Öldürür şairi gazeteci!

Birisi tahayyül ve yaratıcılık uzmanıdır, öteki somut gerçekle uğraşır. Bizden çok şair çıkmıştır da gazeteci az. Neden acaba?

Bu aralar, Ahmet Oktay'ın ''Gizli Çekmece'' başlıklı anılarını okudum.

Şair ve edebiyat eleştirmeni Oktay, geçinmek için hayatı boyunca TRT'de ve Milliyet'de ve başka gazetelerde çalışmış. Kendisini gazeteci-yazar olarak değil, yazar-gazeteci olarak tanımlıyor. Çünkü toprağı bol olsun Oktay, esas olarak şair ve yazar. Zaten, biraz ağdalı, çokça öztürkçeli, bol italikli ve göndermeli uslubu ve ne tematik ne de kronolojik derlemesi nedeniyle, ben anıları okurken biraz zorlandım. Yine de güzel kitaptı. Gazeteciler, popüler yazım/söylem sayesinde, aslında daha akıcı ve sade yazar.

Bir de tesadüf oldu, benim kült şairim Arthur Rimbaud'nun da hem daha 16 yaşında iken, hem de Afrika macerası sırasında gazetelere yazılar göndermiş olduğunu öğrendim.

Prusya Savaşı sırasında yazılmış olmasından kaynaklı olsa gerek, aslında anti-militarist olmasına rağmen, gazeteciyi tanımlarken, ''Gerçeğin Askeri'' ibaresini kullanıyor Charleville'in dahi çocuğu. Pek görüşemediği babası da askerdi bizim yakışıklının. Yerel gazeteye ha bire şiirlerini gönderir basmazlarmış, ''Siyasi aktüalite yazıları gönderin, basalım'' demiş yazı işleri müdürü. O da Bismarck üzerine bir yazı gönderip takma isimle yayınlatmış.

Aslında İrlanda için söylenmiştir ama bir zamanların Türkiye'si için de geçerlidir: Bizdeki her 10 insandan 11'i şiir yazar! O 11 kişiden ise bir tane bile doğru dürüst gazeteci çıkmaz.

Şairlerle gazeteciler arasındaki ilişki, yani yakınlık/uzaklık, ortaklık/zıtlık ilgimi çekti. Bizde gazetecilik yapan şairleri, ya da şiir yazan gazetecileri taramaya çalıştım. Kadrolu/profesyonel gazetecilerden, gazetelere sık sık yazı gönderenleri aynı kümeye aldım. En çok tanınmışlar arasında Ahmet Haşim, Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Mehmet Kemal, Ahmet Oktay, Bülent Ecevit, Attila İlhan, Kemal Özer, Cemal Süreya, Ece Ayhan, Hilmi Yavuz, Refik Durbaş, Yılmaz Odabaşı gibi isimler var. Unuttuklarımdan bin özür...

Dünya çapında tanınmış şairler arasında da gazetecilik yapmış onlarca isim var: Charles Baudelaire, Victor Hugo, Anatole France, Antoine de Saint-Exupéry, Boris Vian, P.P.Pasolini, Walt Whitman, Konstantin Kavafis, Oscar Wilde ilk akla gelen şahsiyetler.

Aslında çok zor bir iştir: Sabah gazeteye git, köşe ya da haber yaz, muhabirin yazısını edit et, başlık ve spot çıkar ya da gün boyu musahhihlik yap, sonra akşam evde şiir yaz. Sabah, kuru hatta mekanik bir uslupla trafik kazası, cinayet, basın toplantısı gibi şeyler yazıyorsun, gün batarken de sevgi, aşk, unutulmuşluk. Aynı insan ama iki apayrı biçem, yaklaşım, alan ve kelime simyacılığı.

Her türlü yazarlık, bir açıdan bakıldığında aslında sözcük cambazlığıdır, değil mi? İşin ideolojik yani fikri, siyasi ve toplumsal yanını da düşündüğümüzde, şair de gazeteci de sonuç olarak bir anlatıcıdır. Bir öykü anlatır. Bu öykülerin başkahramanları da çoğunlukla insandır. Mesele, bir duyguyu ya da bir olayı, gazeteci için öncelikle en doğru, şair içinse en güzel/en estetik bir şekilde betimlemek. Her iki mecra da, gazetecilik de şairlik de, geniş bir kelime haznesi, büyük bir kültür dağarcığı belki de en önemlisi olağanüstü bir insani duyarlılık (Hümanizm) gerektiriyor. Bir haberi şiir gibi vermek mümkün olduğu gibi, bir şiiri haber gibi okumak da mümkün.

Şairlerle gazetecilerin ortak bir başka yanı da içki olsa gerek. Bu önermenin bir kanıtı da, 70li ve80li yıllarda bir grup şair ve gazetecinin bizim Gazeteciler Cemiyetinin lokalinde düzenli olarak toplanmaları değil mi?

Şimdi de, Rimbaud ile Ahmet Haşim'e özel birer parantez:

''Hür Özgürlük'' sözünün mucidi, genç şair günlük yaşamda ve edebi hayatında isyancıdır. Önce Fransa'yı ve Avrupa'yı sonra Afrika'yı gezer dolaşır. En az bir dış haberler servis şefi kadar.

Öteki, Sultani'den dedem olur ve ''Bitmeyen Mektep'' sloganının müellifidir. Bağdat'ta doğup Kadıköy'de ölmüştür. Frankfurt gezisi hariç pek seyyar değildir. Ama Oktay'ın kitabında yer alan bir alıntı (s.20), gazetecilik konusunda ne kadar öngörülü olduğunu kanıtlar. 1928 yılında, yani yaklaşık 90 önce Ahmet Haşim, İkdam gazetesinde bakın ne yazmış:

''Gazetecilik, ticaret mahiyetini aldıktan sonra, kendisine 'müşteri' ismi verilmesi daha doğru olan kariin (Okurların) hoşuna gitmek gayretiyle, gazeteler tedricen (azar azar, giderek) sütunlarından fikrin bütün şekillerini sürüp attılar. Atalete düşen güzel bir vücudu nasıl her tarafından yağ tabakaları kaplarsa, gazeteler de, bir taraftan yiyecek ve giyecek ilanları, diğer taraftan metni tart edilen (yasaklanan) resimlerin istilası altında kaldı. Dünya matbuatına göz atınca hükmedilir ki, zamanımızda mide ve bağırsak, dimağdan çok daha şerefli birer uzuv payesini bulmuştur''.

Ahmet Haşim, aslında kendi döneminde de var olan, Saray ve iktidar kalemşörü gazete ve gazetecilere bu yazısında değinmemiş ama 2000'lerde yaşasaydı kim bilir neler yazardı?

Gazetecilikte, hele bu aralar sık tartışılan fake news, arttırılmış gerçeklik gibi kavram ve uygulamaları hesaba katacak olursak, hakiki gerçekle sanal gerçek arasındaki kapışmada, şairler, konumları gereği ve haklı bir şekilde sanal hatta belki de duygusal gerçeğin sözcüsü konumundalar. Gazeteciler ise hakiki gerçeği kovalayıp yakalamak ve onu okura iletmekle görevli. İlki serbesttir, tahayyül ve yaratıcılık sınırlanamaz, koşul kaide konulamaz. Şair istediğini, istediği gibi yazar. İkincisi, gazetecilik ise, tam aksine, alanı belli, kuralı kaidesi olan bir meslek. Her istediğimizi, istediğimiz gibi yazamıyoruz. Hem meslek icabı hem de bu aralar ortam yüzünden. Gazetecilerin de şairler kadar özgür olduğu günlere... (SON/RD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi