Seran Vreskala
'Oğlumun oynadığım diziyi izlemesine izin vermiyorum'
Seran VRESKALA
ARTI GERÇEK – Değeri tam anlamıyla bilinmeyen oyunculardan bana göre Mine Çayıroğlu. 41 yaşında olmasına rağmen mesleğinde 35 yıllık bir deneyime sahip. 6 yaşından beri çok ünlü. Yaşıtları sokakta oynayarak büyürken o setlerde büyüdü. Herkes ona ‘Çalıkuşu' dizisindeki Munise ve Bulgar bir ailenin dramını anlatan ‘Yeniden Doğmak’ dizisindeki Aysel rolüyle âşık olmuş; aradan 30 yıl geçmesine rağmen bazılarına göre o hala Aysel. Gerçi ‘Beyza’nın Kadınları’ filmindeki bir sahnede, canlandırdığı hayat kadını rolünden dolayı çıplak görününce, büyüdüğünü kabul edenler olmuş. Kendisinin de en çok severek oynadığı karakter de Çalıkuşu’ndaki Munise.
Oyunculuk eğitimini İngiltere’de almış, sınavı kazanmasına da Haluk Bilginer ve Zuhal Olcay yardımcı olmuş. Çok naif ve duygusal bir enerjisi var. Her an kırılacakmış hissi veriyor. İnsanlara güvenmekten çekiniyor. Benimle konuşurken çok temkinliydi mesela. Buluşmaya gelene kadar bir gazeteciyle konuşmanın verdiği endişeyi taşıdığını hissettim resmen. Hakkında yaptığım araştırmalardan sonra bu endişesinde ne kadar haklı olduğunu gördüm. Her meslekte gücünü kötü niyetle kullananlar vardır elbette, ama bu kişiler gazeteci olunca insanda daha büyük yaralar açıyor. Rahmetli Savaş Ay’la yaptığı röportajdan sonra çok kötü hakaretlere ve alaycılığa maruz kalmış ki insanlardan uzaklaşmış. Mesela Ekşi Sözlük’te onun hakkında o kadar kötü, kalp kırıcı ve hadsiz yorumlar var ki etkilenmemek mümkün değil. Tüm röportajlarımda tarafsız olmak için epey gayret gösteririm normalde ama bu defa o kadar çaba harcamadım. Artık bu tip eleştirilerden pek etkilenmediğini söylese de hem ekranlardan hem de beyaz perdeden uzaklaşmasının, ortalarda görünmemesinin altında yatan sebeplerden birinin bu acımasızlık olduğunu düşünüyorum.
Çok kırılgan gözükse de dikkatli baktığınızda gözlerinde saklamaya çalıştığı biraz deli ama fazlasıyla hayat dolu kadını görebiliyorsunuz. Her an dudaklarının arasına kırmızı bir gül alıp dans ediverecekmiş gibi duruyor. Olduğundan farklı gözükmeye çalışmıyor. Fotoğraf çekilirken nasıl göründüğünü umursamadı bile. Kafasındaki beresini çıkarmadan poz verdi. Hayali bir müzikalde oynamak; sesi de fiziği de bunun için çok uygun. Esprileri o kadar komik ki elimde olmadan müthiş bir komedi oyuncusu olacağını düşünüyorum. Çocukluk rüyası da hep şarkı söylemekmiş; bu uğurda 2 albüm yapmış. Üstelik hem beste yapıyor hem şarkı sözü yazıyor. Derin Deniz isminde bir oğlu var. Dünyadaki her şeyden değerli onun için. Hatta mesleğinden de. Doğduğunda annesiyle büyümesi için yanından hiç ayrılmamış. Şimdilerde Söz isimli dizide şeytan bir kadını canlandırıyor.
Ufacık bir kız çocuğunun ülke çapında ilgi görmesi nasıl bir şeydi?
Zor bir psikoloji. O yaşlarda her şey bir oyun gibi geldiği için o psikolojiyi kaldırmak daha kolay olabiliyor tabii. O zaman o kadar korkutucu gelmiyor ama çocukluktan çıkınca daha çok korkular ediniyoruz. Daha çok kendimize dönük yaşıyoruz; nasıl göründüğümüz, nasıl konuştuğumuz hakkında çok kafa patlatıyoruz. Fiziksel kaygılarımız oluşmaya başlıyor.
Sokakta insanların sizi durdurması normal mi geliyordu?
