Koray Düzgören

Koray Düzgören

Muhalefeti de iktidardan bekleyen iktidarsızlar!

Gül, askeri vesayetin dışında seçilen ilk cumhurbaşkanı idi ama o, ilk yurt içi gezisini Kürt bölgelerindeki askeri karakollara yapmıştı. Kürtler'in yanına bile uğramadan...

Öyle anlaşılıyor ki, yeni girdiğimiz 2018 yılında en çok konuşacağımız, tartışacağımız konu, tahmin edeceğiniz gibi, OHAL, özgürlükler, emir kulu haline getirilen yargının durumu, cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamalar vb. olmayacak.

Geçtiğimiz yılın sonlarında başlayan tartışmalara baktığımızda eski AKP'li Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile şimdiki AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki polemikler gündemin baş köşesini işgal edecek gibi görünüyor.

Başta ana muhalefet partisi olmak üzere AKP ve Erdoğan iktidarına karşı olanlardan çoğu umutlarını, AKP içindeki memnuniyetsizlere bağladı. Erdoğan'ı devirmek işini de yine AKP'ye ihale etmiş, bekliyorlar.

Muhafazakarların ve İslamcıların bazı kesimlerinin kaçınılmaz olarak AKP içindeki uygulamalardan, olağan hale gelen vicdansızlıklardan, hırsızlık ve rüşvet olaylarından olumsuz etkilenecekleri ve bir yerde mutlaka parti içi muhalefetin doğacağına ilişkin değerlendirmeler bugünlerin en revaçta analizleri arasında.   

"Erdoğan'ın panzehiri çıksa çıksa AKP içinden çıkabilir" tezinin peşine takılanlar, Erdoğan'ın uygulamalarından rahatsız olduğu söylenen Abdullah Gül'den bir mesaj, bir açıklama, hatta bir jest bekliyorlar. En küçük bir mimik üzerine derinlemesine yorumlar başlıyor. Gül ile aynı kulvarda oldukları söylenen eski başbakan Ahmet Davutoğu, AKP'nin kurucu babalarından Bülent Arınç ve eski Dışişleri Bakanı ve Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın da nasıl tepki verecekleri üzerine adeta gizli bahisler oynanıyor.

Davutoğu'nu destekleyen AKP'lilerin gazetesi olarak bilinen Karar gazetesindeki eleştirilerin dozu giderek artıyor. Ülkede muhalif medya namına ne varsa yok edildiği ya da muhalif olarak bilinen yazarların neredeyse tamamı zindanlara atıldığından Karar gazetesindeki yazılar muhalifler tarafından abartılı bir coşkuyla karşılanıyor. Saray'ın bütün kalemşörleri ve trolleri de Karar yazarlarını hedef tahtasına koymuş veryansın ediyorlar.

Karar yazarları da AKP'li geçmişlerini sanki hiç yaşamamışlar, AKP iktidarını hiç desteklememişler, AKP'ye akıl vermemişler gibi şu an cereyan eden anormallikler ve rezillikler üzerine yazıyorlar. Aslında AKP iyi bir parti ama ah bu uygulamalar olmasa havasındalar. AKP'nin fabrika ayarlarına dönmesini istiyorlar.

Bunu yaparken de ana muhalefet partisinin yapamadığı muhalefet görevini yerine getirmeye çalışıyor gibiler. Muhtemelen Saray'dan icazetli bu muhalefet, CHP'nin yarattığı muhalefet boşluğunu dolduruyor. Öyle ya, her iktidara bir muhalefet lazım, bu muhalefet kontrol edilebiliyorsa değmeyin otokratın keyfine...

ANA MUHALEFET YERİNE DEVLETÇİLİK

CHP zaten 'ana muhalefet' yerine 'aAna devletçi parti' rolünü oynamayı sürdürüyor. Erdoğan'ın milliyetçi tribünlere yönelmek amacıyla Yunanistan'la ilişkileri germek pahasına 'Lozan Anlaşması'nı revize etme' çağrısı üzerine CHP yangına körükle gitmekte gecikmedi. Ege'deki adacıkların ve kayalıkların gerekirse savaşarak Yunanistan'ın elinden alınması çağrısı yaptı. Karar yazarları bu konuda da daha itidalli davranarak meseleyi görüşmelerle çözmekten söz ediyorlar.

Garip bir durumla karşı karşıya olduğumuz bir gerçek.

Ana muhalefet partisi 'milli' davalarda, ülkenin 'bekası' ile ilgili meselelerde devlet ne istiyorsa onu yapıyor. AKP'nin en büyük destekçisi kesiliyor. Dokunulmazlıkların kaldırılmasında, Kürt meselesinde ve Ege adacıkları konusunda daha da milliyetçi ve hatta ırkçı bir yaklaşım sergilemekten kaçınmıyor.

