Özgün Enver Bulut

Özgün Enver Bulut

Orhan Selim’den Guernica’ya

Dünya gazeteleri İspanya İç Savaşı ile çalkalanırken, bizim gazetelerin ve onların başmuharrirlerinin gündemi iç siyasete yönelik olmuştur.

Dünyadaki bütün insanlar ortak bir tedirginliği yaşıyorlar. Buna rağmen sosyal etkileşimlerini bilgisayarları sayesinde evlerine taşıyorlar bu zor günlerde. Konserler, filmler, müzeler, gazete arşivleri ellerinin altında artık. Birçok şey erişime açılmış ve böylece hareket devam ettiriliyor. Ben de zaman buldukça bu erişimlerden faydalanmaya çalıştım, faydalanmaya devam edeceğim. Sergiler gezdim, filmler izledim, okumalar yaptım. Bir de gazete arşivlerine bulaştım. 

İstanbul Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı bu kapsamda, "Gazeteden Tarihe Bakış Projesi" ismiyle 1928-1942 yılları arasında yayınlanmış 55 ayrı başlıktaki yerel ve ulusal gazeteye ait arşivini erişime açtı. Açıkçası epeyce bir gezinti yaptım. Çok imzalar gördüm. Hele roman tefrikaları, hikâyeler, polisiyeler… Kimler yok ki. Sabahattin Ali, Suad Derviş, Peyami Safa, Cahit Uçuk…

Dönemin reklamları bile ilginç.

Akşam gazetesi arşivini tarayınca Orhan Selim imzasını görünce heyecanlandım. Nazım Hikmet’in zor günlerinde kullandığı isimdi Orhan Selim. Politik yazılar yazmaması koşuluyla, günlük mevzular hakkında fikir beyan ettiği "Düşünceler" isimli küçücük bir köşede her konuda yazılar yazmış Nazım. Tramvay meselesi, yol, oyuncakçı, otobüs, edebiyat… Orhan Selim’in Akşam’da yazdığı dönemlerde, gazetenin manşeti, iç sayfaları İspanya İç Savaşını da veriyordu her gün. Bu savaş sırasında o köşede iki söz etmemesi, inanıyorum ki Nazım’ın canını fazlasıyla sıkmıştır. Zor zamanlardır onun için. Geçim derdindedir ve anlaşması o yöndedir. Ancak politik olmayan Orhan Selim, arada lafını esirgemez ve politik iğneler batırmadan da edemez. ‘Oyuncak Olmıyan Oyuncaklar’ başlıklı yazının son cümlesini de şöyle bitirir. "Oyuncaklar birbirlerini öldürmezler. «Harbü darb», «insanların» inhisarındadır."

Yukarıdaki paragraftan Nazım’ın sessiz kaldığı anlaşılmasın. Orhan Selim’in yapamadığını Karanlıkta Kar Yağıyor şiiriyle yapacaktır büyük şair. "Bu akşam/bir sokak şarkıcısıyım hünersiz bir sesim var;/ sana,/senin işitemiyeceğin bir şarkıyı söyleyen bir ses./ Karanlıkta kar yağıyor,/ sen Madrit kapısındasın./ Karşında en güzel şeylerimizi/ ümidi, hasreti, hürriyeti/ ve çocukları öldüren bir ordu./ Kar yağıyor./ Ve belki bu akşam/ıslak ayakların üşüyordur./ Kar yağıyor/ve ben şimdi düşünürken seni/ şurana bir kurşun saplanabilir/ ve artık bir daha/ne kar, ne rüzgâr, ne gece. / Kar yağıyor/ve sen böyle «No pasaran»/ deyip/ Madrit kapısına dikilmeden önce/ herhalde vardın." Şiir uzundur ve akar gider.

Dönemin gazeteleri de ilginçtir. Bu savaş AA’nın yabancı ajanslardan derledikleri ile verilmektedir ve her gazetede neredeyse aynı haberler vardır. Sadece haber başlıkları değişmektedir. Kimi birinci sayfasından, kimi ikinci, üçüncü, dördüncü sayfasından vermektedir. Franco güçleri asiler, ihtilalciler, nasyonalistler olarak verilmektedir. 