Elbette normal değil ama bir anormallik olduğunu da düşünmüyorsun o yaşta. Buradaki en önemli nokta aile. Ailemin sevgisi, desteği, onlardan gördüğüm eğitim, terbiye benim daha normal bir hayat yaşamama yardımcı oldu. Onlar olmasaydı belki başka şeylere yönelebilirdim kolayca, çok kaygan bir zemin çünkü burası.
Drew Barrymore ya da Macaulay Culkin gibi dünyaca ünlü çocuk yıldızların çoğu alkol, uyuşturucu ya da kumar batağına sürüklendiler hayatlarının bir döneminde. Hatta Culkin hala toparlayamamış durumda.
Neyse ki ben şanslı olanlardanım. Ama dediğim gibi çok kaygan bir zemin burası, kötü alışkanlıklar daha kolay buluyor sizi. Zaten şöhret kolay taşınabilen bir durum değil; üstelik çocuklar için daha da zor.
Şile gibi küçük bir yerde büyümenizin bunda bir etkisi vardır.
Kasaba ortamında büyümenin getirdiği bir rahatlık ve güven duygusu var elbette. Orası büyümek için şahane bir yerdi. Yaş aldıkça güveniniz de kayboluyor tabii, çocukluktaki o saf, masum duygu ve düşüncelerinizin yerini her an tetikte olmanız gereken bir paranoyaklığa varan temkin duygusu alıyor. Yani yaşanmışlıklar maalesef insanı biraz oraya taşıyabiliyor. Mesela bu buluşmaya gelirken bile size önceden birkaç soru sorma ihtiyacı duydum; kendimi ve ailemi koruyabilmek adına. Bu rahatlamaya ihtiyacım var çünkü çok yara aldım.
Şile ile ilgili hatırladığınız en güzel şey ne?
Şile gerçekten çok özel bir kasabadır. İnsan ilişkilerinin sıcaklığını hissettiğim çok güzel bir çocukluk geçirdim orada. Annem babam ayrıldığında 8 yaşımdaydım. O sıcak ortamda, mahallede büyümenin ve annemle babamın bu konudaki özen göstermesinin ayrılık travması yaşamamı engellediğine inanıyorum. Çocukluğumda çok güzel bir Şile bıraktım. Her şeye rağmen o vahşi, o kendine has Karadeniz havasını hiç kaybetmedi oranın ruhu. Şile ruhu bende de var, hissedebiliyorum; kimi zaman deli dolu, değişken ve havası bazen hiç belli olmayan taraflarımı Şile’den aldığımı düşünüyorum.
Babanız Şile’nin eski belediye başkanı. Yeni bir kitabı çıktı sanırım.
Evet. Eylül ayında ‘Yazmasam Olmazdı’ diye bir kitabı çıktı. Bu konuda tarafsız olmam çok zor belki ama babamın kalemi de insanlara hitabının da çok kuvvetli olduğunu düşündüğüm için kitaba bayıldım. Onun siyasi yaşamındaki mücadelesi bizim de mücadelemizdi. Dürüst bir siyasetçinin kızı olmak ve temiz bir isim bıraktığını bilmek çok gurur verici. Günümüzde ve dünyada kaç tane temiz siyasetçi kaldı ki?
Babanızın hakkında bilmediğiniz bir şey var mıydı kitabı okurken?
Örneğin bir filmde figüranlık yaptığını ben ilk kez kitabı okurken öğrendim. Şile o zamanlar bir plato gibi kullanılırmış zaten; kasaba babamın dönemlerinde Zeki Müren dahil birçok sanatçıya ev sahipliği yapmış. Hatta Zeki Müren Bodrum’a taşınmadan evvel uzun yıllar orada yaşamış. Babam da belediye başkanlığı boyunca sinemaya, tiyatroya, sanata çok büyük yatırımlar yapmıştı. Dolayısıyla da sanatçılarla ilgili çok anısı da var kitapta.
Boşanmaları sizi çok etkilemiştir.
Elbette öyle. Çocuk olarak hayatımın dönüm noktalarından biri aslında. Normalde evden baba gider ama bizde durum tam tersiydi, annem gitti. Biz babamla büyüdük. Annem de biz de çok zorlandık. Şile’den kopup, İstanbul’da mesleğini sürdürmeyi tercih etti. Bu da ayrılık sebeplerinden biriydi zaten.
Annenizin gitmesi sizi daha çok derinden etkilemiştir. Üstelik o yaşta.
