. Aralarında Cumhurbaşkanı aday adayı bile var! Her akşam ekrana çıkıp, kukla gösterisi gibi haber sunanlar da mevcut. Pek de kişilikli: Patron ne derse onu yaparım!
Biri Kürtlüğünü gizleyip HDP'ye laf yetiştiriyor. Bir başkası sosyalizm diye Kemalizmi savunuyor.
Neyse ki sosyal medya var da, bunların madrabazlıklarını tek tek çıkarıyor uyanık yurttaşlar. Biri mesela, ünlü ama eski bir devlet adamının babasının emeği ile başarılı olduğunu yazmıştı. Baba meğerse devlet ihaleleri ile köşeyi dönmüş.
Adresleri Kaf Dağı olduğu için havalıdır bunlar. Tepeden bakarlar iktidarda olmayanlara. Yine bunlardan biri, geçenlerde kendisini efendice eleştiren bir akademisyene lumpen bir ağızla ''Hoca sen işine bak!'' dedi. Hoca da yanıt verdi: ''İşimi KHK ile kaybettim!''.
Şimdi tabi bu şahsiyetler, kamuoyu önderi elbiseleri giyinmiş oldukları için her konuda racon kesmeye pek meyilliler. Her konunun uzmanıdırlar, hiçbir konuyu doğru dürüst bilmedikleri halde. Sloganları ''Ne şiş yansın ne kebap''tır. Radikal bir şekilde ortayolcudurlar. Genelde egemen fikriyatı telaffuz ederler farklı şivelerle.
FETÖ'ye karşı mücadele akrabalığından iktidar sözcüsü gibi konuşup yazan da var bunların içinde. Uzman yorumculuğu meslek edinmişler de.
Eski sermayelerini pazarlar bazıları. Cazip gelir kimilerine bu geçmiş: ''Bak eskiden faşistmiş şimdi solcu olmuş bu çocuk! Bravo yani''. Ya da ''Ya bu adam bu iktidarı çok iyi biliyor çünkü eskiden iktidarın adamıydı''. Aslında herkesin kendi içinde o eski geçmişini hep taşıdığını bilmeden.
Hesap kitap adamı hepsi: Ne dersem daha çok alkış alırım, ne yazarsam daha çok okurum olur. Sonuç olarak 5-10 kişi hepsi tümü. Birbirlerini tanırlar ama zerrece sevmezler refiklerini/rakiplerini, olsun. Yine de selfie filan çekerler birlikte. Bazen de kapışırlar. Reklamın kötüsü yoktur.
Bir ortak yanları daha var: İktidar ve sözcüleri bunların hiç birini kınamaz, eleştirmez. Normal. Çünkü bunlar iktidarı rahatsız eden bir şey yazmaz, yapmaz.
Hakiki gazeteciler, gerçek muhalefetin liderleri hapiste olunca, meydan bunlara kaldı. İktidardan çektiklerimiz yetmiyormuş gibi bir de bu sahte muhaliflerle uğraşmak zorunda kalıyoruz.