Çetin Gürer
Özerk Kürdistan’ı Ankara’ya anlatmak (2)
Bir önceki yazıda demokratik özerkliğin tanımını yaptık. Bunun kültürel veya idari özerklik olmadığını bilakis siyasal bölgesel bir özerklik olduğunu ve de statü vurgusu nedeniyle de asimetrik federalizme yakın bir model olduğunu belirledik. Yasama ve yürütme yetkilerinin özerk bölgelere devrini ve bunu ise toprak ilkesi üzerinden öngörmesi açısından siyasal bir özerklik olduğunu vurguladık. Şimdi demokratik özerkliğin, kültürel haklar, ekonomik olanaklar ve vatandaşlık tartışmaları çerçevesinde taşıdığı olanakları bu yazıda Ankara’ya anlatmaya devam edeceğim. Ve sonuç olarak demokratik olarak Kürt sorununu çözer mi sorusuna cevap vermeye çalışacağım.
Demokratik Özerklik ve Kültürel Haklar
Etnik veya ulusal sorunlar bağlamında herhangi bir özerklik (idari, kültürel veya siyasal), egemen toplumdan farklı bir halkın, maddi ve manevi kültürüyle birlikte kendini geleceğe taşıma, bu kültürü geliştirme, koruma ve de asimilasyona karşı koruma olanakları sunduğu için, bağımsız devlet kurmaya alternatif bir seçenek olmaktadır. Siyasal özerklikte, kültürel hakların kullanımı ve çerçevesi oldukça geniştir. Anadilde eğitimden, çok-dilli eğitim hakkına; özerk bölgeye ait üniversiteden mesleki eğitimin anadilinde yapılmasına; yerel ve kültürel sembollerin, flamaların, bayrakların kullanımından tarihi eserlerin korunması ve bakımına, müzelerin oluşturulmasına ve de medya ve yayın faaliyetlerinin anadilinde yapılmasına kadar pek çok konuyu kapsar.
Demokratik özerklik bu çerçevede, sadece Kürtlerin kültürel haklarından söz etmez. Aynı zamanda, asimilasyon politikaları nedeniyle yok olmaya, unutulmaya yüz tutmuş tüm kültürlerin yeniden canlandırılması ve yaşatılması gereğini de vurgulayarak çok kültürlü bir toplumsal yapıya kapı aralar. Bu çerçevede demokratik özerklik, çoğulcu bir toplum tasavvuruna dayanır ve sosyolojik manada toplumu, farklı kimlik ve kültürlerden mürekkep bir birlikte yaşama formu olarak görür. Kimlikler çokluğunda toplumun bütünleşmesinin ve bir arada yaşamanın mümkün ve de bunun günümüz koşullarına uygun bir form olduğunu öne sürer.
Kültürel hakların kullanımı bakımından belki de en sık tartışılan konulardan biri Kürtçenin kullanımına ilişkindir. Bu tartışmalar anadilinde eğitim, seçmeli ders, ikinci resmi dil gibi geniş bir yelpazeyi kapsar. Örneğin demokratik özerkliğin kültürel boyutu içinde, anadilinde eğitim ve kamusal ve özel alanda çok dillilik öne çıkar. Öyle ki örneğin DTK’ya göre "kamu hizmeti yapacak görevlilerin tek resmi dil kullanmalarının zorunlu olmadığı" ifade edilir. Bu, bir yandan kamusal hizmetlerde tek resmi dil olarak Türkçenin kullanılmasına karşı bir anlam taşırken diğer yandan Kürtçenin veya başka herhangi bir dilin de benzer biçimde tek resmi dil olmayacağı manasına gelir.
Demokratik Özerklikte Ekonomik Olanaklar
Siyasi bir özerklik, bölgenin ekonomik refaha kavuşması ve iyileşmesi bakımından ekonomik alana ilişkin yeterli yetkiler içermelidir. Özellikle uzun soluklu silahlı çatışmalar yaşanmış veya sömürgecilik geçmişi olan bölgelerin özerklik statüsüyle birlikte, bunların yol açtığı ekonomik sorunların üstesinden gelmesi beklenir. Bu açıdan siyasal özerklikte öncelikler arasında, geleneksel ekonomik sömürge ilişkilerinin ortadan kaldırılması, bunun yol açtığı tahribatın düzeltilmesi ve toplumun sömürgecilik öncesi refah düzeyine gelmesi bulunur.
Ülke genelinden farklı olarak özerk bölgenin bağımsız bir vergi sisteminin olup olmayacağı, merkez ile özerk bölge arasında paylaşılan vergi oranlarının tespiti, yer altı ve yerüstü kaynakların özerk bölge tarafından kullanılması, hangi ulus ötesi şirketlerin hangi üretim faaliyetlerinde bulunacağı gibi konularda özerk bölge karar ve yetki sahibi olmalıdır. Siyasal özerklik şayet, bir bölgenin veya halkın kendini geleceğe taşıması, kendi varlığını koruması ve geliştirmesi amacını taşıyorsa, ekonomik özerklik vazgeçilmez bir kriterdir.
Öncelikle Kürt siyasal hareketinin demokratik özerklikle birlikte alternatif ekonomi arayışları içinde olduğunu görüyoruz. Bu arayışların temelinde ise genel olarak, yaşanabilir bir hayatın vahşi kapitalizmin kurallarına göre kurulamayacağı anlayışı yatmaktadır. Ulus devletin yanı sıra kapitalizm bu açıdan en fazla eleştiriye tabi tutulan konuların başında geliyor. Ancak, alternatif arayışlara rağmen, demokratik özerkliğin ekonomi yaklaşımını, kapitalizmi, serbest piyasayı, özel mülkiyeti ve sermayeyi topyekün yok etmeye dönük bir model olarak tanımlamak zor. Demokratik özerklik daha çok "kapitalizmi ehlileştirebilecek", sınırlandırabilecek, vahşi kapitalizmin kurallarına tabi olmayan, tersine bu kuralları demokratikleştirecek, iktisadi mal ve hizmet üretimi, bölüşüm ve paylaşımını yeniden toplumun denetimine sokarak demokratik kılacak bir ekonomi anlayışı barındırır.
Topluluk ekonomisi, dayanışma ekonomisi ya da eko-endüstri gibi kavramlarla da ifade edilen bu ekonomi anlayışının temel dayanağı, kapitalizmin üretim, tüketim ve sermaye gibi her tür tekelleşme eğilimine karşı, bireyi ve toplumu koruyup ayakta kalmasını ve temel ihtiyaçlarını dolayımsız karşılamasını sağlamaktır. Kapitalizmi sınırlandırmak veya yeni bir ekonomik sistem, kâra el koyan (devlet, tüccar, din, bürokrasi, ordu tekeli) güçleri devre dışı bırakmakla mümkün görünmektedir. Bu anlamda demokratik özerklikte örneğin kooperatifler, bu işlevi görebilecek bir alternatif olarak öne sürülür. Ancak bu alternatifin, hem tarif edilen kapitalizmin sınırlandırılmasını ne ölçüde başaracağı hem de refah seviyesi oldukça düşük bölgeleri ekonomik refaha nasıl taşıyacağı önemli bir soru(n)dur.
Demokratik Özerklik ve Vatandaşlık
Vatandaşlık konusunun önemi, özerk bölgede yaşayacak "yabancıların" statüsünün nasıl düzenleneceği, çalışma ve oturum gibi yabancılara verilen izinleri merkezin mi yoksa özerk bölgenin mi yapacağı, bu düzenlemelerin kriterlerini kimin belirleyeceği, göçmenlerin nasıl kabul edileceği gibi konuları içermesinden gelir. Bunları düzenleme yetkilerinin devletin merkezi yetkileri arasında olması durumunda, bundan özerk bölgenin olumsuz etkilenebileceği sonuçlar doğabilir. Planlı iskân politikalarıyla özerk bölgenin demografik yapısıyla oynayıp zamanla bölgedeki özerklik eğilimini zayıflatmak, bu olumsuz sonuçlardan biri olabilir. Bölgesel vatandaşlık yetkisinin özerk bölgede olması durumunda ise, bu kez yerleşim, çalışma gibi konularda özerk bölge oldukça kısıtlayıcı, dışlayıcı politikalara yönelebilir ve neticede bu seyahat, yerleşim ve çalışma özgürlüklerini engelleyecek boyutlara kadar ulaşabilir.
Demokratik özerklik, öncelikle 1982 TC Anayasası'nda tanımlanmış ve herkesi "Türk" olarak tanımlayan vatandaşlık tanımının kaldırılması, değiştirilmesi ve yerine etnik, dinsel aidiyetlere vurgu yapmayan yeni bir vatandaşlık tanımını gerekli görür. Türkiye’deki vatandaşlık tanımı etnik bir boyut içerdiği için -herkesi Türk yapan- vatandaşlığın da "demokratikleştirilmesini" gerekli görür.
Demokratik özerklikte, devlete aidiyet olarak vatandaşlık aslında reddedilmez. Diğer deyişle modern anlamdaki devlete hukuki bağ olarak vatandaşlık, geçerliğini korur fakat tek geçerli vatandaşlık biçimi olarak görülmez.