Tabii ki etkiledi ama bunu da oyunculukta kullanıyoruz işte. (Gülüyor) hepimizin inişli çıkışlı hayatı oluyor, oyuncular olarak bu duyguları pozitif bir kazanıma çevirmek lazım; tabii ki bu durum biraz hastalıklı bir durum aslında ama o kodları oyunculukta bir yerde kullanıyorsunuz.
Çocuk yıldızlıktan erişkinliğe geçtiğinizde büyük bir baskı hissettiniz mi, çocukluğunuzda yakaladığınız o başarıyı yakalayamayacağınıza dair?
Uzun yıllar hiç ara vermeden çalıştığım için o baskıyı hissedemedim sanırım. Çocukluk ve ergenlik döneminde hep çalıştım. Ne zamanki tiyatro eğitimi almak için yurtdışına gitmeye karar verdim, o zaman o yoğun tempodan uzaklaştım.
Berdel filminde Atıf Yılmaz’la Türkan Şoray’la Tarık Akan’la bir çocuk olarak birarada olmak nasıl bir şeydi?
15 yaşımdaydım o zaman. Hem yurtdışında hem yurtiçinde ödüller alan bir filmdi o. Tarık Akan oyunculuğum konusunda bana çok destek vermişti. Duygularımla oynadığım için ‘Mine sen çok doğru hissediyor ve doğru oynuyorsun, sakın oyunculuk klişelerine girme’ diyerek beni çok yüreklendirmişti. Türkan Şoray da çok desteklerdi beni. Atıf Yılmaz ile çalışıyor olmak baştan aşağı beni heyecanlandıran bir şeydi. Çok titizdi. Hatta beni ilk azarlayan yönetmendi. Konu benimle ilgili olmasa da çok içerlemiştim ona. (Gülüyor)
"BİZ SENİ BULGARİSTAN’DAN KURTARDIK, SEN BİZE İHANET ETTİN"
İngiltere’deki oyunculuk sınavında bir komedi de oynamışsınız ve kazanmışsınız.
Ben komediyi çok seven bir kadınım ve komediye de çok yatkınım. Avrupa Yakası’nda konuk oyuncu olarak oynadığım zaman insanlar komedi yapabildiğimi gördü.
Peki, ‘Beyza’nın Kadınları’nda hayat kadınını oynamanızı seyirci çok yadırgadı mı?
Hem de nasıl! Bayağı yadırgadılar. O rolle büyüdüğümü ispatladım aslında. Biraz isyan gibiydi o, insanların kafasındaki çocuk algısını kırmak istiyordum.
Biraz tehlikeli bir rol ama oyuncular kötü karakterleri oynamayı seviyorlar çünkü halk kötüleri daha kolay hatırlıyor.
Ben de kötü karakter oynamayı seviyorum. Alışıldık çizgilerin dışına çıkmak, farklı rollerin de üstesinden gelebileceğimi görmek hoşuma gidiyor. Dediğiniz gibi kötüler hafızada daha kolay yer ediyor. Bizde çok eleştirirler kötü karakterleri ama seyretmeden de yapamazlar. Kolay değildir öyle bir karakteri oynamak; düşünsenize nefret edilmeyi göze almanız gerekiyor.
Mesela Erol Taş’a canlandırdığı karakterler yüzünden saldırırlarmış yolda yürürken.
Doğru. Bazen sosyal medyada görüyorum ve inanamıyorum insanların tepkilerine. Kendilerini nasıl kaptırıyorlar, akıl alır gibi değil! Sonuçta o bir rol yani. Bunca zamandır bu sektörün içindeyim, bu durum beni hala şaşırtıyor.
Şimdiki dizide kötü bir kadını canlandırdığınız için size de kötü gözle bakan oluyor mu?
Henüz böyle bir şey yaşamadım. Ama daha yeni başladım, birkaç bölüm sonra sokakta yürürken başıma ne gelir, dayak yer miyim hiç bilmiyorum. (Gülüyor) Dizilerin bu kadar ciddiye alınması bir yerde beni ürkütüyor açıkçası. Hatta geçenlerde biri sosyal medyadan bir yazı yazmış bunun için, kendince bir eleştiri yapmış ama eleştiri bile değil; ‘biz seni Bulgaristan’dan kurtardık, sen bize ihanet ettin!’… Beni Aysel sanıyor hala, o derece hastalık bir durum yani. Cevap yazacaktım ama ne yazacaksın ki? Böyle bir şeye cevap yazılmaz ki! Belli ki ruh sağlığı yerinde değil; ciddi profesyonel bir destek alması lazım… (Gülüyor)
Eleştiri ile hakaret arasında incecik bir çizgi var ve insanlar eleştirirken çok acımasızlar bazen. Bir de teknolojinin bu kadar ilerlemesi eleştirileri bir sosyal linçi de beraberinde getirdi.
