Referandumun 'yeni hayırlı' talebi...

'Yani referandumdan herşeye rağmen hayırlı bir sonuç çıktı: Erdoğan'ın mağduriyet retoriği inandırıcılığını kaybetti, eski ve dışlayıcı kimlik siyaseti artık bir tıkanma noktasına ulaştı

Olağanüstü hal döneminde, özgürlüklere hatta yaşama yönelik baskılarla 16 Nisan referandumunu yaptık. Evet ve hayır tarafları eşit bir zeminde kampanya yürütemedi. Evet tercihini savunanlar özgürce kampanya yaparken hayır tercihini benimseyenler büyük baskılara maruz kaldılar. Bu da yetmedi YSK sonucu etkileyebilecek, yasaya aykırı bir müdahalede bulundu. Başta Erdoğan olmak üzere evet cephesinin harcadığı enerji %2'ye sıkışmış, küçük bir farkla sandığın kazanılmasına imkan verdi ancak, siyasi olarak evet cephesi kaybetti. Hayırcıların siyasi mücadelesi ise daha yeni başlıyor.

Kim kazanmış olursa olsun evet ve hayır kutupları arasındaki farkın küçüklüğü toplumun talebi açısından oldukça önemli ipuçları veriyor. Yani referandumdan herşeye rağmen hayırlı bir sonuç çıktı: Erdoğan'ın mağduriyet retoriği inandırıcılığını kaybetti ve eski siyasi jargon ve dışlayıcı kimlik siyaseti artık bir tıkanma noktasına ulaştı. 

AKP'nin büyük şehirler yenilgisi...

Siyasi aidiyetlerin, takım tutar gibi, güç ve mağduriyet çevresinde örülmesine alışkın Türkiyeliler  için kimlik siyasetinin bittiğini söylemek henüz mümkün değil elbet. Ancak, bir yandan mağduriyet söylemini taktiksel olarak elden bırakmayan Erdoğan'ın ve onun sürekli değişen 'yakın' çevresinin dışlama siyasetinin AKP içinde bir yarılmaya yol açtığı açık. Dinin sürekli bir siyasi koz olarak kullanılması, eski dostların hızla terörist ilan edilmesi, Reis'e -Erdoğan'a- karşı olmak bir yana, en ufak bir eleştiri de bulunanların ekonomik baskılara maruz kalmasının ve yalnızlaştırılmasının mütedeyyin kesim içinde açtığı çatlak artık gün yüzüne çıktı. Erdoğan mağduriyet kartını bundan sonra rahatça oynamayacağı gibi yaratacağı baskılar da sağ siyaset içindeki çatlağı derinleştirecek hatta, yeni oluşumlara kayışı hızlandıracak.  

Oysa, Erdoğan siyasi başarısını nasıl elde etmişti? Ümmetin babası olarak bir yandan özellikle başörtülü kadınların yaşadığı baskıları sembolleştirerek mağduriyet siyaseti üzerinden müslüman haklarının savunuculuğunu yapmış, aynı zamanda belediye başkanlığı sırasında farklı yerel ihtiyaçlara çözüm üreten, başbakanlığa seçildiği dönemde de çoğulculuğa ve özgürlüğe saygılı kapsayıcı sivil siyaseti benimsemişti. 2007'den sonra ise bu kapsayıcılığın yerini alan dışlama siyaseti 2013 Gezi ayaklanmasından sonra toplumu kutuplaştıran bir şekle büründü. Anayasa başta olmak üzere de hukuk Erdoğan ve AKP'liler tarafından bizzat defalarca ihlal edildi.  

Başta İstanbul'u sonra da şehirleri fetheden ümmetin babası Erdoğan, bugün İstanbul'un da içinde olduğu diğer 7 büyük şehirde - Adana, Ankara, Antalya, Diyarbakır, İstanbul, İzmir, Mersin-  kendini oylattı ve kaybetti. AKP seçmeni üzerinde yeni sosyolojik araştırmalar elbette yapılacak ancak, sokak karşılaşmaları bile AKP seçmeninin "çantada keklik" olmadığını gösteriyor. 

Bu Anadolu'nun çantada keklik olduğu anlamına da gelmiyor. Nüfusun az yoğunluklu olduğu bölgelerde baskıya maruz kalan kesimlerin verdikleri oyların özgür tercihlerinden çok kendilerini korumak için yüzyıllar içinde geliştirdikleri taktiklerin bir parçası olduğunu da unutmamak lazım. Aklıma hep Anadolu'daki bir Alevi köyü muhtarının verdiği kendilerini koruma ve taleplerini yerine getirme ödünü örneği gelir. Şöyle demişti muhtar: "Her Alevi köy muhtarının sümeninde bir cami talep dilekçesi vardır. Baskıyı hissettiğimizde veya alt yapıya ihtiyaç duyduğumuzda dilekçeyi kullanmak gerekebilir."

Hayır bloğunun aşması gereken çıkmaz: Kürt meselesi ve özgürlüklere saygı

Referandumun siyasi zaferini sadece Erdoğan'ın yaptığı hatalara bağlamak elbette hayır kampanyasına büyük bir haksızlık olacaktır.  Hayır bloğu tüm baskı ve imkansızlıklar içinde inanılmaz bir kampanya yürüttü ve siyasi zaferini kazandı. Kadınlar çalışmanın önemli bir kısmına imza attı. Hayata yaşamdan, özgürlüklerden ve çoğulculuktan bakanlara umut verici bir çok söz de ortaya çıktı. Ancak, bu grubun homojen bir grup olmadığı da bir gerçek. İçinde CHP, HDP ve MHP'nin Bahçeli'den kopan kanadı, demokratlar, feministler, solcular gibi başta Kürt meselesi olmak üzere çeşitli konularda neredeyse taban taban zıt görüşleri benimseyen gruplar var. Çoğulculuğa saygı ve özgürlükler noktasında ortak bir tavır geliştiremezse de tepkisel bir hareket olarak farklı meselelerde de özellikle Erdoğan'ın taktikleri karşısında bölünmeye mahkum. 

Nitekim, tüm şaibelere rağmen balkon konuşmasını hiç gecikmeden yapan Erdoğan oldukça akıllıca bir taktikle şehirlerdeki kaybının üstünü örtmek için Kürt kartını ortaya attı ve Kürt illerinde oylarının arttığından bahsetti. Ulusalcı reflekslere sahip bazı kalemler de hemen bu topa girdi. Öyle ki  "evetin mimarı Kürtler" diyecek kadar da ileri gittiler. Oysa, Kürtler yukarıda verdiğim Anadolu'daki Alevi muhtarın çekincelerinden çok daha fazlasını büyük bir baskı ile yaşıyorlar. Son yıllarda artan baskılar ve şiddet ortamında Kürtler şehirlerinin, mahallerinin ve hatta evlerinin özel güvenlik güçlerince işgal edilmesini bizzat yaşadılar. Hayatlarını, haklarını kaybettiler. Seçime günler kala Güneydoğu'da binlerce seçmenin sandığı değiştirildi. Polis, jandarma, güvenlik güçlerinin baskı ve tehditlerinin yansıdığı köyler kayıtlara geçti. Hal böyleyken Antep ve Urfa gibi Cumhuriyet tarihindeki sosyo-politik çizgisine bakıldığında evet çıkmasının şaşırılmayacağı iller dışındaki hiçbir ilde evet oyu çıkamadı.

Şimdi hayır bloğu bileşenlerinin milliyetçi-laik kanadının yaşanan oy kaybı için Kürtleri sorgulamak yerine yapması gerekenyıllardır ulaşamadıkları Anadolu'ya ve ötekileştirilen kesimlere ulaşmak için atılacak adımları düşünmek olmalıdır. Kürtlerin hakikatinin üstünü örterek veya müslümanları dışlayıcı siyaset yaparak bunun olmayacağı açık.Esasında atılacak adımların ne olabileceğini ve çoğulcu, özgür ve demokrat bir siyasetin nasıl örülebileceğinin cevabı da gene hayır bloğunun demokrat ve özgürlükçü bileşenlerinde mevcut. Yüzyıllardır süregelen kutuplaşayı aşmak kolay değil, ancak eğer taraflar ötekileştirme yerine birbirini dinleme, anlama ve birlikte siyaset örme yoluna girerse 'yeni hayırlı' bir siyasetin de adımını atmış olurlar. Yoksa, bu hareket de Türkiye siyasetinin benzer gerçekleşemeyen yenileşme heyecanlarından biri olarak tarihteki yerini alır.

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nil Mutluer Arşivi