Bana ilginç gelen ise gazetelerin ne ‘başmuharrirlerinin’, ne de yazarlarının bu konu hakkında kalem oynatmamış olmaları. Sadece 28 Nisan 1937 tarihli Haber Gazetesi’nde Nurullah Ataç’ın bir yazısını gördüm. 26 Nisan’da Guernica’ya yapılan hava saldırısı nedeniyle de yazmış olabilir Ataç bu yazısını. Gazetelere haberlerin geç ulaşması nedeniyle İspanya ile ilgili genel düşüncülerini de söylemiş olabilir. Ancak duyarlılığı çok kıymetlidir. "İspanya’daki kavga uzadıkça uzadı. Ne zaman, ne suretle biteceğini kestirmek de kabil değil. Onunla alakadar olmamak da elden gelmiyor. Gerçi omuz silkip: "Bize ne! diyenler var; fakat bu sual insanın gücüne gidiyor. Size ne, bize ne olur mu? Orada bir takım fikirler çarpışıyor. Biz o fikirler üzerinde hiç durmadık; hangisi kazanırsa kazansın. İsterse hepsi birden çöksün; biz kendi işimize bakalım. Peki ama orada fikirler kuru kuruya çarpışmıyor. Bir salondaki veya bir akademideki gibi münakaşa değil. Sadece kafa göz yarmakla iktifa edilen bir kavga da değil. Orada kadın, erkek, küçük, büyük binlerce insan ölüyor. Yananlar, havaya uçurulanlar, aç kalanlar var. Buna da: "Bize ne? diyeceksiniz?" 

Guernica. Bask bölgesinin tarihi kenti olarak haberlerde geçer. Bu kentin asiler tarafından bombardımana tutularak yakılıp, yıkıldığını yazarlar. Haberlerin kaynağı İspanya’da bulunan Reuters muhabiridir. "Patlamamış bir yangın bombası buldum. Sekiz yüz gram ağırlığında idi ve üzerinde Alman markası vardı. Guernica tamamıyla müdafaasız bir şehirdi. Ne tayyarelere, ne de hava hücumlarına karşı topları vardı. Ayakta üç beş evden başka bir şey kalmamıştı. 10 bin nüfuslu bir şehir, tüten bir enkaz yığını haline gelmiştir. Yollar geçilmez bir halde olduğundan enkaz altında kalanların sayısı belli değildir. Binaların birçoğu tamamıyla yanmış olduğundan ölenlerin birçoğu bulunamayacaktır."

Akşam, Tan, Son Posta, Cumhuriyet, Haber gazetelerinin sayfalarına yansıyanlar daha çok ülke gündemidir. Buralardaki magazinel haberlerin çokluğuna açıkçası şaşırmadım desem yalan olur. Dünya gazeteleri İspanya İç Savaşı ile çalkalanırken, bizim gazetelerin ve onların başmuharrirlerinin gündemi iç siyasete yönelik olmuştur. Belki de bu tarz yorumlar ve sunumlar istenmiştir. Ki inancım da o yöndedir. 

Amerika Yazıcılar Kongresi’nde konuşulanların Sabiha Zekeriya tarafından mektupla aktarımı 15 Temmuz 1937 ve 18 Temmuz 1937 tarihli Tan Gazetesi’nde yer alır. Nurullah Ataç’ın yazısından sonra gördüğüm en açıklayıcı metin bunlardır. Oraya katılan şair Mac Leish, büyük romancı Hemingway, Komünist fırkası umumi kâtibi Carl Bowder’in konuşmalarını yazar Sabiha Zekeriya ve Hemingway’in şu sözünü aktarır. "İspanyol hürriyetinin, dünya demokrasisinin, Faşist köpekleri tarafından boğulmasına müsaade, yazıcının, bütün yazıcılık hayatında işliyebileceği en büyük günahtır."

Gazetelerde bugüne aktaracağımız epeyce malzeme var. Aslında Hüseyin Rahmi Gürpınar ile ilgili ilginç bir şey daha bulmuştum. O da ilerideki yazılara kalsın. Konuyu dağıtmadan Nazım’ın şiiriyle bitirmek en doğrusu sanırım. 

Halbuki biliyorum,
Bu soğuk karlı havalarda
İki çıplak çocuk gibi üşümektedir
Madrid kapısını bekleyen ıslak ayakların.
Biliyorum,
Ne kadar büyük, ne kadar güzel şey varsa,
İnsanoğulları daha ne kadar büyük
Ne kadar güzel şey yaratacaklarsa,
Yani o korkunç hasreti, daüssılası içimin
Güzel gözlerindedir
Madrid kapısındaki nöbetçimin.
Ve ben ne yarın, ne dün, ne bu akşam
Onu sevmekten başka bir şey yapamam.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özgün Enver Bulut Arşivi