Öyle bir ana muhalefet partisi ki, gerektiğinde kendisinin sosyal demokrat olduğunu ileri sürüyor ama sağ kesimden bir liderin peşine takılıp AKP'yi iktidardan düşürmeyi hayal ediyor.

Bu konudaki örnekler saymakla bitmez. Kürtlerle güç birliği ya da seçim ittifakı yapmak yerine ülkücülerle, milliyetçilerle ittifaka girişip başkent Ankara'nın belediye başkanlığına bir eski MHP'liyi aday gösterdi.

Sonra yine bir MHP'liyi MHP ile birlikte  cumhurbaşkanlığına aday gösterdi.

Tabii bu iki deneme de hüsranla sonuçlandı.

Ama CHP'yi yönetenler yılmadı. MHP'nin AKP'ye yedek lastik olup parçalanmasından sonra kurulan İYİ Parti'ye sıcak mesajlar gönderildi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde gerekirse bu partiyle ittifak yapılabileceğine ilişkin değerlendirmeleri onlardan aldıkları ret yanıtına rağmen duymaya devam ediyoruz.  

Ayrıntıya girmek gereksiz. Bu ülkede yolunda gitmeyen birçok iş, çözüm bekleyen bir yığın hayati mesele var ve AKP iktidarı bunları çözmek becerisinden ve niyetinden çok uzakta başka hedeflerle sağladığı oy çoğunluğunu ne pahasına olursa olsun korumaya çalışarak tek adam iktidarını uzatabildiği kadar uzatmanın her türlü yolunu deniyor.

Böyle bir iktidara karşı çok esaslı bir muhalefetin yapılması gerekirken ve bu beklenirken ortada muhalefet namına kayda değer bir faaliyet yok. Ülkenin tek muhalif gücü olan Kürt siyasi hareketi, devlet operasyonlarıyla mücadele edemez hale getirildi. Eş başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları ve yerel yöneticileri ile binlerce parti çalışanı zindanlara atıldı. Buna rağmen kavgaya devam ediyor. Ülkenin tek siyasi gücü olarak ayakta kalmaya çalışıyor.    

CHP ise devletçi bir parti olarak bir çok ulusal ve uluslararası konuda AKP'nin destekçisi gibi davranıyor. Yaptıklarıyla AKP'nin siyasi ömrünü uzatıyor. Bu yaklaşıma karşı çıkmak isteyen partililer ise engelleniyor Parti liderleri toplumsal muhalefet saflarına katılıp, başta Kürtler olmak üzere demokratik güçlerle ittifak yapmak isteyen partililere engel oluyor.

CHP'nin hala bir iktidar programı yok.

Nasıl bir Türkiye düşündüğüne ilişkin bir hayali yok. En önemlisi de ülkenin temel sorunlarının çözümü için önerileri yok.

Ülkede ciddi bir muhalefet boşluğu var.

Söz gelimi, Erdoğan'ı iktidardan düşürebilmek amacıyla dinamik ilerici toplumsal güçlerle işbirliği yapmak yerine toplumun tutucu güçleriyle, devlet nezdinde itibarı olan kurumlarla yan yana durmak tercih ediliyor. Son olarak da iktidar partisi içindeki çatlaklardan ve parti içi muhaliflerden medet umuluyor.    

MESELE KHK DEĞİL CUMHURBAŞKANLIĞI

Bunlardan biri ve en önemlisi olan eski AKP'li cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, son çıkan, iç savaş kışkırtıcılığını kurumsallaştıran 696 Numaralı Kanun Hükmünde Kararname karşısında gösterdiği eleştirel tavır, Gül'ü tekrar siyaset gündeminde baş köşeye yerleştirdi.

Bu eleştiriye karşı Erdoğan'ın anında cevap vererek polemiğe başlaması ve Gül'ün de eleştirel tavrından geri adım atmaması Gül'ün cumhurbaşkanlığına aday olabileceğine ilişkin söylentilere hayatiyet kazandırdı.  

CHP'den, bu sefer de gerekirse Gül'ün de desteklenebileceğine ilişkin resmi olmayan açıklamalar yapıldı. İYİ Parti'den paralel yaklaşımlar ifade edildi.

Bu konuda Saray'ın kalemşörü A. Selvi meselenin sadece 696 sayılı KHK ile ilgili olmadığını çok daha derinlerde yattığını belirten bir yazı yayınladı.

Selvi, kanun hükmünde kararname (KHK) ile 15 Temmuz darbe girişiminde ve sonrasında 'terör' eylemlerine müdahale eden sivillere getirilen yargı dokunulmazlığındaki muğlaklığa dikkat çeken Gül ile Erdoğan arasında yaşanan gerginliğin ilk olarak Gezi olaylarında başladığını söyledi.

