Hüseyin Çakır
Yüzde 50 artı bir: Kurtuluş mu kâbus mu?
AKP yönetimi ve Tayyip Erdoğan'ı -Türk Tipi Başkanlık Sistemini 2019’da nur topu bir doğum olarak beklerken-, % 50 artı bir kâbusu sarmış durumda.
Sonuçta %49.99’a karşı %50 artı bir ile iktidar olmak gerekiyor.
Hiçbir siyasi lider "güle oynaya, ağlaya ağlata da olsa" seçim kazanma metodunu bulmuşken, işi zora sokup Başkanlık Sistemi gibi iktidarını riske atacak bir yolu seçmez ve yüzde elli artı bir ile iktidar olma çıtasını koymaz.
Erdoğan, AKP’lilerle her buluşmasında "işimiz zor, artık %34-45 le iktidar olamayacağız %50 artı bir gerekiyor, bunu idrak edin" diyor.
Bu hali görünce insanın aklına şu soru geliyor: "Kim veya kimler Erdoğan’ı %50 artı bir yönetim sistemine ikna etti veya bu "tuzağı" kurdu?"
Referandumdan sonra Erdoğan ve AKP yönetiminin gündemine göz atıldığında "Cumhurbaşkanlığı Sistemi" nimetleri ve güzellemelerinden söz eden hiç kimse yok.
Referandum kampanyasında " istikrar ve bütün kötülüklerden kurtuluş için" Başkanlık Sistemi gerekli diyorlardı.
İlk seçimde Cumhurbaşkanı başka, parlamento başka partilerden olabileceği ihtimali ve korkusu iktidar çevresini sarmış durumda.
Sonuçta iktidar kaybedilirse 17 yılın hesabını vermek var.
Daha şimdiden iktidar kaybedilirse kimlerin sorumlu tutulacağının çetelesi hazırlanıyor.
Bugünkü duruma göre yerel seçimlerde Ana Kentlerin büyük çoğunluğunun kaybedilme tehlikesi artıyor.
Ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde %50’yi yakalamak hayal olmaya başladı.
Bu nedenle % 50’yi konsolide etmek için milliyetçi, popülist, dini ve ulusalcı dil ve söylemle birlikte militarist, şovenist politikalar öne çıkartılıyor. Bu AKP’nin kuruluş felsefesi varoluşunu bir kenara iterek eklektik, oportünist politikalara kaymasına yol açıyor. MHP ve milliyetçi-muhafazakâr seçmeni kazanayım derken 15 yıl AKP’ye oy verenler elden gidiyor. Abdullah Gül’ün uyarısın bu bağlamda okunabilir.
Erdoğan geriye gidişten bu kadroları sorumlu tutuyor. İç hesaplaşma yapacağını ilan ediyor.
Sonuç olarak bir parti kendi içine döner ve akçeli işler dâhil sorgulanmaya başlarsa tarihte örnekleri yaşandığı gibi, çöküş ve çözülme başlar demektir.
TÜRKİYE 2000’LER TÜRKİYE’Sİ DEĞİL
Ancak Erdoğan ve AKP yönetimi kendi kaderlerini ülkenin kaderi ve davanın bekası olarak lanse ederek ve kadroları yenileyerek geriye gidişin durdurulacağı kanısındalar.
"Dava, yol, köprü, tünel… Yaptık" hikâyesi artık Dede Korkut masalı oldu.
Çünkü köprülerin altından çok sular aktı. Türkiye 2002’nin Türkiye’si değil artık. Kentlerin sosyolojisi değişti. Yeni orta sınıf kentlilerin değerler dünyası, hayattan beklentisi farklılaştı. İktidarın ve devletin propaganda araçları ve ideolojik hegemonya kurma çabasına karşın yeni kuşak küresel dünya insanı gibi düşünüyor. Kırk, elli yıl öncesi eleştirileri yeni kuşağı etkilemiyor.
Son seçim ve önceki seçimlerde gençlerin çoğunluğu AKP’yi tercih etmiyor.
16 Nisan referandumunda toplam seçmen sayısı 58,3, kullanılan oy 49,9 milyon. Evet 24,7 Hayır 23,6 milyondu.
Muhtemelen 2019 da 60 milyon seçmen olacak ve 29-30 milyon artı bir oy alınacağı varsayılırsa bu iş kimse için çok kolay değil.
YÜZDE 50’Yİ BULMANIN İKİ YOLU
Yüzde 50 artı biri kazanmak için iyimser ve karamsar iki yol görünüyor.
İyimser olan: OHAL kaldırılır, abuk sabuk nedenlerle KHK kıyımına uğrayanların önce hakları iade edilir ve bağımız bir kurum araştırma yapar ve karar verir. HDP’li vekiller hapisten çıkar, Kürt illerinde görevden alınan Belediye Başkanları göreve iade edilir, soruşturmalar görev başında devam eder veya soruşturmalar en kısa sürede sonlandırılır.
AB, Batı ve dünya ile ilişkiler gözden geçirilir. Türkiye’nin temel iç ve dış meseleleri TBMM’deki bütün partilerle görüşülerek ve konuyla ilgili bütün STK’lardan görüş alınarak ulusal mutabakat/uzlaşma ile çözüm arayışı yöntemi benimsenir.
Komşularla savaşçı politika terk edilip barışçı diplomasi esas alınır…
Bu iyimser ve normalleşmeye dönük önerileri çoğaltmak mümkün.
Bu mümkün mü? Keşke olsa.
Var olan durum ve gidişe bakınca %50 artı bir için yüzde 49.99’u kesip biçip azaltmak, dağıtmak, yıldırmak uygun görünüyor.
İkinci yol, korku kâbus yolu: Bunun için önce siyasi ve sivil muhalefeti susturmak gerekiyordu. Aşama aşama bu yapıldı ve devam ediyor.
İlk hamle "seni başkan yaptırmayacağız" diyen Selahattin Demirtaş’ı susturmaktı.
Neden Demirtaş: Çünkü siyasal duruşu, kişiliği, söylemiyle Türkiye’nin her kesiminin sempati duyduğu herkesin kedinden bir şey bulduğu ve geleceğe dair hikâyesi olan birisiydi.
Toplumu etkileyen aydınlar, entelektüeller, muhalif basının susturulması.
Bugünkünden daha kötü olur diyebilirsiniz.
"Beterin beteri var"
Kılıçdaroğlu’nu tutuklama kampanyası, akıl tutulması değilse olabilecek daha tehlikeli maceraların habercisi.
Yüzde 50 artı birin önündeki en büyük engel referandumda ortaya çıkan Hayır’ın CHP etrafında toplanma ihtimalinin Adalet Yürüyüşü ile yükselmesi karşındaki panik halidir. Bunu önlemek için CHP’yi de kriminalize ederek hedef tahtasına oturtmak Kılıçdaroğlu’nu kahraman yapar ama Erdoğan’a %50 artı bir getirmez, üstelik derin siyasal krize yol açar.
Böyle bir siyasi krizi fırsata çevirme düşüncesi olabilir mi?
Vallahi neden olmasın: " Ülke tehlikede, iç düşmanlar dış düşmanlarla birleşti, anayasa ve yasalar bir süreliğine askıya alındı" denilebilir.
Kâbus senaryosu bu olur. Bu aynı zamanda AKP’nin de sonunu getirir.
AKP DEVLET OLDU SEÇMEN DE ARAYA MESAFE KOYDU
AKP’yi 15 yıl boyunca iktidar yapan toplumsal destek, ceberut devlete karşı sivil varoluştu diyebiliriz, AKP’nin hikâyesi bu kurgu üstünden yapılmıştı.
Günlük dilde bu mağduriyetti sonra mağduriyet edebiyatına dönüştü.
Erdoğan sivil dili 2007’de terk edip, devlet dilinde konuşmaya başladı ve yeni bir resmi ve devlet dili kurdu. Çok tekrarlandı ama "Tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan" Cumhuriyetin kuruluş ideolojisiydi, bu kavramların içi başka şeylerle doldurularak "yeni Türkiye" diye sunuldu.
AKP seçmeni bu resmi ideoloji dilini satın almayacağını Haziran seçimlerinde gösterdi.
AKP seçmeni devletleşen AKP ile arasına mesafe koydu, kuşku duymaya başladı.
Erdoğan’ın ve AKP yönetiminin iktidarı kaybetme kâbusu da burada başladı. Çünkü geleneksel muhafazakâr kesim AKP’nin devlet dili ile konuşmasından rahatsız oldu. Üstelik AKP’nin devlet ideolojisi yaratma girişimi veya devlet ideolojisine entegre olması muhafazakâr seçmenleri ürküttü.
Kendini dünya insanı gibi gören ve kendine göre özgürlük alanlarına sahip olan genç seçmenler üstenci, otoriter devlet dilinden ve yönetim yönteminden rahatsız oldular ki AKP’ye oy vermediler her halde.
Yüze 50 artı bir ile daha Başkanlık Sistemi gelmeden! Krizi geldi.
"Bizi bu kuyuya kim itti" diye düşünen AKP’liler var ki, cadı kazanları fokurdamaya başladı.