Mehveş Evin
OHAL’de ‘herhal’de aşk
Başlığı bir duvar yazılamasından alıntıladım. 25 Haziran’da, ‘izin verilmeyen’ Onur Yürüyüşü’nden İstanbul sokaklarına yazılmış ve bir cümleyle mesele özetlenmiş: Siz istediğiniz kadar yasaklayın, istediğiniz kadar baskılayın, aşkı kontrol edemezsiniz...
Başta Taksim olmak üzere, yıllardır serbestçe ve eğlenerek kutlanan Onur Yürüyüşü, geçen yıl Ramazan’a denk gelmesi gerekçesiyle ilk kez ‘yasak’landı. Oysa daha önce de Ramazan’a denk gelmiş ama sorun yaşanmamıştı.
Bu yıl yürüyüş bayrama denk geldi, ama yine de yasaklandı. Neden? Meselenin ‘dini hassasiyetler’den kaynaklanmadığını, Ramazan’ın bahane olarak kullanıldığını geçen yıl da yazmıştım. Ancak giderek otoriterleşen iktidarın, Gezi’nin en güçlü birleşenlerinden Onur Yürüyüşü’ne tahammül edemeyeceği ortadaydı.
Ne var ki Batı’yla henüz ipler koparılmamıştı. İstanbul’da birkaç saatliğine de olsa ‘lezbiyenim, geyim, biseksüelim’ diye özgürce bağırabilen bu rengarenk kalabalık, dünyaya ‘Bakın biz ne kadar da hoşgörülü bir Müslüman ülkeyiz’ demek açısından ideal bir PR imkanıydı:
‘Bizi otoriterlikle suçluyorsunuz ama eşcinsel vatandaşın BİLE yaşam tarzına karışmıyoruz... Tabii işimize karışır, istediğimizi vermezseniz tıpkı basın, ifade, dini özgürlüklerde olduğu gibi gökkuşağı bayraklarıyla ortamın ‘kirletilmesi’ni bir emirle engelleriz.’
Toplumun hassasiyetleri hikaye, şimdiye kadar birkaç bindirilmiş dinci grup haricinde Onur Yürüyüşü’ne toplumdan gelen bir saldırı yoktu.
HOŞGÖRÜSÜZ TOPLUM YARATMAK İÇİN ÖZEL ÇABA
Müslümanlığın, dinin, vicdanın, ahlakın siyasi pozisyona göre kullanılması bu kadar sıradanlaşmışken Onur Yürüyüşü’ne daha fazla ‘hoşgörü’ göstermenin manası yoktu. Eh, AB ile müzakereler ‘askıya’ alınmak üzere...
‘Modern, hoşgörülü Müslüman ülke’ rolünden çoktan vazgeçildi. Aksine, alabildiğine hoşgörüsüz, sevgisiz, önyargılı bir toplum oluşturmak için özel çaba harcanıyor. Geçer akçenin nefret, taciz, kabalık olduğu bir ortamda sesi en yüksek çıkanlar, doğal olarak en tahammülsüz gruplar.
Bu tip kitlelerin idare edilmesi, yönetilmesi kimine göre ‘daha kolay’ olsa da nefret kontrolden çıktı mı hiçbir şeyi idare edemezsiniz. Bir bakarsanız kendi yarattığınız karanlıkta kaybolmuşsunuz...
LGBTi’ye yönelik hoşgörüsüzlüğü, yasak koyma sevdasını yönetimin ‘muhafazarlaşması’ ile açıklamak işin kolayı. LGBTi meselesi, bir toplumun demokratik olup olmadığına dair bir turnusol işlev gördü hep.
Bir insanın en temel hakkı olan ‘cinsiyet yönelimi’ne karışmak, müdahale etmek, bastırmak onu yok etmiyor. Tarih boyunca farklı dinler, yönetimler tarafından eşcinsellik şeytanlaştırılmaya çalışıldı da ne oldu?
LGBTi, kendi sözünü özgürce sokaklarda söyleyemediği, kendi kimliğini korkusuzca taşıyamadığı sürece başka ezilenlerin, azınlıkların da özgürleşme imkanı yok.
Yasaklama, ister istemez demokratik, liberal kesimlerde ‘yalnızlaşıyoruz’ duygusunu yaratıyor. İstenen tam da bu zaten.
YASAKLIYOR; ÇÜNKÜ KORKUYOR
Yasaklamaların, yoğun baskıların ardında hep korku yatar... Nuriye ile Semih için sokaklara çıkanlara gösterilen şiddetten tutun grev yasaklarına, Onur Yürüyüşü’nden tutun barış istemeye, tümü yönetenler için potansiyel bir korku kaynağı.
Korktukları, sadece kontrolün ellerinden çıkması, direnişin dalga dalga yayılması değil. Korktukları, bir gün kendi çocuklarının, yakınlarının da hatta kendilerinin de aynı değerleri, inançları savunabilme ihtimali. Korktukları, kendilerinden farklı düşünenlerin, yaşayanların duyulabilir, görünebilir olması.
Aman Tanrım! Ne korkunç! Yaratmaya çalıştıkları dünyanın sonu!
Peki yaratmaya çalıştıkları dünya ne?
‘Kol kırılır yen içinde kalır’ diyerek çocuk tecavüzünü dahi meşrulaştırmaya, çocuk evliliklerini yaygınlaştırmaya çalışan bir zihniyet, LGBTi için ‘sapık’ diyorsa orada bir durmak lazım.
Hakikaten ‘korkunç’ olan kim?
Kendi bedenini, cinselliğini arzu ettiği gibi yaşayan yetişkin mi? Yoksa yetişkinlerin çıkarları, ‘ahlak’ değerleri uğruna çocukları kurban edenler mi?
Kendi inancına, yaşam tarzına, giyinme özgürlüğüne sonsuz saygı bekleyen, ‘öteki’ne saygıyı bırakın, tahammül göstermezse nasıl bir toplumda yaşamayı bekliyoruz ki?
OHAL, bu hal, her hal... Aşk hep kazanacak.