Savaş Kılıç

Savaş Kılıç

Nüansların Değerini Bilmek 2: İmrenmek

Amramak (> imremek) Türkçede “huzurlu olmak”, Moğolcada ise ayrıca “memnun olmak” demektir. Amranmak’ın ise “dost olmak, sevmek” anlamında olduğu, ama zaman zaman “arzu duymak, cinsel istek duymak, arzulamak” anlamında kullanıldığı kaydediliyor.

Gerard Clauson’a göre imrenmek fiilinin Eski Türkçedeki biçimi amranmak’tır, onun da kökeni bugün sadece iki kişi adında (Emre, Emrah) yaşayan amramak fiilidir, “sakin, huzurlu” anlamına gelen amul/amur kökünden geldiğini söylüyor Clauson. Bu durumda amramak (> imremek) Türkçede “huzurlu olmak”, Moğolcada ise ayrıca “memnun olmak” demektir. Amranmak’ın ise “dost olmak, sevmek” anlamında olduğu, ama zaman zaman “arzu duymak, cinsel istek duymak, arzulamak” anlamında kullanıldığı, bu anlamın Budist Uygur metinlerinde olumsuz bir değer taşıdığı kaydediliyor. Kazakçada annenin yavrusunu “sevmesi” anlamı, Türkmencede “duygudaş olmak, beğenmek, hoşlanmak” anlamları varmış.

CİNSELLİK ALANI

İmremek fiilinin cinsel anlamına Dede Korkut Kitabı’nın Günbed yazmasında çok açık biçimde rastlıyoruz: “Ağayıllar meleşürse köñül imrer, dölin töker, körpe kuzu yetürür kâmil eyler”: Koyunlar meleşirse [koçlar] içlerinde istek [çiftleşme isteği] duyar, döllerini döker, körpe kuzuları yetiştirip büyütürler (S. Özçelik yayını, TDK, s. 117-18).

Oğuzcada imremek fiiilinin yanı sıra imrenmek’in cinsel istek anlamını koruduğuna bir başka tanık yine Dede Korkut’ta, ama bu defa Dresden yazmasında bulunuyor. Salur Kazan’ın düşmanı aşağıladığı bir soylamada “Kelisasını yıkup yerine mescid yaptum, bañ bañlatdum (ezan okuttum), kızını gelinini ağ göğsümde oynatdum (kucağımda hoplattım)” dedikten sonra söz bir noktada yeniden düşmanın kadınlarına gelir ve Semih Tezcan’ın okumasına göre “şakkına imrendügüm senüñ kızuñ gelinüñ” (senin kızının gelininin dişilik organını arzuluyorum) der.

İmrenmek fiilinin “arzulamak” anlamına bir örnek olaraksa Edirneli Nazmi’de (16. yy) geçen şu beyte bakabiliriz:

Ârzû-yı la’l-i mey-gûnuñla cânâ imrenüp

Agız urdum dişledüm kanı çıkınca sâgarı

(Canım, senin şarap renkli dudağını arzulayıp kadehi ağzıma aldım, kanatıncaya kadar ısırdım onu.)

Şairin içtiği şarabı, sevgilisinin dudağını şehvetle ısırınca çıkan kana benzetmesinden –zevksiz bir benzetme ama n’eylersiniz, eskiler böyleydi– de anlaşılacağı üzere kelimenin cinsel değeri Osmanlıcada yaşamaya devam etmiş bir süre daha.

CİNSELLİK ALANININ DIŞI

14. yüzyıldan Tietze’nin aktardığı bir tanıkta “yemek için arzu duymak” anlamında kullanıldığını görüyoruz:

Bana sor ki hônında bulup aşı

Nice imrenür oruc olan kişi

(Sofrada yemeği gören oruçlunun nasıl canının çektiğini bana sor.)

Yine 14. yy’dan Ahmedi’nin İskendername’sinde –mecazi anlamda olsa da– yiyeceğe yönelik bir istek söz konusu olunca imrenmek fiilinin kullanıldığını görüyoruz:

Mihrine aldanmagıl k’ol kahrdur

Şehdine imrenmegil k’ol zehrdür

(Sevgisine aldanma, kahırdır o; balına imrenme/heves etme/özenme, zehirdir o.)