Günümüzdeki ulus ötesi gelişmelerin bir sonucu olarak geleneksel ulus devlet vatandaşlığının aşındığı gerçeğinden de hareketle demokratik özerklik, bölgesel vatandaşlık, AB vatandaşlığı ve devlet vatandaşlığının eşzamanlı olabileceğini söyler ve bir "çoklu vatandaşlık" modeli tartışması açar. Bu yönüyle demokratik özerklik tartışmasında, vatandaşlık "ulus ötesi" bir boyuta yerleşir. Ayrıca demokratik özerklikte yurttaş, devletin verdiği hak ve sorumluluklarla yetinen, başka deyişle "haklara sahip olma hakkı"nı (Arendt) kullanmakla yetinen bir birey olmanın ötesinde, evrensel insan haklarını ve uluslararası evrensel normları veri alan "hakları kullanma hakkına sahip" performatif bir yurttaşlığı da ifade eder.
18. yy’dan itibaren ulus devlete aidiyet olarak gelişen modern yurttaşlığın aksine demokratik özerklik modelinde yurttaşlık, benzerlerin değil, farklılıkların eşitliğini veri alır. Bu, sadece farklı etnik ve kültürel grupların eşitliğini değil, aynı zamanda farklı cinsiyet kimliklerinin de eşitliği anlamına gelir. Yine modern yurttaşlıktan farklı olarak bu modelde yurttaş, belirli dönemlerde sandık başına gidip oy kullanan bir plebisit değildir. Bilakis, yönetim ve karar süreçlerine doğrudan katılım hakkı ve araçları olan özgür yurttaştır.
Demokratik Özerklik Kürt Sorununu Çözer mi?
Kürt sorununu çözmekten kastımız, bir yandan devlet topraklarında bir değişim olmadan birlikte yaşamak ve Kürtlerin de halk olmaktan doğan kolektif haklarını, dil, kültür ve kimlik haklarını kullanabileceği, egemen topluma karşı kendini güvende hissedeceği, hakların ve özgürlüklerin eşitlik temelinde kullanıldığı bir durum ise, buna kısıtlı insan hakları reformlarıyla veya güvenlikçi askeri politikalarla ulaşmak imkânsız. Beri yandan uzun süre çatışma yaşamış, çatışmalardan doğan derin yarıkların ve kopuşların olduğu, simgesel, idelojik ve duygusal kopuşların yoğun olduğu, ezcümle "bölünmüş bir toplumda" kalıcı bir barış ve birlikte yaşam, ancak uygun araçlar, mekanizmalar ve modeller varsa mümkün olabilir. Bunlar yoksa sorunun gerçek bir çözümü söz konusu değildir, ya çözüm erteleniyordur ya da çözüm adına birileri diğerini kandırıyordur.
Demokratik özerklik Kürt sorununu çözer mi bunu bilmiyoruz. Kürt sorununu çözmek için demokratik özerkliğin şart olup olmadığını da bilmiyoruz. Fakat Kürt sorununun çözümünün ancak özerklik veya özerklik benzeri bir yetki paylaşımı modeliyle mümkün olduğunu söyleyebiliyoruz.
Son olarak demokratik özerkliğin tematize ettiği geniş sorun yelpazesini düşünürsek hala üzerinde uzlaşılamamış, genel bir tarifi yapılamamış Kürt sorununun tanımı da büyük oranda anlaşılıyor. Bu nazardan Kürt sorunu; bir statüsüzlük ve kendini yönetememe sorunu; Kürtlerin kendi kader ve gelecekleriyle ilgili konularda özerk karar alamama sorunu; başta anadilinde eğitim ve hizmetler olmak üzere, kolektif haklardan mahrum bırakılma sorunu; yerel, kültürel sembol, simge ve yer adlarını kullanamama sorunu; yıllarca süren savaş, şiddet ve asimilasyon politikaları nedeniyle bir "iç sömürge" sorunu olarak tarif edilebilir. Demokratik özerklik hem bu sorunlara hem de Türkiye’nin demokratikleşmesine bir çözüm olarak düşünülen, yerelleşmeyi, yerel demokrasiyi, katılımı, eşit siyasal temsili ve aktif yurttaşlığı güçlendiren bir model. Kalıcı bir barışın ve Kürt sorununun demokratik, eşitlik ve özgürlük temelinde çözümü için eldeki en önemli somut araçlardan biri. Bunun dışında hali hazırda üzerinde konuşulacak başka bir model yok.
Bitti…