Ömer Faruk Gergerlioğlu
Sason İsyanı'ndan günümüze değişen nedir?
12 yıl süren bir silahlı çatışma, perişanlık, nesillerce süren dertler...
12 yıl süren bir dram, facia, gözyaşı, kan, sürgün...
12 yıl süren yara deşme, kanatma ve yine de hakim olanın devam etme dayatması...
Batmanlı egitimci, şair, yazar Behçet Gülenay'ın eseri karanlıkta kalacak bir dönemi tarihi tanıklıklarla aydınlatmaya çalışıyor. 'Suda yanan ayetler' tanıklar üzerine bina edilmiş bir tarihi roman.
Sason isyanı'nı anlatan bu tarihi roman bize yanlış uygulamaların devam etmesinin ne kadar üzücü olduğunu hatırlatır. 1925-1937 arası devam eden olaylar şimdi gündemde olmasa da bölge insanının hep zihinlerindedir, aktarılan hikayelerdedir.
Cumhuriyet elitizminin ürettiği anlayışın nasıl bir devlet, toplum uyuşmazlığı oluşturduğunu belgeleriyle ortaya seriyor kitap. Halen devam eden sorunların o günkü hatalarla yüzleşmeden çözülemeyeceğini bir daha hatırlatıyor bize kitap.
İsyanın sanıldığı gibi bir etnik meseleden değil, namus meselesinden başladığı anlatılır tanık anlatımlarında... Kendini büyük gören halkı küçümseyen bir anlayışın ortaya çıkmasıdır adeta bu olay. Devlet görevlilerinin misafir edildikleri Arap aşiretinin evinde bir kadına sarkıntılık yapıldığı iddiası zaten gergin olan ortamda fitili ateşleyendir.
Arap aşiretler arasında başlamış bu isyan daha sonra Kürt aşiretlerine de sıçrar ama problem ortaktır, toplumun dilinden, isteğinden anlamayan, çözüm için yapılması gerekeni idrak bile edemeyen üstenci bir zihniyet. Acı hatıraların artması yarayı derinleştirir, sözde durmamayı, ' bahta uymamayı' doğuran kibirli devlet kaprisleri, meselenin sadece o zaman değil şimdi de devam eden mesulüdür aslında.
'Garzan'da taş üstünde taş, gövde üzerinde baş kalmasın' emrini veren Siirt Tümen komutanı Osman Tufan paşa gibilerin tavrıdır belki de isyanın 12 yıl kadar uzun bir süre sürmesi. Kimbilir belki de çok güçlü olmasa da sertliğe karşı daha sertlikle cevap veren bölge insanını merhamet, adalet kanalından kucaklayamamanın nedenidir bu uzun süre. Kelle getirene mükafat vaadiyle insanları ihanete, gammazcılığa, yargısız infaza teşvik edenlerin hali hic sorgulanmadan nereye varılır? İnsanların Garzan dağlarındaki mağaralara sığınması ve inanılmaz kotü koşulları tercih etmeleri ve unutulmayacak dramatik hadiselerin yaşanmasının failleri halen sorgulanmayacak mıdır? Meselenin adı hep isyan ve çözümü hep kafa ezmek midir? Kısa sürede barışla bitecek bir sorunu umursamaz anlayışlar ve yanlı reçeteler uzatmıştır, bu bellidir.
Sığındıkları mağarada doğan bebeğinin ağlama sesi duyulmasın diye sımsıkı kapayan ama boğularak ölümune yol açan annenin çıldırmış, yürek yakan feryatlarından mı bahsedelim, yarım kalan aşk hikayelerinden mi, dağların tepelerinde dökülen hasret gözyaslarından mı? Yazar Gülenay bu acı tanıklıkları köy, köy, sehir şehir dolaşarak iyi ki dinlemiş ömrünün son demindeki tanıklardan. Yanlış politikaların tekerrür etmemesi için belki yapılması gereken en önemli işlerdir bunlar.
Yar ve ciğer acısı olmasına rağmen çatıştığı yaralı bir askerin 'su, su' diyen iniltisine koşan Mehmet'in bu acılara isyan eden şimdi için de geçerli sözleri ne kadar anlamlıdır. 'Bu kadar insan, bir hiç uğruna rezilce ölüyor ya da korkunç bir hayat sürerek hiçe açılan kapılar aşındırıyor' Ancak bu sözler karar vericiler tarafından o gün de karşılık bulmuyordu, bugün de...
Mesele anlayışsız idarecilerle, 'kasap Ahmet' lerle çözülmez, mesele adil, insani ve eşitlikçi yaklaşımlarla çözülür, bunu anlamak için yeni acılar yaşamamıza gerek yok, biraz araştırılsa tüm dersleri veren tarih yanı başımızda duruyor.
Hangi acıdan bahsetsem ki...
'Ben dağların ceylanı
Garzan Mîrinin kızı
Dağ aslanının karısı
Rındıhan'im ben
Ölürüm de teslim etmem namusumu
Eline çakal ve tilkilerin
Ölürüm de düşünmem haramzadeler'
diyerek namusuna el uzatanların elinden kurtulup Küsket'in azgın sularına bırakan Rındıhan'ların feryadı halen Garzan dağlarında çınlar.
Komutan yüzbaşı Cemal Madanoğlu ile görüşen isyancı Abdurrahman Ali'nin 'Yüzbaşı beg! Eger sizin büyük paşalarınız varsa bizim de Allah'ımız var. Dilekçeye gelince yazdım bile. Fakat sizin emir aldığınız o kurumlara degil. Ben Allah' a dilekçemi yazıyorum' demesinin ardindan sahada olan yüzbaşının üstlerine önerdiği barış ne yazık ki yine sağlanamaz. Belli ki barışı bir acziyet olarak gören zihniyet belki hep boyun eğdirdiğini sanacak ama tepeden inmeci ve zorba metodlar bu topraklara hiç huzur sağlamayacak.
@gergerliogluof
www.omerfarukgergerlioglu.com