19. yüzyılın sonunda Kamus-ı Türkî hâlâ kelimenin bu anlamına (gördüğü bir şeyi yeme isteği duymak, canı çekmek) yer verir: “Güzel ve leziz bir şeyi görüp iştihaya gelmek, ziyade arzu ve rağbet etmek: Manav dükkânının önünden geçerken meyvelere imrendim.” Kelime bu anlamıyla 20. yy başında Hüseyin Rahmi’de bol bol kullanılıyor. Örneğin: “– Seyfettin o kadar iştihalı (iştahlı) yiyip içiyorsun ki karşında bulunup da imrenmemek kabil değil. Şoför büyük bir sevinçle: – Kullandığınız imrenmek tabirinden iştihanızın geldiği (iştahınızın açıldığı) anlaşılıyor… Bu abıhayatın kokusu bile iştiha açar.” (Namuslu Kokotlar, s. 145)

Bu isteğin tıpkı haset etmek’te olduğu gibi “başkasında olan ya da kişinin henüz elinde olmayan bir şeye duyulan istek” olduğu belli. Bu anlamla bağlantılı olarak “haset etmek” anlamının gelişmiş olmasını anlamak zor değil. 16. yy’da yine Edirneli Nazmi’den bir örnek:

Kemerüñ senüñ imrenmese ey mâh felek

Kamerüñ tâcını bozup niçün ideydi kemer

(A ay yüzlüm, felek senin kemerini kıskanmasa/kemerine özenmese gökteki ayın tacını bozup kendisine kemer yapar mıydı?)

17. yy’da Tuhfe-i Fedai adlı bir manzum sözlükte imrenmek’in yine “haset etmek” anlamında kullanıldığını görüyoruz ki sözlükçünün/dilcinin kelimeyi Arapçaya “tamah etme” diye çevirmiş olması da dikkate değer:

Eliñ mâlına imrenme (limalinnâs lâ taṭmeu‘)

Sözin ‘âḳıllarıñ işit (kelâmü’l ‘âḳılîn ismeu‘)

Bu beyti şöyle çevirebiliriz biz: Akıllıların/bilgelerin sözünü dinle, başkasının malına haset etme.

OLUMLU ANLAMIYLA İMRENMEK

Buraya kadar verdiğim örneklerde imrenmek kelimesinin nispeten olumsuz değer taşıdığını gördük. Peki olumlu değer ne zaman ve nasıl gelişmiş olabilir? Haset ile gıpta arasında daha 15. yy’da ayrım yapıldığına dair bir tanığa rastlayabiliyoruz. Mirac-ı Nebi’de deniyor ki:

Gıbtadur buña hased dime iy cân

Enbiyâlardan hased gelmez revân

(Canım, buna haset deme gıptadır, peygamberlerden haset sâdır olmaz.)

Dede Korkut’un Günbed yazmasında geçen gönül imremek deyiminin biçimce biraz değişik anlamca büsbütün farklı bir versiyonuna 15. yy’da Aşık Paşa’nın Garibname’sinde gönlü imrenmek şeklinde rastlıyoruz ki bugün “içi ısınmak” diye karşılarız herhalde:

Çün Nebî gördi buları añladı / Hem bularuñ tâ‘atını tañladı

Yine sordı Cibril’e bunlar nedür / Cibril eytdi kul-durur kullık ider

Tâ-kıyâmet şol rükû‘dadur bular / Durısarlar şöyledür kim durdılar

Bunlaruñ fazlın yine sordı Resûl / Eytdi bu erkân u bu zabt u usûl

hak katında kadri nedür eyt baña / Kim bularuñ hâline kaldum taña

Fazl u müzdin hem bularuñ bî-kıyâs / Eytdi kim kıldı Nebî şükr ü sipâs

Göñli imrendi habîbüñ bunlara / Eytdi hele uşbu iş kança vara

Geçdi bu kez vardı üçinçi göge / Vardugınça irişür yigden yige

Gördi ol gökde dahı biñ biñ hezâr / Secdeye düşmiş yatur saf saf bular

“Sevmek” anlambiriminin o dönemde yaşadığının bir tanığıdır bu ve kelimenin olumlu anlamının gelişmesinde bu tür söz öbeklerinin –özellikle dinî yazında– kullanılmış olmasının rolü olsa gerek. Dede Korkut’taki “Kalın Oğuz imrençesi” (Koca Oğuz elinin/boyunun sevgilisi, özendiği kişi) öbeği de bu “sevmek” anlambiriminin “hoşlanmak, beğenmek” boyutlarına tanıklık ediyor.

Bu iki örnek (Garibname ve Mirac-ı Nebi) bana şunu düşündürüyor: Arapçada ve dinî kültürde “masum” kıskanma ile “günahkâr” kıskanma arasında öteden beri ayrım yapılabiliyordu. Bu ayrım da Türkçeye taşınırken gıpta kelimesi imrenmek ile karşılanmış. Bu varsayımıma 17. yy’dan Tuhfe-i Şahidi Şerhi’nde bir tanık da buluyoruz:

reşk : güni dirler ki üç nev’dür biri hased, biri gıbta dinür buna Türkîde imrenmek dirler, ve biri de gayret dinür buna Türkide kıskanç dirler

(Farsça reşk’in Türkçesi güni’dir; bunun da üç türü vardır: 1) haset, 2) gıpta ki Türkçesi imrenmek’tir ve 3) gayret, bunun da Türkçesi kıskanç’tır [kendine saklama].)

GÜNÜMÜZDE İMRENMEK

Şemseddin Sami imrenmek maddesinde kelimenin bu anlamını vermese de gıpta maddesinde eşleşmeyi doğrular: “Diğerinin hüsn-i halini arzu etme, imrenme.” Ardından da haset ile gıpta arasındaki farkı açıklar: “Hasedci başkasındaki nimet ve hüsn-i hâlin zevalini [ister], gıbta eden ise onun zevalini istemeksizin yalnız kendisinde dahi olmasını arzu eder. Hased memnu ve mezmum (yasak ve yerilmiş bir davranış), gıbta ise caizdir.”

Nitekim günümüzde “iyi duygularla, yani haset etmeden, bir başka deyişle başkasının yoksun kalmasını içinden geçirmeden aynı durumda olma ya da aynı şeye sahip olma” anlamında kullanıyoruz imrenmek ve gıpta etmek fiillerini. Peyami Safa’nın şu ünlü ve güzel cümlesini anabiliriz örnek olarak: “Ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm.” Dil Derneği sözlüğünde Sabahattin Eyüboğlu’ndan şu tanığa yer vermiş: “Din bakımından Batı’nın durumuna hiç de imrendiğim yok.”

İmrenmek kelimesinin eskiden çokanlamlı olmasına karşılık gıpta etmek Türkçede hep tekanlamlı kalmış görünüyor. Arapça kökenli olduğu için bugün nispeten eskimiş tınlıyor, gençlerce daha az biliniyor olabilir. Nitekim sıklık değerlerine bakacak olursak gıpta ve türevleri (gıpta etmek/eylemek) 1945-50 arasında bir milyonda 13 sıklığındayken, 1995-2000 arasında 6 sıklığında görülüyor. İmrenmek ise 1945-50 arasında 9 iken, 1995-2000 arasında 8 sıklığında görülüyor.

FRANSIZCADA ENVİER VE ENVİE

Son olarak imrenmek fiili bünyesinde gördüğümüz istemek ile kıskanmak (haset etmek ve imrenmek) arasındaki gerilimin bir benzerinin Fransızcada envier fiili ve envie ismi bünyesinde de olduğuna değinmek istiyorum. Envier fiili öncelikle “arzu etmek, istemek, istek duymak” anlamına geliyor, örneğin: “il envia des épaulettes, des croix, des titres” (apoletleri, nişanları, payeleri olsun istedi). Bu anlamına bağlı olarak “arzulamak” anlamında da kullanılıyor: “Il enviait une femme dont la possession était impossible” (Elde etmesi imkânsız bir kadını arzuluyordu). Bu anlamda avoir envie de quelqu’un de deniyor.

İkinci olarak imrenmek fiilimizin karşılığı olarak kullanılıyor, yani “başkasıyla aynı durumda olmak istemek”: “Tenez, je vous envie, je voudrais être à votre place” (Bakın, size imreniyorum, yerinizde olmak isterdim). Ama hasedi ifade etmek için de yine envier deniyor: “Je les connais. Ils envient des succès et me jalousent à cause des regards d'Inès” (Tanırım onları. Başarımı çekemiyorlar ve Inès’in bakışları yüzünden kıskanıyorlar beni).

Bu çokanlamlılık Fransızca açısından bir sorun, Türkçeninse bu kavram alanında Fransızcadan zengin olduğu ortada: Başımız sıkıştığında daha sarih bir ifade ya da canımız sıkılmasın diye daha muğlak ama yaralayıcı olmayan bir ifade kullanmamızı sağlayacak seçeneklerimiz var. Bu zenginlik genel olarak bir avantaj olsa da çeviri yaparken dikkatli olmayı, duruma yani bağlama göre doğru karşılığı seçmeyi gerektirmesiyle de olası bir sorun kaynağı. Ama çevirmen olarak olsa olsa “En büyük derdimiz bu olsun” diyebilirim ben.


Savaş Kılıç: 1975'te doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı ve dilbilim eğitimi gördü. İngilizce ve Fransızcadan çevirileri, çeşitli dergi ve kitaplarda yayımlanmış yazıları var. Metis Yayınları'nda editör olarak çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Savaş Kılıç Arşivi