Ergun Babahan
Paranın itibardan daha önemli olduğu bir ülke!
Cumhurbaşkanı Erdoğan Rusya’ya kafa tuttuğunda Putin’e ‘puşt’ diyen bir siyasetçi, iki lider dost olduğunda aynı Putin’e övgüler düşmekten geri kalmadı.
Ergun BABAHAN
İtibar, bir kişinin, grubun, örgütün, kurum ve kuruluşun üstünlükleri ya da yetersizlikleri konusunda oluşan genel kanı, değer, önem, nam, şöhrete verilen ad."İtibar" kavramı ile temelde "Saygınlık – Saygın" olma durumunu ifade eder.
Kurumlar itibarlarına çok önem verir mesela. Kimi insanlarda. Markalar, ülkeler itibar kat sayılarını artırmak için çok ciddi çalışma yapar, para harcarlar. Tüketici markanın itibarına bakar. Mercedes, Louis Vitton, Apple kullanmak önemlidir bir çok kimse için çünkü bu markaların itibarının kendisine anlam kattığına inanır. Markalar için itibar, tutarlılıkla eşdeğerdir. Geçmişten gelen kaliteyi sürdüreceğine ilişkin verilmiş bir teminattır bir bakıma. Markama güvenilebilirsin demektir.
Türkiye’de ise itibar, anlam, değer ve içeriğini tamamen kaybeden, içi boşaltılmış bir kavram haline geldi. Başta siyasetçiler olmak üzere, gazeteciler, bilim adamları, hukukçular, din adamları için işgal edilen koltuk, taşınılan unvan, binilen araba, oturulan ev falan itibardan daha önemli ve değerli hale geldi.
Mesela, Cumhurbaşkanı Erdoğan Rusya’ya kafa tuttuğunda Putin’e ‘puşt’ diyen bir siyasetçi, iki lider dost olduğunda aynı Putin’e övgüler düşmekten geri kalmadı.
Ya da Rusya’da bir Rus uçağı düşürmekten bahsedenler, Rusya’yı bir numaralı dost ülke ilan eder hale geldi.
O dönem, benim kanımca doğru bir kararla PKK ile Oslo’da masaya oturup görüşmeler yapanlar, Abdullah Öcalan’ın barış mesajını Diyarbakır Nevroz’unda okutanlar, bugün CHP’yi Kandil ile işbirliği yapma konusunda hiçbir çekince duymuyorlar.
Referandumda ‘Evet’ hadisinden bahsedenler, dün ‘Hocam’ dedikleri Fethullah Gülen’e bugün küfredenler ise sayılamayacak kadar çok.
Bu ülkenin genel yapısı, ahlakı ve gidişatı ile ilgili bir sorun. Eğitimden ekonomiye kadar her kurumu ve değeri aşağıya çeken, kaypaklığı, ilkesizliği öne çıkaran bir genel yaklaşım. ‘‘Paran kadar konuş, itibarın, ilken veya bilgin kadar değil’’ yaklaşımının kaba bir üslupla dışa vurumu.
Bir de ülke itibarı var elbette…
Rus uçağının düşürülmesinde ‘‘Vur emrini ben verdim’’ dedikten sonra mektupla özür dilemek zorunda kalmak, itibara indirilmiş bir darbedir ve her ülkede dikkatlice not alınmıştır. Gelecek krizlerde başka ülkelerin size yönelik tutumunu belirleyecek kritik bir dönüm noktasıdır.
Almanya PYD ve Kürtler yüzünden demedik laf bırakmayanların, Rus askerlerinin Suriye’de SGD amblemleri takmasına sessiz kalması, Moskova’daki PYD temsilciliğine sadece sitem edebilmesi de bu itibar meselesiyle yakından ilgilidir.
Avrupa Konseyi Venedik Konseyi üyesi olup bu komitenin verdiği raporu ciddiye almayacağını açıklamak da bu kuruluşun itibariyle ilgili değildir. Doğrudan sizinle ilgilidir. Tıpkı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde hak ihlalleri konusunda uzak ara birinci ülke olma gerçeği gibi.
Birleşmiş Milletler’in Güneydoğu’daki operasyonlarda insan hakları ihlalleri yapıldığı, yargısız infazlar yaşandığı, en az 500 bin kişinin evinden olduğu yolundaki raporu gibi…
Bunlar hep itibarınızdan yiyen gelişmelerdir ve uluslararası arenada bugün ve uzun vadede bedelleri ağır ödenecek sonuçlar doğurmaya gebedir.
Hollanda ve Almanya ile yaşanan gelişmeler de bunun açık sonucudur. Kendi asker ve diplomatları Batı ülkelerinden siyasi sığınma isteme noktasına gelmiş, kendisini eleştirdiği gerekçesiyle terörist ilan ettiği gazetecilerin eş ve çocuklarının pasaportunu iptal etmiş; yakalayamadığı sanığın akrabasını tutuklamış bir ülke için Almanya ve Hollanda’yı Nazilik ve faşistlikle suçlamak traji-komiktir.
Böyle yaparsanız, insanlar ağızlarını bırakıp başka organlarıyla güler size…
Görünen köy kılavuz istemez. Bu, zamanında Saddam’ın, Kaddafi’nin ülkesini sürüklediği bir yol…
Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün uçağını F-16’larla karşılayan Hollanda bugün Dışileri Bakanı’nın uçağına iniş izni vermiyorsa, ‘‘kabahatin çoğu senin kardeşim’’ diyelim ve Nazım Hikmet’in o meşhur ve muhteşem şiiriyle noktayalım yazıyı:
‘‘Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!’’