Gerçek balçıkla sıvanmaz!

'Bir dönem tek adamcılığa - baskıya- şiddete- devlet aygıtlarına direnirken hatta hakkını savunduğun insanlar, bir de bakmışsın ki iktidarındilini benimsemiş ve bunu doğallıkla yapar olmuş'

5 Temmuz'da insan hakları savunucuları eğitim için Büyükada'da yaptıkları bir toplantıda usulsüz ve hukuksuz bir şekilde gözaltına alındılar. Bu yetmedi yandaş medya her gün haklarında asılsız haberler yayınlayarak bu insanları hedef gösterir hale geldi. Bu gözaltılar sanki 15 Temmuz anmaları öncesi milli seferberlik ruhunu renklendirmek ve AKP saflarındaki ‘mağduriyet duygusunu pekiştirmek  amacıyla yapılmış gibi. Hedefi merkezileşen devletin gücünü gösterirken aynı zamanda iktidarın politikalarını eleştirenleri, hak arayanları, hak arama sürecinin kendisini karalamak. Böylece toplum bir kesiminin korkusunu, diğer kesiminin de öfkesini artırmak ve kişiler arasındaki güvene ve hukuka zarar vererek, insanların iktidara düşünmeden teslim olmasını sağlamak.

 

Bunu sürecin gündelik hayattaki sıradan yansımalarıyla son dönemde sıkça karşılaşır olduk.

Bir dönem tek adamcılığa - baskıya- şiddete- devlet aygıtlarına direnirken kendini aynı safta bulduğun, hatta hakkını savunduğun insanlar, bir de bakmışsın ki iktidarın baskıcı dilini benimsemiş ve bunu doğallıkla yapar olmuş. Bu durum dönemin hızla değişen ruhunun özeti.

 

Hangi 'sicil'?!

 

Bu ani dönüşüme rastladığım son örneklerden birine değineceğim. 

 

Kendisini liberal olarak tanıtan Prof. Atilla Yayla sosyal medyada, gözaltına alınan "insan hakları örgütleri temsilcilerinin -kurumlarının sicilleri ne kadar bozuk olursa olsun-"  gözaltında bulunmamasının doğru olmadığını yazmış. Bunun insan hakkı ihlali olmasının yanı sıra Türkiye'nin itibarını yurt dışında da zedelediğini söylemiş, zira bu gözaltılar dönemin sürekli anılan düşmanları 'FETÖ' ve 'PKK'nin Türkiye'yi dışarıdan kuşatmasına yarıyormuş.  Buradaki ‘derin‘ analizi, ‘engin‘ stratejik öngörüyü filan koyun bir yana. Ben asıl ‘sicili bozuk‘ lafına takıldım.

 

Yayla'nın 'sicili bozuk‘ dediği bu kurumlar ve temsilcileriyle yolu egemen devlet karşısında kendi 'sicilini' korumaya çalışırken yıllar önce kesişmişti. Yayla Atatürk'e hakaretten yargılanırken Yurttaşlar Derneği'nden Nalan Erkem ve Murat Dinçer Kendisinin gönüllü avukatlığını yapmıştı. Nalan Erkem şu anda gözaltına alınan insan hakları savunucularından biri.

 

Yayla‘nın, zamanında "tek adam"cılığa karşı çıkarken, onunla dayanışan ve o günden bugüne hayata bakışı ve dayanışma ruhu insan hak ve özgürlüklerinden sapmayan Nalan Erkem'in bağlı bulunduğu kuruma, üstelik de Nalan ile tutar yanı olmayan suçlamalarla, hukuksuz bir şekilde gözaltında tutulurken, 'sicili bozuk' yakıştırması yapmasını, Yayla‘nın dönemin ruhuna uyan hızlı güç merkezli dönüşümünden başka ne açıklayabilir ki?. Zamanında birbirleriyle dayanışan kişiler arasındaki hukuku, devlete ait olan değil, insana ait olan hukuku yok edebilmek toplumsal yarılmayı körükleyen dönemin ruhunun en belirgin özelliği. İnsanlar arasındaki hukukun zedelenmesi ötekileştirme, şiddet, adaletsizliklerin doğallaşmasının da temeli.  Ingeborg Bachmann'ın Malina'sında artık klasikleşen vurgusunu hatırlarsak faşizm ilk atılan bomba veya terör eylemiyle değil, iki kişi arasında başlar. Zamanında seninle dayanışan birinin sicilinin 'bozuk' olduğunu bu kadar rahat ima etmek, iktidarın toplum içinde nasıl da doğalca dolaştığının, benimsendiğinin örneklerinden sadece biri.   


Kısaca Mesele Atilla Yayla değil.

 

Şahitlik ve birlikte eylemek

 

Madalyonun diğer yanında dönemin ruhuna inat, pusulasını ayrımcılıkla mücadele etmekten yana belirleyenler var. Dünyayı insanlar ve doğa için yaşanılabilir kılmak derdinde olanlar. Barış, güven, eşitlik ve adalet zihniyetinin toplumda içselleştirilmesi için uğraşanlar. Ailesi, eşi, dostu olmasa da insanların yaşadığı ayrımcılıkları ve acıyı görüp bunun değişmesi için mücadele edenler. Ne kadar baskı olursa olsun, ondan korkmak yerine dayanışmaya devam edenler.

Bilirler ki bu dayanışma iktidarın yaratmaya çalıştığı korkuyu yener ve gerçeklerin er geç gün yüzüne çıkmasını sağlar.

 

İktidarın baskısı, riyakarlığı karşısında gün yüzüne çıkarılan her bir acı, erkek egemen devlet ve mahkemelere karşı kazanılan her bir dava, emek, adalet, bir arada yaşam için hayata geçirilen her bir politika, öteki diye kodlanan grupların kurulan diyalog ortamıyla birbirine attığı her bir adım umut kaynağı olur bu insanlara. Çok romantik gibi duyulabilir ancak, gittikçe sertleşen, iktidarın artık gizlemekten bile çekinmediği neo-liberal, erkek egemen yeni-muhafazakar ortamda bu kazanımlarım her biri dayanışmayı devam ettirmek için adım, umut olur.

 

Nerden mi biliyorum?

 

Şu anda adaletsiz bir şekilde gözaltında bulunan insan hakkı savunucusu arkadaşlarım, yoldaşlarımla yaşadığım için biliyorum. Onların yaptıklarına sadece şahit olduğum için değil, yıllardır birlikte binbir zorlukla eylediğimiz için biliyorum.

 

İnsan hakları için birçok çalışmada bir arada çalıştığım, ağladığım, güldüğüm, kavga edip sarılarak sevindiğim arkadaşlarım Özlem Dalkıran, Nalan Erkem, İdil Eser, Günal Kurşun,  Amargi dergi ve kadın hareketinde birlikte mücadele ettiğim çalışkan İlknur Üstün, daha az tanış olsak da harcadıkları kıymetli emeklerini bildiğim, takip ettiğim Nejat Taştan, Ali Ghavari, Veli Acun, Şeyhmus Özbekli, Peter Steudtner...

 

Bu insan hakkı savunucuları sadece 10 kişi değil. Dokunduklarıyla çok daha çoklar. Parlaklar. Umut veriyorlar. İktidar ve yandaşları bunu biliyor. Çünkü, zamanında bugünkü gücüne sahip değilken uğradığı ayrımcılıklarda hak savunucularını bulmuş yanında. Onların nerden nereye nasıl geldiğini hatırlatıyor. Bundan korkuyor. Bastırıyor. Ama, nafile hak savunucularının gücü savundukları gerçek ve adaletten gelir. Ve gerçekler er ya da geç ortaya çıkar. Baskıyla, çamurla sıvanamaz.

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nil Mutluer Arşivi