Eleştiri yapılmalı ancak eleştirinin dozu çok önemli. Eleştiri dediğiniz hakaret niteliğinde, kalp kıracak ya da insanların duygularını incitecek, kişiliğini hedef alacak nitelikte olmamalı. Sosyal medyada genelde bir linç durumuyla karşılaşıyoruz, bu yorumlara bakmıyorum. Sadece kendimin değil kimsenin linçe uğramasını görmek istemem.
Hatırlar mısınız bir sabah programı sunucusu Kürk Mantolu Madonna’yı şarkıcı Madonna zannettiği için korkunç bir saldırıya uğramıştı. O olaydan sonra onu ekranlarda bir daha görmedim. İnsan harcamak çok kolaylaştı.
Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğim… Sonuçta her insanın bilgi dağarcığı farklıdır. Bu şartlarla, aileyle, çevreyle, ilgi alanlarıyla, merakıyla, mesleğiyle alakalı bir durumdur. Siz gazeteciliği bilirsiniz, benim mesleğinizle ilgili bir fikrim vardır ama bir bilgim yoktur. Siz de oyunculuk hakkında bir şey bilmeyebilirsiniz ve bu yadırganacak bir şey olmamalı! Benim bilgim, sanatla, oyunculukla, sinemayla, tiyatroyla, edebiyatla ilgili olabilir. Dünya tarihini bilmek zorunda değilsin mesela eğer ilgi alanın içinde değilse. Ama bu konuyla ilgili akademik bir titrin varsa tabii ki bilmek zorundasın.
Savaş Ay’la yaptığınız röportajı okurken çok üzüldüm. Oyunculukla ilgili konuşmak üzere sizi çağırdığı halde mesleğinizle alakasız ve tarihle ilgili sorular soması, sizi öyle zor bir durumda bırakması olacak şey değil!
Ölmüş bir insanın arkasından konuşmak istemem ama o röportaj o kadar bambaşka bir hale büründü ki! Çok çarpıtılmış durumlar var orada. O kadar güzel bir sohbetti, fakat o güzel kısımları tamamen çıkarıp atmış, bambaşka bir şeyler sormuş ve afallamamdan yararlanarak aldığı cevapları yazmış. Söyleşilerde kısa sürede kendini ifade etmek zaten kolay değil; öyle uzun uzadıya anlatacak zaman da yok, orada cümleleri kırpıp o hale getirmiş.
Kafanız karışmış da olabilir o an; hepimiz insanız sonuçta, yanlış yapma lüksümüz olmalı! Tarihi yanlış da söyleyebilirsiniz o an.
Bu arada tarihi yanlış söylemedim. O tamamıyla bir kurgu. İnsan her şeyi karıştırabilir ama o tarihi bilmemesi mümkün değil! Büyük bir haksızlıktı o. Bilmediğim zaman bilmiyorum diyebilecek cesaretim her zaman oldu. O kadar şaşırdım ki o röportajı okuyunca.
Öyle bir yansıtıldı ki durum sanki siz zırcahilmişsiniz gibi bir hale düştünüz. Mesleğinizle ilgili konuşmak için oradasınız ama size Ahmet Taner Kışlalı’nın kitabını okuyup okumadığınızın sorulması bile kötü bir niyettir. Ki ben de o kitabı okumadım mesela.
Dediğim gibi bu ilgi alanlarıyla alakalı bir durum. O kitabı okumamışımdır ama başka kitaplar okuyorum ve insanın okumadığı kitaplar yüzünden yargılanması çok kötü bir şey! Okuduğum kitaplardan bahsedelim mesela, eğer mesleğimle alakalı çok önemli bir kitabı okumamışsam, o zaman haklısınız. Ya da siyasetçiyimdir ve önemli bir ayrıntıyı kaçırmışımdır; yine haklısınız. Bu yüzden kesinlikle iyi niyetle yapılmış bir röportaj olmadığını söyleyebilirim. Aslında olmuş bitmiş, giden de gitmiş, çok fazla konuşmanın bir anlamı da yok!
Çok kırıldığınızı düşündüm o yüzden.
Çok kırıldım çünkü haksızlık olduğu için kırıldım. İnsanlar çok üstüme geldi. Bilmediğim bir şey değildi ve kelime oyunları yapılarak sanki bilmiyormuşum gibi yansıtıldı durum. Güzel ama cahil durumuna düşmek hoş olmadı.
Genelde güzel kadınlara, mankenlere falan yapılıyor bu tip yaklaşımlar.
Mankenlere de bunun yapılması hiç hoş bir durum değil! İnsan güzel diye ille de cahil olmak zorunda mı? Güzel kadınların bu şekilde hedef gösterilmesi korkunç bir durum. Kimin ne bildiğinin fiziki durumla alakası yok ki!
Bütün çirkinler zeki olur demek gibi bir şey bu!
(Gülüyor) Haklısınız. O zaman çok üzülmüştüm o olaya ama şimdi baktığımda gülüp geçiyorum. Üzülecek bir şey değilmiş çünkü onun göstermeye çalıştığı kişi ben değildim ki! Bunun aksini ispatlama çabası bile eksik olduğunun bir göstergesidir. Dava da açabilirdim, aslı böyle değil de diyebilirdim çünkü bu çok kolay kanıtlanabilecek bir şeydi.
Peki, o yüzden mi uzaklaştınız sinemadan, ekranlardan?
Ya onun da biraz etkisi vardı ama en çok okul sebebiyle uzaklaştım. Tatillerde geldiğimde yine bir şeyler yapıyordum ama çok uzun süre basından uzak kaldım.
"ÇOCUKLARIN KESİNLİKLE İZLEMEMESİ GEREKEN BİR DİZİ, SÖZ"
Bu kadar iyi bir oyuncu olmanıza rağmen, o çocukluğunuzda size verilen değerin verilmediğini düşünüyorum. Hak ettiğiniz yerde misiniz sizce?
Gerçekten kendimi tam anlamıyla gösterebileceğim, çok istediğim bir rol daha gelmedi. Bugüne kadar yaptıklarımı çok severek yaptım, çok değerli insanlarla çok güzel işler yaptım ama kendimi bir oyuncu olarak ispat edebileceğim bir rol gelmedi daha. Tiyatroyla ilgili beni çok heyecanlandıran bir proje var ama o da önümüzdeki günlerde belli olacak.
Size teklif gelmemesinin sebebi ortalıkta olmadığınızdan dolayı olabilir mi?
Söylediğinizde doğruluk payı var. Bizim meslekte biraz ortalıkta olmanız, yüzünüzü göstermeniz gerekiyor. Bu biraz da kendi tercihimden dolayı böyle oldu. Asosyal değilim ancak yapı olarak biraz yabaniyim sanırım. Biraz izole yaşıyorum. Böyle olunca da unutuluyorsunuz. Galalara, törenlere, etkinliklere davet ediliyorum ancak çok azına gidiyorum. Aslında mesleğimden dolayı gitmem de gerekiyor çünkü bu iş biraz da çevre işi. Yoksa sevdiğim her projeye katılmayı çok isterim.
Oğlunuz ünlü bir oyuncu olduğunuzu biliyor mu?
Bu diziyle beraber tekrar çalışmaya başlayınca ona yaptığım mesleği anlatıyorum. Ama izlemesine izin vermiyorum çünkü oynadığımız diziler onun yaşıtlarına pek uygun değil! Ama bakıyorum çoğu çocuk bu tip dizileri izliyor; aileler bu konuda çok bilinçli davranmıyorlar maalesef.
Kurtlar Vadisi’ni minicik çocuklar bile izledi. Bir ara büyüdüklerinde Polat Alemdar olmak istediklerini söyleyen çocuklar vardı. Söz’de de çok silahlı çatışmalar, kötü adamlar, işkenceler falan oluyor.
Evet, çocukların kesinlikle izlememesi gereken bir dizi. Çünkü bunun sadece biz dizi olduğunu düşünerek izlemiyorlar, gerçek sanıyorlar. Hatırlasanıza Kurtlar Vadisi’nin bir karakteri hayatını kaybettiğinde gerçekten helvalar yakıldı bu ülkede.
"SAHTEKARLIK SENDROMU BENDE DE VAR"
Benimle konuşurken de özel hayatınızda da hep çok kontrollüymüşsünüz gibi geliyor bana. Hiç kendinizi kaybettiğiniz oluyor mu?
Çocukluktan başladığım için o otokontrol, o disiplin bende fazlasıyla var. Her zaman özellikle kontrollü davranmaya çalışırım çünkü o kadar çok şeyle karşılaşıyorsun ki güven duygun da azalıyor. Yine de çok güvendiğim ortamlarda kendimi kaybettiğim, çok eğlendiğim oluyor. (Gülüyor)
Oyunculuk sizi ruhen ve maddi olarak tatmin ediyor mu?
Ruhen elbette tatmin ediyor, etmese yapamazsınız zaten ama mesela en son İffet’te oynayalı 5-6 sene oldu, maddi olarak bir tatminden söz edemeyiz yani. (Gülüyor) Bu yüzden başka arayışlara da girdim; yoga eğitmenliğine başvurdum, eğitim alıyorum şimdi. Yoga ve dramayı birleştirip çocuklara yönelik atölyeler yapmayı düşünüyorum. Bu anlamda kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Ama oyunculuğa o kadar uzun ara vermek istemiyorum. Mesela sete ilk gittiğim gün tir tir titredim ve çok heyecanlandım. Sanki ilk defa oyunculuk yapacaktım. O kadar uzun zaman ara verince sanki bir şeylerden geri kalmışım gibi hissettim. Oyuncu kendini sürekli yenilemeli! Bu meslekte ben iyi bir oyuncuyum, oldum artık diyemezsin. Hala eksik hissediyorum bu anlamda kendimi.
Sahtekarlık Sendromu diyorlar buna. Oskarlı yıldız Kate Winslet’te de olan bir sendrom bu!
Bende de kesin o sendrom var. Yapabilir miyim acaba şüphesi her zaman var. Zaten çok acımasız eleştiririm kendimi. Öyle de olmalı çünkü üzerine bir şey koyamazsınız. Kendimi seyretmek eziyet benim için mesela. Kendimi eleştirmekten diziden keyif alamıyorum. (Gülüyor) Dünyada birçok şey değişiyor, oyunculuk teknikler de öyle. Yeni oyunculardan da gördüğüm çok şey oluyor. Deneyim yeterli değil!
Daha geniş kitlelere ulaşabilmesi itibariyle TV hala sektördeki en büyük güç olsa da Bluetv, Puhutv, Netflix gibi dijital platformlarda da bir atak var. Bu yapımları nasıl buluyorsunuz?
Çok başarılı buluyorum. Çok özgürler bir kere. Çok isterim onlardan birinde bir proje yapmak. Bu tip platformlar diğerlerinin de çok iyi olmasına yardımcı olan platformlar rekabet açısından. Çok kaliteli diziler yapılıyor; bütçelerini bilmiyorum ama sonuçta oynayan kişilere baktığınızda bütçeleri bayağı yüksek olmalı. (Gülüyor)
Gündemdeki kadın hareketleri ve cinsel taciz meseleleriyle ilgili görüşünüz nedir?
Bu sanatçı duyarlılığından çok insani bir durum aslında. Devlette ve eğitimde bitiyor her şey. Devletin bu konuyu çok ciddi bir şekilde ele alması lazım. Bunlar hala devam ediyorsa cezalar yetersiz demektir zaten. Otobüste şort giydiği için bir kadına tekme atan kişi ne kadar yattı ki içeride? Hele çocuklar söz konusu olduğunda gerekirse müebbete çevrilmeli! Daha konuşurken bu konulardan içim acıyor. Onların o çaresizliğini hissedebiliyorum ama nasıl ifade edebileceğimi bile bilmiyorum. Yalnız cezalar ağırlaştırılmalı derken asla idamdan bahsetmiyorum, idam insanlık suçudur ve ben idamı bir ceza olarak görmüyorum.
Bir dönemin çok önemli bir tanığısınız, anılarınızı yazmayı düşünüyor musunuz? Yetişkinlerin hem algısı hem de anlatımı, bir çocuğunkinden farklı. Yani aynı dönemi bir yetişkinden dinlemekle bir çocuktan dinlemek çok farklı olabilir.
Aslında bununla ilgili bir belgesel projem çok uzun zamandır var. Bir arkadaşımla bu projeyi geliştirdik. Çocuk yıldızların duygusal durumlarını da işin içine katarak, onların bakış açılarını çekmeyi düşünüyorum. Umarım gerçekleştirebilirim.