Penguen medyasından bugüne kalan

Güce, korkuya boyun eğmenin sınırı yok... Yeterince eğilemeyenlerin üzerine çökülmek (el değiştirmek) suretiyle medyadan geriye kalan son kırıntı da yok edildi.

Türkiye’nin geçirdiği radikal dönüşümü düşününce, 2013 yılı, bir hayal kadar uzak gelebiliyor.

O gün bugündür Taksim meydanı abluka altında. Gezi anmaları keyfi yasaklamalarla engellenmeye, etkisizleştirilmeye çalışıldı.

Bu yıl iktidarın imdadına koronavirüs yetişti. Ah, 23 Nisan’dan 19 Mayıs’a, kayyım protestolarından Gezi’nin 7. yılına, salgın sebebiyle sokağın yasaklanması, nasıl bir lütuf oldu!

Fakat yasaklar, ne anmaları, ne hatırlamayı engelleyebiliyor.

İşin tuhafı, iktidar ve sözcüleri için Gezi, her daim canlı tutmak istedikleri bir tehdit, mütemadiyen baştan, kendilerince yazmak için debelendikleri "kullanışlı" bir hikâye.

Kaç dava açıldı Gezi’ye katılan, hatta ucundan geçenlere... Kaç kişi, günlerini, aylarını, saçma sapan suçlamalara cevap vermek için mahkemelerde geçirmek zorunda kaldı.

Ellerindeki güce rağmen, darbe girişimi iddiasını yutturacak hiçbir şey bulamadılar. "Yurtdışı bağlantılı" bir finansal kaynak uyduramadılar. Olaylar sırasında "mala verilen zarar" konusundan da ekmek çıkmadı.

HÂLÂ GEZİ DİYE SAYIKLIYORLAR

Belki de bu hırsla, hâlâ "Gezi" diye sayıklıyorlar. Belki de Gezi’nin gerçekliği karşısında hiçbir yalanın etkili olamadığını gördüklerinden, çıldırıyorlar.

Ancak hakikati konuşmak, hatırlatmak, daha geniş kesimlere aktarmak için yaygın ve güvenilir mecralara ihtiyaç var.

Son yedi yılda basının üzerine karabasan gibi çökülmesinin bir nedeni bu: Hakikati gizlemek, yeni hikâyeler yaratmak. Gazeteler, televizyonlar, iktidarın propaganda aracına dönüştürüldü, gazeteciler tasfiye edildi, hatta tutuklandı.

Oysa yedi yıl önce, Gezi isyanı çıktığında da basın özgürlüğü sorunu vardı. Öyle ki, kitleler Habertürk, NTV, Sabah, CNN Türk gibi merkez medya kurumlarının önünde toplanıp protesto etmişti.

Bugünden geriye bakınca, o günlerin merkez medyasında omurga olmasa bile birkaç parça kemiğin olduğunu görebilirsiniz. Vicdanının ağırlığını, gazetecilik sorumluluğunu taşıyan insanlar o mecralarda hâlâ vardı.

Her şeyi geçtim, o günlerde "haberi görmemek" hâlâ ayıp sayılıyordu. Türkiye’de hemen her ilde protestolar yapılır, çocuklar öldürülürken hiçbir şey yokmuş gibi davranmanın, basın için hâlâ bir ahlaki faturası vardı. En önemlisi, halk hesap soruyordu ve bu, birilerini utandırmaya, düşündürmeye yetmişti.

KENDİ ÇARPIK GERÇEKLİĞİNE İNANAN BİR UCUBE

Günümüzün yaygın medyasında hakikat, vicdan, gazetecilik etiği unutulmuş vaziyette.

Devam edebilmek, pozisyonu korumak, işten atılmamak, iktidarın saldırı ve tehditlerini, göğüste yumuşatılan top hesabı karşılamak uğruna ne tavizler verildi, ne kadar ucuzlaşıldı...

Gezi’de "penguen medyası" diye sembolleşen medya dahi her şeyi tamamen görmezden gelemiyordu. Bunun yerine, iktidara yaranmak için adeta çırpınan, kendi çarpık gerçekliğini yaratıp inanmayı seçen bir ucube ortaya çıktı. Gezi dönemde Yeni Şafak’ın yaptığı gülünç, yalan yayıncılık bugün yaygın medyayı esir aldı.

Güce, korkuya boyun eğmenin sınırı yok... Yeterince eğilemeyenlerin üzerine çökülmek (el değiştirmek) suretiyle medyadan geriye kalan son kırıntı da yok edildi.

Geriye, çizgisini bozmayan, fakat davalarla, cezalarla, ayakta kalması her geçen gün güçleştirilen sadece birkaç mecra kaldı.

Haricinde, gazetecilerin çoğu dijital mecraya geçti, buralardan seslerini duyurmaya çalışıyor. Engellemeler, kriminalize etmeler, kapatmalar gırla gidiyor. Fakat bu mecraların avantajı, parayla, zorla elde edilememeleri. İnternet mecralarının küçük, dağınık ve çevik yapısı, iktidarın üzerlerine çöreklenmesini zorlaştırıyor.

Bu yüzden sosyal medyaya sansür çabalarından trol ordusunu genişletmek, kalan haber alma-verme alanlarını daraltmak, yok etmek için vargücüyle uğraşıyorlar, daha da uğraşacaklar.

Amaç, geniş kesimlerin düşünmesini, özgürce tartışmasını, bilmesini engellemek.

Bize düşen, giderek küçülen alanlarda da olsa kararlılıkla, bıkmadan, usanmadan hakikati hatırlatmak. Tabii bunu talep eden bir topluluk hâlâ varsa.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehveş Evin Arşivi