Ragıp Duran
Namık Kemal, Marksist olabilir miydi?
Tarihte çok az kişi bugün Karl Marx’ın mazhar olduğu sevgi, saygı ve ilgiye muhatap olmuştur herhalde. 19. yüzyılın büyük felsefe, iktisat, siyaset ve toplum bilimi dehası, doğumunun 200. yılında, 5 Mayıs günü, bugün Almanya sınırları içinde kalan Trier’de büyük bir festivalle bir kez daha gündemde. Trier aslında bölgenin en eski kentlerinden biri. 1797’den 1814’e kadar Fransız toprağı (Trèves), Marx’ın doğumundan 4 yıl önce...
Komünist Manifesto’nun yayınlanmasının 150. yılında, Kapital’ın her yeni baskısında, Karl Marx bir kez daha gündeme geliyor. Son olarak da "Genç Karl Marx" filmiyle popüler medyada adından sözettirmişti. Üniversitelerde yepyeni alanlarda Marksist seminer ve yayınlar izliyoruz. İktisatçılar habire Marx’ın adını anıyor. Sol siyasette Marx’ın adı hep var. Kısacası aslında her olay, Marx’ı hatırlamak, onu anlamak, yenilemek ya da tartışmak için iyi bir fırsat.
Aleyhinde olanlar da çabalarını sürdürüyor kuşkusuz. Ama daha çok Marx’ı susturmak, etkisiz kılmak hatta mümkünse yasaklamak onların esas faaliyeti.
Fransız Le Monde gazetesinin "Bir Hayat/Bir Eser" özel dizisinde 2018 baskısı olarak yeni çıkan "Karl Marx - Uzlaşmaz" (L’İrréductible, belki de ‘İflah Olmaz’ ya da ‘İndirgenemez’ de denebilir) başlıklı 122 sayfalık derleme yoğun ve çok zengin bir çalışma. Portre, Kronoloji, Seçilmiş Metinler, Söyleşi, Tartışmalar, Saygılar, Sözlükçe, Kaynakça bölümlerinden oluşan derlemede, sağcı R. Aron’dan yapısalcı L. Althusser’e, M. Foucault’dan S. Zizek’e, J. Jaurès’den C. Castoriadis’e kadar farklı ideolojilerdeki farklı alanların uzmanlarının Marx hakkındaki değerlendirmeleri var. İşin ilginç yanı yine bu derlemeden öğreniyoruz ki, Marx mesela halen ABD ve İngiltere’de çok moda, çok popüler. Hem akademi dünyasında hem de siyaset dünyasında Marx’ın yolunu zenginleştirmeye çalışan yüzlerce yayın, yüzlerce kurum, dernek, araştırma merkezi var.
K. Kautsky 1908’de yayınlanan "Marksizmin Üç Kaynağı" başlıklı eserinde Karl Marx’ın yarattığı ideolojiyi/düşünceyi tanımlarken şöyle bir saptama yapıyor: "İngiliz, Fransız ve Alman düşüncesindeki bütün büyük ve verimli fikirlerin füzyonu." Lenin de daha sonra bu saptamayı geliştirirken Marx’ın, İngiliz iktisadından, Alman Felsefesinden ve nihayet Fransız radikal siyasetinden etkilendiğini yazdı. Marx, gerçekten de Fransa’da yeni oluşmakta olan devrimci işçi sınıfını keşfetmekle kalmamış, Fransız devletinin ve muhalefetinin uygulamalarını yerinde izleyip tahlil ederken "Fransız devrimci çoşkusu"ndan da etkilendi. Bu açıdan bakıldığında, Marx belki de erken bir Avrupalı, Avrupacı. AB’nin Sermaye Avrupa’sına karşı, Marx’ınki kuşkusuz Emeğin Avrupa’sı.
100-150 yıl geriye gidip Marx’ın eserine baktığımızda, daha yeni yeni bugünlerde, 21. yüzyılda devletlerin, kamunun ve medyanın gündemine girmeye başlayan kalkınma, ekoloji, kolonyalizm, grevler ve kapitalizmin krizleri konularını çok öncelerden saptamış ve üstelik doğru tahlil etmiş olduğunu görüyoruz.
Marx, sürgün hayatı boyunca, Engels’in ve ailesinin yardımlarına rağmen zor bir hayat sürmüş. Eserlerinin hepsini Almanca kaleme almışsa da, okuyup anlayabilecek ve derdini anlatabilecek kadar Fransızca ve İngilizce biliyordu, daha sonra da Rusça öğrendi. Belki de bu nedenle koskoca Birleşik Krallığının BM’deki Daimi Temsilcisi Büyükelçi Karen Pierce hanımefendi, Marx’ı Rus hatta Sovyet vatandaşı sanıyordu. Bizim Hariciye’den biri de herhalde hemen düzeltmiştir: Oh Lady, Marx Rus değildir, Yahudidir, dolayısıyla İsrail vatandaşıdır!
Doğu toplumları, yani biz dahil bütün Ortadoğu, Marx’ı geç keşfetmişiz. Gazeteci sıfatıyla Osmanlı İmparatorluğu hakkında makaleleri olsa da… Dahası üstad Paris’te iken mesela, Namık Kemal de aynı kenttedir. Ama Karl ile Namık tamamen ayrı dünyaların insanıdır. Dertleri, uğraşları, zihniyetleri iki ayrı kutuptadır. Bizimki sanayi, işçi sınıfı, sermaye gibi kavramların yanından bile geçmezken hangi Prensten ne kadar tırtıklarım derdindedir. Formel eğitim almadığı yazılı biyografisinde, özel eğitim almış, ne demekse... Arapça ve Farsça biliyormuş. Hatta 1863’te Babıali’de Tercüme Odasında çalışmış. Ama Fransızca, İngilizce, Almanca bildiğine dair bir bilgi yok. Gerçi "Vatan Yahut Silistre" 5 yabancı dile çevrilmiş. Avrupalılar Namık’ı okumuş, ama Namık Avrupalıları okumamış. Hıfzı Topuz’un kitabında (Vatanı Sattık Bir Pula - Namık Kemal’in Romanı - Remzi) Fransa’ya giden Osmanlı sürgünleri arasında Paris Komünü’ne katılanların olduğu yazılı. Ama Namık pek Communard değil. İnsan Paris’e gitmişken, diyelim Karl’ı bilmiyorsun, duymamışsın, Rimbaud’yu bir arar sorar değil mi? Sen de şair, yazar değil misin? İnsan merak etmez mi bu parlak genci?
Türkler galiba çok kuvvetli bir kimliğe, çok güçlü ve köklü bir milli ve yerli yaşam tarzına sahipler ki, yurtdışına gittiklerinde, hatta orada 20-30 yıl yaşasalar dahi, Türk Türk’e yaşamaktan, kebapçıdan, mangaldan, denize girerken traktör şambrelinden ve eğlenmek için de deniz suyunu ağzına doldurup sonra fıskiye gibi dışarı fışkırtmaktan vazgeçemiyor.
Klostrofobi derecesinde içine kapanık. Kendi dışına, kendisinden olmayana son derece ilgisiz. Meraksız. Hatta bazen de düşman!
Namık Bey’e haksızlık etmeyelim şimdi. Marx, Marx olana kadar Hegel’den geçti, 1789 Fransız Devrimini öğrendi, sonra İngiliz iktisatçılarını okudu. Özellikle İngiltere’de kapitalizmin, sanayinin ilk filizlenme aşamalarını yerinden gördü. Fransa’da işçi sınıfı mücadelesine katıldı. Namık Bey’in, bu durakların hiç birinden geçmeden Marksist olacak hali yoktu herhalde. Marksizm evrenseldi, Osmanlıcılık ise kurması da yıkması da yerli ve yöreseldi.
İşte belki de bu nedenle Namık Kemal, bugün sadece Türkiye’de bilinir, tanınır ve devlet tarafından anılır. Yani milli ve yerlidir. Topuz’un kitabında var, hayatının sonlarına doğru nasıl da yandaş olduğu, Abdülhamid’i övdüğü de maalesef acı bir gerçek.
Kıyaslanacak şahsiyetler değil ama Marx, bugün hala bütün dünyanın işçileri, devrimcileri, akademisyenleri, felsefecileri, toplumbilimcileri, ekonomistleri... velhasıl çok geniş bir kesim tarafından önemli bir ilgi ve bilgi odağı.