Selvi'nin "Erdoğan'ın Abdullah Gül hamlesi" başlığıyla yayımlanan yazısının konuyla ilgili bölümü şöyle:

"Erdoğan ile Gül arasındaki tartışma sadece bir KHK tartışması değil. Gezi olaylarından bu yana Erdoğan ile Gül arasında görüş ayrılığı yaşanıyor. Olaylar karşısındaki, 'duruş farkı' giderek açılıyor. Son olarak başkanlık sistemi konusunda ters düştüler. Erdoğan, başkanlık sistemi için mücadele ederken Gül, parlamenter sistemi savunanların yanında yer aldı.

Bardağı taşıran damla ise, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, 15 Temmuz darbe girişiminin bastırılmasında görev üstlenen sivillere getirilen yargı muafiyetindeki, "devamı" ibaresine yönelik tweet'i oldu... Bir süredir Abdullah Bey'i, Erdoğan'ın karşısına yüzde 49'un ortak adayı olarak çıkarma çabaları var. Cumhurbaşkanı'nın bundan habersiz olması düşünülebilir mi? Erdoğan, Abdullah Gül üzerine inşa edilen planı gördü, bozmak için hamle yaptı. KHK tartışması aysbergin görünen yüzü. Erdoğan-Gül tartışmasının özü 2019 Cumhurbaşkanlığı hesaplarına dayanıyor"

Saray'ın rahatsızlığının Gül'ün aday olmasının ötesinde muhalefetin ortak adayı olma ihtimalinden yattığı açıkça görülüyor. Erdoğan'ın tek ve en önemli korkusunun iktidardan düşmek ve muhalefetin işbirliği yapması olduğu çok açık.

O nedenle bu gayet meşru ihtimali kendisine, hatta Türkiye'ye yönelik bir komplo olarak görerek darbe girişimi sayacağını anlamak için kahin olmaya gerek yok.

GÜL'E 'HAZIR OL' MESAJI MI VERİLDİ?

Sözcü gazetesi yazarı Can Ataklı, Abdullah Gül'e ilişkin yeni bir iddiada bulundu.

Gül'e "hazır ol" mesajı verildiğini ileri süren Ataklı'nın yazısından bir bölüm şöyle:

"Çeşitli kişilerle, bazı kurumların yetkilileriyle, kimi AKP'lilerle görüştüğü anlatılıyor. En son olarak da Güneydoğu'daki bazı aşiretlerin reisleriyle toplantı yaptığı ileri sürüldü. Gül'ün bu faaliyetleri hayli zamandır biliniyor. Sarayın bu faaliyetleri izlediği de bilinmeyen gerçek değil."

Yazıda bütün bu iddialara rağmen Gül'ün "İlkeli gibi durur ama özünde hem çok cesur değildir hem de duruma göre çabuk şekillenebilir' olduğu da ifade ediliyor.

Yazıdan anlaşılan şu: Uluslararası bazı güçlerin "Türkiye'nin bir kaosa girmesi halinde duruma müdahale edilmesi konusunda şu anda aklına gelen tek ismin Abdullah Gül olduğu anlaşılıyor. Ama kimsenin Gül'ün parmağını taşın altına koyacağına ilişkin bir inancı da yok.

Ülkenin demokratik (!) güçlerinin, ana muhalefetinin çaresizliğine, yeteneksizliğine daha da önemlisi devletçi biatçılığına bakar mısınız?

Cumhurbaşkanlığı sürecince, 7 yıl Erdoğan'ın noterliğini yapmış, gönderdiği her kanunu onamış ve onlara herhangi bir ciddi eleştiri dahi getirmemiş, devletine bağlı bir başka AKP'liden medet umuluyor.

Çok iyi anımsıyorum. Gül'un cumhurbaşkanlığına seçildikten sonra yaptığı ilk yurt içi seyahat Doğu ve Güneydoğu'daki askeri karakollara olmuştu.

Bir yazı yazarak Gül'ün bu ziyaretinin militarist bir yaklaşım olduğunu söyledim. Herkesin, hatta liberallerin, bazı solcuların ve CHP'lilerin bir kısmının övgüleri ve desteklerinin sürdüğü o günlerde, benim bu ilk seyahati eleştiren bir yazı yazmam pek hoş karşılanmamıştı.

Güya Gül, seçiminde askeri vesayetin etkin olmadığı ilk cumhurbaşkanıydı. Ama o, ilk seyahatini Kürtleri kontrol eden güvenlik güçlerine, onların karakollarına yapmıştı. Kürtlere değil.

Şimdi böyle bir cumhurbaşkanından, 'bizi Erdoğan'dan kurtaracak kahraman' havasında medet umuluyor.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi