İnci Hekimoğlu
Reis anketlere niye inansın ki
Çıktığı bir yandaş kanalda, gazeteci kisvesindeki memur, ince elenmiş sık dokunmuş kelimelerle, adeta ‘affedersiniz ama …’ diyen ince ayar ses tonuyla, hizaya sokulmuş beden diliyle soruyor:
"Ankara’daki yarışı nasıl görüyorsunuz? Son günlerde kamuoyuna yansıyan haberlerde başa baş gittiğine dair iddialar yansıyor. Sizin bu konuda düşünceleriniz nedir?"
AKP’nin Reis’i yanıt veriyor:
"Ben çok açık net bir şey söyleyeyim, bu anketler vesaire bunlara pek güvenim kalmadı. Çünkü geçtiğimiz seçimlerde gördük bir tanesi belki yakın tutturuyor."
Bugüne kadar bütün politikalarını araştırma sonuçlarına göre belirleyen ‘Başkan’ın, birden güvensizlik duymaya başlaması tuhaf olmanın ötesinde başka anlamlar taşıyor.
Ürkütücü anlamlar…
Araştırma şirketlerinin sonuçları yakın tahmin edip edememesi değil mesele tabii ki. Mesele araştırma sonuçlarının doğru çıkmasının, seçimlerin özgür, eşit, adil yani demokratik koşullarda yapılmasına bağlı olması.
Bundan önceki seçim süreçleri çok mu demokratik koşullarda geçti ki sandık sonuçları, araştırma şirketlerini doğruladı diye soranlar olabilir.
Birincisi; özellikle son 10 yıldır hiçbir seçim süreci demokratik koşullarda geçmedi. Ve hiçbir seçim sonucu kamuoyunun geniş kesimlerini ikna etmedi.
İkincisi; yandaş araştırma şirketleri kamuoyu algısını etkileyecek sonuçlarla ortaya çıkıyor, iktidarın iddialarını destekleyerek muhalif kesimleri bir ‘ön yenilgiye’ uğratıyor ve türlü usulsüzlük ve hileyle müdahale edilen seçim sonuçlarını herkes kabullenmek zorunda kalıyordu.
Konuyu dağıtmamak için bu zorunlu kabullenişte CHP’nin rolüne değinmeyeceğim.
Ancak araştırma sonuçlarıyla algı yönetimi, Anadolu Ajansı aracılığı ile manipülasyonu, İçişleri Bakanlığı Nüfus İşleri Müdürlüğü ile seçmen kaydırma, seçmen yaratma, seçmen klonlaması, SEÇSİS’e girebilen hesapların rakamlarla oynaması, sandık taşıma ve sandık birleştirme gibi çok kanallı seçim kazanma yöntemleri bir bir teşhir oldu.
En önemli etkisi muhalif kamuoyunda oldu. Hilenin nasıl yapıldığına akıl erdiremeyen ve "kabul edin işte, halk oy veriyor" diyen önemli bir toplumsal kesimin duygu ve düşünce dünyasını değiştirdi.
Nitekim 24 Haziran öncesi kitleleri seferber eden bu değişim olduğu gibi, sonrasında CHP’ye ve diğer muhalefet partilerine duyulan öfkenin nedeni de buydu.
Bu algı değişiminin muhalif kamuoyuyla sınırlı olmadığını, dalga dalga yayılarak yavaş da olsa "iktidarın yenilmezliği" inancıyla güce oy veren kitleleri de değiştirmeye başladığını düşünüyorum.
Kaldı ki, yandaş araştırma şirketlerinin bile bu kez daha sahaya uygun sonuçlar açıklama cesareti göstermelerini iktidar cephesinde, henüz bilemediğimiz boyutta bir sarsıntı olduğunun göstergesi olarak da okuyabiliriz.
Hatta bazı yandaşların eleştirel yazılar kaleme alma ‘cüretinde’ bulunmaları da bir başka gösterge olarak eklenebilir.
Tabii ki asıl önemlisi, ‘yedi derde deva’ başkanlık sisteminin yarattığı hayal kırıklığı ve ekonomik çöküşün öngörülemeyecek boyutlara ulaşması.
Yerli-milli sermaye çoktan yurt dışına taşındı, kalanlar da iktidarın baskısı nedeniyle seçim sonrasını bekliyor.
Bütün sansüre rağmen, içlerinde en az sekiz büyük şirketin bulunduğu pek çok fabrikanın yüzlerce işçi çıkarmaya hazırlandığını en azından bulundukları bölgelerdeki halk biliyor.
Dolayısıyla ‘beka’ deyince geniş kesimlerin aklına sadece iktidar koltuğunun bekası geliyor artık.
Tablo böyle olunca, iktidar cephesi sandık sonuçlarına bildik yöntemlerle müdahale edecek ve araştırma şirketlerinin açıkladığı sonuçları boşa düşürmek için elinden geleni yapacak.
Elinden gelen ve gelecek olanlar konusunda ise çok emare var.
HDP ile başlattığı yargı kanalıyla susturma, cezaevine atma, kayyum atama gibi muhalefeti bertaraf etme ‘harekatı’nda sıra CHP ve İYİ Parti’ye geldi.
Siyasal iklim o denli puslu ve ürkütücü ki, bir tetikçi uluorta, ekranlardan ana muhalefet partisinin idamını isteme hakkını kendinde görebildi.
Bu örneği bir meczubun sayıklaması olarak görmemekte yarar var. Hele ki, Reis’in idamı yeniden diline doladığı güne denk gelmişse.
Özetle 31 Mart, bizzat iktidar eliyle yerel seçim olmaktan çıkarıldı ve ülkenin bekasının oylanacağı bir seçim haline getirildi.
Gücü elinde tutanlar demek istiyorlar ki "mesele vatansa gerisi teferruattır".
Yani, bekayı tehlikeye atmakla itham edilen Millet İttifakı da ‘teferruata’ dahildir artık.
Çerçevesi seçimler yaklaştıkça daha da netleşen bu manzarada, muhalefetin 3-5 puanlık oy farklarına bakıp sevinmesini anlamak mümkün değil.
Üstelik bugüne kadar seçim güvenliğine ilişkin somut tek bir adım atmamışken.
Bunu da bir kenara koyalım.
Asıl önemlisi, muhalefet partilerinin adeta savaşa hazırlanan iktidar güçleri karşısında alacağı tutumun yalnız kendi kaderlerini değil ülkenin kaderini de belirleyecek olması.
Umarım, 31 Mart, Türkiye tarihinin kara sayfalarında yer almaz.