Murad Mıhçı
Samimi dindarlıktan, sefil kindarlığa…
"Yorgun argınım çoktan tükendim ben. Çok şeyi de eksik bıraktım muhtemelen ama ruhum boyun eğmez katiyen. Karanlıkların kölesi olmam ben." - Mro Yeğihşe Markaryan
Geçen günlerde bir toplantı nedeniyle yolum İstanbul Cağaloğlu tarafına düştü. Tam merkezdeki Diyanet Yayınları’nın önünden geçerken arkadaşımdan bir fotoğraf çekmesini rica ettim. Beni tanıyanlar pek fotoğraf çektirmeyi sevmediğimi bilir. Fakat aklımda bir espri vardı. Üstünde Diyanet yazan tabelayı da arkama alarak merdivenlerinde fotoğraf çektirdim.
Bilmiyorum, kaçınız farkındasınız? Biz, Ortodokslar, oruç dönemine girdik. Karnavalımızı yaptıktan sonra, 7 haftalık perhiz ve oruç dönemine girdik. Bu dönemde oruç tutanlar veya perhiz yapanlar çok değil ama yine de bu dönemde hayvansal gıda yememe ritüeline dikkat ederiz. Bu ay içerisindeki özel günlerin önemine uygun davranırız.
Neyse benim fotoğrafa gelelim. Bu fotoğrafımı, sosyal medya hesaplarımda paylaştım. "Diyanet yetkilileriyle görüştüm. Biz Hristiyanlar oruç tutarken, TRT 1’de oruç dönemimize uygun programlar yapma anlaşması yaptım." diye ironik bir paylaşımda bulundum.
Bir anda herkesin aklına Ramazan boyunca program yapan Nihat Hatipoğlu benzetmeleri geldi. Tabii buradan da sözde anlaşmamdaki alacağım para üzerinden espriler yapıldı. Çoğu hayal ürünü bu durum için espriler yapılsa da bazı güzel kalpli dostlarımdan bu paylaşımın gerçek olduğunu düşünenler bile oldu. (Ah güzel kardeşlerim, böyle bir program imkânı dahi olsa herkesin kendi Ermeni’si var. Neyse derin sulardan çıkayım.) Gerçi böyle programlara ne kadar gerek olduğu ayrı bir konu ama elimden geldiğince farkındalık yaratma muradımı imkanlarım ölçüsünde yerine getirdiğime inanıyorum.
Tabii ki meselenin özünde, Diyanet veya devletin tüm inançlara veya inancı olmayanlara nasıl bir gözle baktığı var. Bakalım bir, bu yazıyı okuyan arkadaşlarımızdan kaç kişi bizlerin orucu tuttuğunun farkında? Ya da bizlerin oruçlarının kültürel detaylarını kaç kişi biliyor? Hadi yüzleşin. Buradan sesleneyim. Kurban Bayramı’nda et yollamayan hiç kimse, bizim Paskalya Bayramı’nda çörek veya yumurta istemesin.
Hatırlayanlar olacaktır. Geçen sene Temmuz ayında, İstanbul Kadıköy’de bulunan Surp Takavor Ermeni Kilisesi duvarlarına çıkan gençler vardı. Haç ve Bayrak önünde oyun havası eşliğinde dans ettiler. Bu arada, geçen hafta öğrendik ki o arkadaşlar ceza almamış. Buna benzer diğer kilise saldırılarının diğer failleri de ceza almamıştı. Gördüğünüz üzere dine saygı sadece tek bir din üzerinden yüceltiliyor…
Basın, bu arkadaşların kilisenin duvarında oyun havası oynadığından sosyal medyamdaki videoyla haberdar oldu ve haber olarak geçti. Bu konuyu konuşmak üzere Artı Tv‘nin konuğu oldum. Bu tarz cezasızlıklar için görüşümü sordular. Gerçekten bu olaya benzer çokça örnek var. Hatta daha vahimi olanlar da var. Bunlar daha basının gördüğü yerlerde vuku bulan olaylar. Basının görmediği, gündem dahi olmayan Anadolu’daki kiliseler ve mezarlara neler olduğunu tahmin etmeniz hiç de zor değil.
Keşke bu dans eden kişilere farkındalık yaratabilmek adına bir hizmet cezası verilseydi. Kadıköy’de yaşayan Hristiyanların kültürü ve tarihine dair bir kitap okuma cezası verilebilirdi. Belki bu ceza, oraya nasıl geldikleri şaibeli bu arkadaşların, "Ben ne yaptım?" demesine kısmen vesile olurdu ama nerde? Bir sonraki emsal durumda insanlar cezasız kalacaklarını biliyorlar. Çok zor durumda kalırsanız, Kuzguncuk Kilisesi’nin haçını söken şahıs gibi, "Şeker ve tansiyon hastasıyım" diyebilir ve mahkemeye çıkmaktan kurtulabilirsiniz…
Yaşadığımız düzende, özellikle dinin siyasi alanda kullanılmasının ve ötekileştiren cümlelerin sarf edilmesinin insanları kutuplaştırdığı sanırım malumunuz.
Kendi dışında olanı görmeme sadece dinle sınırlı da değil. İstiklal Marşı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ‘’Milli Marş’’ olarak kabul edilişinin 101. yıl dönümü dolayısıyla, 12 Mart’ta epeyce paylaşım yapıldı. Bu paylaşımlarda milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy güzellemeleri vardı. Peki sormak isterim. Marşın düzenlemesini aranje edip orkestra haline çeviren Edgar Manas Efendi neden hiç anılmaz? Mehmet Akif Ersoy milli şair ise, Edgar Manas Efendi milli maestro, besteci ve müzisyen değil midir? Mantık, bunu böyle değerlendirmeyi, "Sezar’ın hakkı Sezar’a" demeyi gerektirmez mi? Bugüne kadar milli kabul edilmemesinin ve anılmamasının sebebi sizce nedir?
Atatürk’ün manevi kızının Ermeni olma ihtimali bile milli bir sorun olarak görüldü ve Hrant Dink’in katledilişine giden olaylar silsilesinin başlangıcı oldu. Bu gerçekleri göz önünde bulundurunca, Edgar Manas Efendi’yi yazmak, O’nu anlatmak, günümüz toplumunca nasıl karşılanır bilemiyorum.
Globalleştiği zannedilen dünyamızda, aslında kutuplaşmalar da benzer şekilde artıyor. Farkındalığı kaybetmek, en nihayetinde tekçi zihniyetlerin ürünüdür. Global ölçeği bir tarafa bırakın, kendi coğrafyamızda bile farkındalık yerine ayrışmak/ayrıştırmak birilerinin işine geliyor.
Dini inançları, halkları birbirinden ayrıştıran zihniyetin kim olduğu ayan beyan ortada. Bu ayrışmadan siyasi kazanım elde edenlerin, bu zihniyeti var edenler olduğunu anlamak için alim olmaya gerek yok. Baktığımızda şekilci dincilikle iktidarını güçlü tutanların her türlü inanca zarar verdiğini hemen görürüz. Ne acıdır ki Yeni Türkiye’de samimi dindarlığın yerini, ayrışmalardan nemalanan sefil kindarlık aldı. Bunun iz düşümü aslında sadece İslami kesimle de sınırlı değil. Bu anlayış, aslında bir yanıyla ülkede bulunan tüm inançlarda izini sürebileceğiniz bir mantalite. Ülke düzeninde şekilciliğin karşılık bulması sonucunda samimiyet yok oldu. Maalesef bu samimiyetsizlik, toplumların birbirini anlamama ve ayrışması olarak vücut buluyor.
Ha, yazımı bitirmeden ekleyeyim. 17 Nisan PASKALYA Bayramı. O hafta bizim dini ritüellerin çok olduğu hafta olur. Gözümüz aydın! Paskalya haftasında, ulaşım bedava olacakmış. Oruç çadırları kurulacakmış. (İnanan olmadı umarım.)
Yazımın sonunda 21 Mart günü coğrafyamızdaki tüm Halkların kutladığı var oluşu simgeleyen NEWROZ/BAHAR Bayramı. NEWROZ ATEŞİ tüm coğrafya halklarını ısıtsın.
Newroz Piroz Be / Շնորհաւոր Նեւրոզ