peki islam’ın bundan haberi var mı?

çünkü kur’an eşitlik, özgürlük, adalet arayışını boğmak için araçsallaştırılıyor ve bunun engellenmesi daha gerçekçi bir hedef ama burada sorumluluk sola değil islam’a düşer, değil mi!

geçen haftanın en dikkat çeken gelişmelerinden biri tayyip erdoğan’ın sivas katliamının sorumlularından ahmet turan kılıç’ı affetmesi oldu. kılıç,  daha önce idamla cezalandırılmış, bu ceza ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrilmişti.

sol örgütlerde yer almış insanlar ağır hapis cezalarıyla hapishanelerde çürümese; onlarca muhalif hasta tutuklu ve hükümlü, bırakın affı ya da salıverilmeyi, tedavileri bile doğru düzgün yürütülmediği için teker teker hapishanelerde ölmese; belki 86 yaşındaki ahmet turan kılıç’ın ömrünün son yıllarını evinde geçirmesi fikri bu kadar tepki toplamazdı. madımak katliamı sanıklarına yönelik hoşgörü yani bazı sanıkların kaçmalarına göz yumulması, sanık avukatlarının daha sonra akp’den milletvekili olması (ah, evet, savunma hakkı!), davanın zaman aşımına uğraması üzerine, yine tayyip erdoğan’ın "milletimize hayırlı olsun" demiş bulunması, özellikle alevilerin infialini tabii ki artırıyor.

madımak, sunni islam’ın solla ve kendi dışındaki inanç gruplarıyla ilişkisinde, bir zirve, bir kilometre taşı. aleviler açısından bundan sonra hiçbir şey aynı olmadı, gerek islamcı entelektüellerin, siyasetçilerin tepkileri, gerekse yargının tutumu kolay kolay silinmeyecek bir etki bıraktı; o zamandan sonra da, bu etkiyi silecek bir şey olmadığı gibi aynı yaklaşımların sürdüğünü görüyoruz.

ama şu soru tabii hâlâ sorulabilir: islam’ın solla ilişkisi böyle mi olmak zorunda?

bu soruya "hayır" cevabı verecek çok müslüman olduğunu biliyorum, tahmin ediyorum. ama bunun yeterli olmadığını söylemeye bile gerek yok.

sol siyaseti, eşitlik, özgürlük ve adalet için verilen mücadele olarak tanımlıyorum; buna her türlü hak mücadelesini, sınıf ve cinsiyet gibi eşitsizlik yaratan kategorilerin ortadan kalkması için yürütülen kavgayı ve tabii sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı mücadeleleri de dahil ediyorum. dinin bu mücadelelerle ilişkisi nasıl olabilir?

böyle bir soruyu tarih ve retorik açısından ayrı ayrı cevaplamak mümkün. tarihsel açıdan çok farklı deneyimler söz konusu. dinin, dini kurumların, dini otoritenin ve allah korkusunun, tarihin birçok aşamasında hak, eşitlik, özgürlük ve adalet için verilen mücadeleyi bastırmak için, zaman zaman da çok vahşice kullanıldığını biliyoruz.

diğer yandan, latin amerika halkları farklı deneyimler de aktarıyor. sadece mazlumların yanında saf tutan özgürlük teolojisini kastetmiyorum. örneğin, hilary klein, companeras zapatista kadınlarının hikâyesi adlı kitabında, bu kadınlardan bazılarının dini eğitim aldıkları sırada zapatistalar’la tanıştığını aktarıyor. yani inançları özgürlük hareketiyle tanışmalarına vesile olmuş.

aynı şeyler islam için de söz konusu olabilir mi? emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı mücadelelerde yer alan islami örgütler var ama genellikle milliyetçi bir çizgiyle hareket ediyorlar. bunlar dışında, islam’ın solun idealleriyle örtüşen bir arayışın vesilesi olduğu örnekler var mı?

bunu düşünürken islam ve hristiyanlık arasındaki temel bir farka da dikkat etmek gerek. kur’an allah’ın kelamı, incil ya da yeni ahit ise hazreti isa’dan sonra, onun takipçileri tarafından kaleme alınmış. ama bugün dünyanın birçok yerinde kur’an’ın da farklı tefsir edilebileceğini öne süren müslümanlar var. kendi adıma, bunların arasında, -ilahiyat profesörü dr. mustafa öztürk aracılığıyla tanıdığım- tarihselcilerin yürüttüğü tartışmaları anlamlı buluyorum. ama bur tartışmaların ve bu tartışmalardan doğan fikirlerin toplumsal, hatta politik bir değişime yol açması kolay değil.

çünkü din, "kitap"tan, daha seküler terimlerle ifade edersek, teoriden, retorikten, söylemden ibaret değil, sosyolojik bir olgu. bugün dünyanın farklı yerlerinde ve türkiye’de, gelenekselin dışında, özgürlükçü yorumları yapan müslümanlar olması, bugün islam’ın dünyanın farklı yerlerindeki toplumsal, siyasal işlevini değiştirmiyor. belki "gerçek islam"ı o yorumlar temsil ediyor ama bu, toplumsal bir güç haline gelmedikçe tekfirci akımların güçlenmesini engellemiyor. çünkü o akımları oluşturan zemin yanlış yorumların değil, tarihsel, toplumsal koşulların üstünde yükseliyor.

ama zaten bu tartışmalar da adalet arayışıyla; kul hakkına girmemenin ritüelden daha belirleyici olması, itaatin, özellikle din adamlarına itaatin sorgulanması vb. bir çerçeveyle sınırlı. köleliği düzenleyen bir "kitap"tan sınıflarla ilgili, bırakın ortadan kalkmalarını, aralarındaki farkın küçülmesine dair bir şeyler beklemek, "sadaka"nın yani merhametin yerini muhtaçlığın ortadan kalkması fikrinin almasını ummak zaten gerçekçi değil. cinsiyete dair meselelerde ise iş daha da zorlaşıyor. ama daha belirleyici olan soru şu bence: kur’an neden böyle bir arayışa referans olsun? diyelim ki, "kelam"da, "kitap"ta bambaşka anlamlar bulundu, bu mananın geniş müslüman yığınlarına ulaşması, onlara özgürlük ve refah vaat eden yani sol bir siyasi hattın ulaşmasından çok daha zor çünkü dini herhangi bir fikri kitlelere taşıyacak kanallar da geleneksel yorumlar tarafından oluşturulmuş.

çünkü kur’an eşitlik, özgürlük, adalet arayışını boğmak için araçsallaştırılıyor ve bunun engellenmesi daha gerçekçi bir hedef ama burada sorumluluk sola değil islam’a düşer, değil mi!

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi